Paylaş
Tanıl Bora Birikim Dergisi’ndeki yazısında bu değerlendirmeyi bir Avusturya gazetesinden okuduğunu vurgulamıştı.
Ki bu, Avrupa’da tacize uğrayan kadınlarla ilgili sayısal bir projeksiyon... Sadece Avrupa ülkeleri yani.
Popülasyon dünyada tacize uğrayan, şiddet gören kadınlar olarak belirlense, belki ortaya çıkan “ülke” Çin’i açık ara sollayacak.
* * *
Bora, aynı makalesinde AB çapında yapılan bir araştırmanın verilerini de aktarıyor.
Buna göre Avrupa’da, her üç kadından biri şiddet görüyor. İki kadından birisi ise tacizle yüz yüze...
Bu kara listede Türkiye, şiddet, taciz bir yana “kadın cinayetleri”yle öne çıkıyor.
* * *
Türkiye’de öldürülen kadınlar, katilini biliyor, iyi tanıyor.
Çoğunun katili kocası, “sevgili”si zira.
Şiddete uğrayan kadınların yüzde 75’i de, dayağı, hakareti, tekmeyi-tokadı yine onlardan görüyor.
Konfüçyus’un bilgeliğini kadınlardan esirgediği o talihsiz “nasihat”ındaki trajediyle başlıyor mesele. Alınlarına yazılı çoğu kadının:
“Çocukken abilerine, babana bakacaksın.
Evlendiğinde oğluna/kocana.
Ve yaşlandıklarında yine babana/kocana...”
Hayatın başkalarına bakmakla geçecek. Onlar yapacak, sen bakacaksın.
Dayağı, şiddeti, hakareti de onlardan göreceksin... Hatta ölümün onların elinden olacak.
Ve hatta katilin bazen senin ya da annenin, kayınvalidenin, yani bir hemcinsinin suladığı, elleriyle büyüttüğü, erkek egemen ideolojiyi "aslan oğlum" diye yeniden ürettiği o topraktan çıkacak.
* * *
Bu nasıl bir “dünya”dır, ülkedir demek yetersiz bu fasılda.
Şiddet gören, dayak yiyen, binbir hakaretle yaşayan, sonuçta öldürülen çoğu kadının tüm “dünyası” zaten suç mahalli...
Yemeği yapan o. Tuzu unuttuğu için tabağı suratına yiyen o.
Sofradan sessizce kalkıp, tuzluğu getiren, yemeğe ekleyen de...
Akşam aynı yatağa büzülen, fiziki, psikolojik “işkenceci”sinin yanına uzanan, dişini sıkan da o...
Ve yaşadığına “hayat” deniyor.
* * *
Gözlerimi de Al’da (Te Doy Mis Ojos) evliliğinin, gördüğü şiddetin yarattığı yaraları gibi iyileşeceğini, geçeceğini uman ve hep bir daha deneyen kadında izliyoruz çaresizliği.
İzlerken, “Kocadır sever de, döver de bazen... Yuvanı yıkma...” diyor geleneklerine basbağlı, pederşahi olanımız. “Geçer, düzelir inşallah” diye mırıldanıyor, filme eklenen hurda kamu spotu gibi.
İstanbul Uluslararası Suç ve Ceza Kısa Film Festivali Özel Gösterim Ödülü alan Evren Maner’in yönettiği “Tuz”da, kocasının “tuzu kaçmış” çorbayı eliyle milim milim, usulca iterek yemek masasından yavaş yavaş düşürmesini seyreden genç kadın gibi izliyoruz bazen:
“Mutlaka düşecek de, ne zaman...”
Bir ağabey, bir sevgili, bir koca, bir baba, bir kayınpeder olarak izliyoruz, şiddet uygulayan bir ağabeyi, bir sevgiliyi, bir kocayı, bir babayı...
Kapatıyoruz ışıkları, film gibi izliyoruz.
Filmi, ekranı daha görünür yaparken, kendimizi görünmez kılıyoruz.
* * *
Kadın biliyor, tanıyor katilini.
İlle bıçakla, tabancayla, dayakla -henüz- öldürülmese de biliyor, tüm hayatını katledenleri, zehredenleri.
Ölümün kıyısında olduğunu da seziyor, biliyor; çaresizce "katili evden uzaklaştırma" tedbirlerinin peşine düşüyor. Sonra okuyoruz ölüm haberini...
Biz de biliyoruz, iyi tanıyoruz, öyle meyilleri... Öyle huylu-huysuz, arızalı tabiatları...
Bazen bir cümlesiyle bile anlıyor, biliyoruz.
Kaderin-kısmetin, temenninin, uzaktan merhametin değil, ısrarlı bilginin sonuca ulaştıracağı 8 Mart’ların özlemiyle...
Paylaş