Kar ve mezar

KAR yağdığında mezarlıklar farklı etkiler beni.

Mezarlar; en yoksulu, mezartaşından bile yoksunu birbiriyle benzeşir.

Ayak izi değmeyen avuç içi bahçeleriyle, toplu, bembeyaz siluetiyle başka bir ülkeye dönüşür sanki.

Mezara bırakılan bir demet kuru gül, nemlenir, parlar kar taneleriyle.

Kırmızısı, yeşili, yeniden heveslenir.

Ve ölüme değil de, yaşama dair bir tabloyu seyrederim.

"Ölüm ve zaman daima bir yardımlaşma içindedir. Zaman yavaştan alırken, ölüm çarçabuk bitirir işini" dese de John Berger...

Saniyeleri daha uzun, daha dolu hissederim, mezarlıkta.

Gözümün önünden akıp geçen fotoğraflarla, bir ömrü, yaşamı yeniden biriktiririm.

Temize çektiğim de olur, bazı yaşam metinlerini...

* * *

Oysa mezarlıklarımızda bambaşka bir hava estirilir.

İnsana yaşamı değil, ölümü hatırlatmak ister her şey.

Sadece imamın, hocanın kelimeleri değil.

Musalla taşından başlar, "sen de öleceksin" uyarısı.

Ve mezartaşlarında sürer, hatta dizelenir:

"Ey yolcu dur /ben de senin gibi idim

/sen de benim gibi olacaksın /felahı kara toprakta bulacaksın.."

Sadece bizde de değil.

Ortaçağ'da Hıristiyanların ana sloganı da benzerdir:

"Ölümü hatırla (Memento Mori)."

Ömür hem bir yargı(lama), hem de ceza gibi sunulur insanın önüne.

Ölüm de felah, yani kurtuluş, selamet gibi...

Ve akan gözyaşları sadece ölenle değil, insanın kendi ölümünün tasavvuruyla da içiçedir.

* * *

Oysa kar yağdığında mezarlıklar yaşama dair bir tablo sunar bana.

Nasıl kar bembeyaz örtüsüyle mezarlığa tertemiz, ak bir ülke görüntüsü veriyorsa.

Öyle temize çekmek isterim, yaşamla ilgili defterlerimi.

Ve ölümü değil, hayatı yaşarım o tablonun karşısında.

Zaten bilirim.

Ludwig WittGenstein'ın dediği gibi:

"Ölüm yaşam olaylarından biri değildir. Kişi ölümü yaşamaz..."



Yazarın Tüm Yazıları