KARADENİZLİYDİ ama ismini bir İran efsanesinden almıştı.
Kuzeyden çok güneydoğuydu, farsi ismi.
Akademisyendim o da öğrencimdi.
Sınıftan bir kızı kaçırmak, kaçırıp evlenmek istedi.
Yoktu kızın gönlü, kaçmadı.
Büyük olay oldu, zorla kaçırma girişimini başta Güven Hoca güçlükle önledik.
Sonradan o kaçtı, uzaklaştı okuldan, af ile bitirdi diye hatırlıyorum.
Her türden kaçmanın müfredata dahil olduğu yıllardı o zamanlar.
Çok da yadırgamadık.
* * *
Çocukluğumun kaçma hayalleri, hep 66 model, üstü açık, kırmızı bir Mustang ile vücut bulur.
Koltukları beyaz deri.
Tentesi örtülü kırmızı otomobilin yan camlarından, "devrilir gibi" akıp geçen sonbahar çınarları isterim.
Ki o çınarlar, o ağaçlar artık bana eski aşk öykülerine giden koruları, koru bekçilerini, Lady Chatterley’i, Lawrence’ı hatırlatıyor.
Korular da aşkı.
Çünkü koru her zaman aşkın kasabasıdır.
Tıkabasasıdır.
* * *
Sait Faik, "Yaşı kırkı aşmış bir adamın mevsimler içinden ilkbaharı biraz üzüntü ile duymamasına imkan yoktur" der ya, ben bu cümleye sonbaharı da eklerim içimden.
Sonbahar gidenin, göç edenin mevsimidir; ve daha haklıdır ilkbahardan.
Ve sonbaharda hayatı en güzel, kırmızı otomobil hızla ilerlerken, bin bir renkteki ağaçların arasına bir saklanıp-bir ortaya çıkarak göz kırpan, ayna tutan güneş ile o kıvrılıp giden yollar anlatır belki de.
Göz kırparak, yanına/yarına ya da bilinmeze çağıran...
Sonbaharı, yan aynadan bakıldığında, hızla geride kalan renkler, giderek flulaşan, uzaklaşan fotoğraflar, durumlar, siluetler, anlatır.