Paylaş
Ekranlar, gözüyaşlı reytinge tahvil edilecek merhamet bekliyor.
Reytingin ters çevrilebilen fanusunu, gözyaşı doldurmazsa kum dolduracak zira.
Açıkhava sinemalarının afişinde yazardı ya; “En acıklı, ağlatan film...”
Rekabet orada daha acıklı gerçekleşiyor.
Sadece haberler mi...
Düğünlü dernekli evlilik programlarından hafiyesi Müge’ye, Survivor’dan dizilere, her yer, her mevsim gözyaşı.
Bir tek “Hava Durumu”nda ağlamaklı olmuyoruz artık.
Hava durumunu sunan bazı sunucular, Mikrofonda Tiyatro’ya taş çıkartan ses tonu ve buğulu vurgularıyla ne kadar uğraşsalar da, şıp yok henüz.
Çünkü büyüdük. Eğer çocuk kalsaydı gözyaşı reseptörlerimiz ve pikniğe gideceğimiz günün öncesinde hava durumu “gökgürültülü sağnak yağmur” deseydi, ağlardık.
* * *
Bu sağnak, her telden gözyaşına alışık bünyeler de yaratıyor.
Alışmak deyince... Alışan var, “alışan” var. (Bir de Alişan var ama, acıklı şarkılar ayrı bir dal, ayrı bir bağımlılık)
Alışan var; ekrandaki yapış yapış, enseye tokat komedide bile “hisli” bir an, bir replik bulup -gözyaşıyla- buluşturuyor.
Alışkanlığı, bağımlılığı “göz” üzerinden...
Yani dudak tiryakiliği değil de, bakışıyla/yaşıyla “göz” tiryakiliği...
Ağlamanın dayanılmaz cazibesi.
* * *
Dudak büküp, “Bu da bağımlılık, ‘izm’ mi” diyecekseniz, renkli sinemaskop bir parantez açıp, anlatayım.
Shameless (Utanmaz) dizisinin uslanmaz, hayasız, kepaze, utanmaz adamı Frank Gallagher, alkolizmin doruğunda bir de liverless (karaciğersiz) kalır.
Siroz filan zirve yaptığı için, gırtlağı, yemek borusu da haraptır.
Hastanede yoğun bakımda da içmeye çalışır; biraz içer, ama tepeden tırnağa bünye öyle bir reddeder ki... Alkolü ağız yoluyla alamayacağını anlar.
Vazgeçmez. Zuladaki viskisini gözüne damlatmak gelir aklına.
Bağımlılığının gerçekten yakıcı hâlini de öyle yaşar; gözüne damlattığı alkolün acısıyla çığlık ata ata, gözyaşlarını akıta akıta, bir kaç damla dener. O da çok zor.
Başarsa, tıp bir de göz alkolizmi ile uğraşacak.
Bu trajikomik eğretilemeyle sapa yoldan gelmek istediğim, gözün bağımlılık havuzunda hiç de ihmal edilemeyecek bir organ olduğu...
Bir de hikaye hoştu, dayanamadım ondan yazdım.
* * *
Uzattım zaten de, sündürmeyeyim.
Alışkanlığın ikincisi, tırnak içinde olanı ise, Japonya’da depreme, İzlanda’da soğuğa, Türkiye’de dramatik ajans haberlerine alışmak gibi bir şey.
Antartika’daki arkadaşına “Hava nasıl oralarda” diye sorduğunda, alacağın cevabın beş aşağı beş yukarı belli olması gibi.
Kanıksamak diyelim, gözyaşına alışmanın bu türüne de.
En acı olaylara bile, kuru, çapaklı gözlerle çipil çipil bakmak.
* * *
Oysa gözyaşı, ağlamak, bazı insanlar için aşık olduğu anlar kadar sayılıdır. (15-20 kez aşık olmak da, nihayetinde sayılıdır)
Sorsan, bağıra hıçkıra ağladığı zamanları, mendiline kadar teferruatıyla anlatır.
Lâkin gazetelerdeki, ekranlardaki “Milletçe ağlıyoruz” başlıklarıyla davet edildiğimiz gözyaşı haberlerinden “Son üçünü say” deseler... Salı, çarşamba, perşembe...
Bu durumun, “merhamet yorgunluğu”na yol açabileceğini düşünüyorum.
Onun da farklı seyreden iki ayrı türü var.
O da sonraki yazıma kaldı.
Paylaş