Paylaş
Canın çekmiyorsa... “Hele havalar az serinlesin...” dersin, karşındaki terleyerek “Haklısın” çeker.
Arzulamadığı bir sohbet, o an istemediği bir “meşgale”, güneşten beter karartır insanı zira.
Hele yazsa, en cehenneminden... Tahammül normallerinin üzerinde seyreder, fırında iç sıkıntısı.
“Mevsimsel muhabbet”lerin ana mevzusu da tatil kıpırtısıdır üstelik.
Ya gitmekten, ya gidememekten...
* * *
“Tatil” deyince, “seyahat”ten, “gezi”den söz etmiyorum elbet.
“Tatil”in, Jules Verne’lerden, Kolomb’lardan, hatta Ayşegül Geziyor’lardan beri hayalimizde aç-biilaç uyuklayan “seyahat”ten, hele “devrialem”den çok farklı olduğunu biliyoruz.
Seyahat insanoğlunun en eski düşlerinden birisi. Çünkü merak, kediden önce insanın hasleti.
Gezmek, yeni, farklı yerler görmek, kendi cürmünce “keşfetmek”, keyfinin yanısıra kıymetli.
Lâkin herşey bir yere, bir raddeye kadar tabi.
Mevzu “seyahat” bile olsa, ayağını yorganına, hayallerini ortopedik yastığına göre uzatan insanlarız nihayetinde.
Kaçmak da, uzaklaşmak da, kilometre de bir yere kadar.
* * *
Hele cümbür cemaat “tatil” deyince... Bütçesi var, “uzun yol”u var, çoluk-çocuğu, torun torbası ve asıl önemlisi, ah o yorgun alışkanlıklar var.
Rota da, menzil de, seyahatname de “makul” olmalı.
Makul mesafedeki, makul bir yere, makul zamanda, makul koşullarda gitmek gerek.
Makulün dışına, aşırıya kaçtığımız tek şey, ağzı zor kapanan bavulumuz, ki o kadar da olsun.
Alışkanlıklarımızı, şeylerimizi, “evimizi” az-biraz taşıyacağız, yanımızda götüreceğiz oraya elbet.
Ki kendimizi evimizde hissedelim.
“Tatil yeri”ne ayak bastığımızda bizi “Evinize hoşgeldiniz”, “Kendinizi evinizde hissedeceksiniz”, "Tatildeki eviniz" pankartlarıyla karşılasınlar.
Turist olamıyoruz zira biz.
Evli evince, köylü köyünce... Bi güzel yerleşmek istiyoruz.
“Başka bir yer” istemediğimiz gibi, “başka bir kendimiz”i de istemiyor, aramıyor yahut bulamıyoruz dar zamanlarda.
Ahval ve şerait böyle olunca...
“Uzanmışım kumsala /Güneş damlar içime...”
* * *
Öyle işte.
Bu yıl da turizme destek adına, 10 günlük “görevsel bayram tatili”nin arifesindeyiz.
“Herşey dahil, hayaller eksik” oteller, “dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” biz tatilcileri bekliyor.
“Bayramda sen nereye gittin?” diye sorduklarında, bayramlarda pek bir yerlere gitmesem de, gitmiş gibi olacağım yine.
Aynen benim düşündüğüm ve düşündüğüne kalben inandığım -en az- 10 milyonlarca okur gibi, biraz mahcup; “Çoluk-çocuk, torun torba var mâlum, ‘deniz tatili’ yaptık mecburen” demek geçecek, içimden.
Elalem sansın ki, çoluk ve çocuk olmasa yaylalardan dağlara, safariden kutuplara, en uzak denizlerden çöllere, yaman bir devrialemin koordinatları hazır navigasyonumuzda.
Ama olmayacak işte; akla vurduğumuzda ensemize şaplak yiyeceğimiz nedenler, bahanelerle, bir türlü olmayacak.
* * *
Söylemeye dilim varmıyor ama... İşte o mahur bahanedeki, “çoluk” kısmı bizzat biz oluyoruz kıymetli tatilciler.
Çoluk, yani o fevkalade kullanışlı kelime, halk ağzında hindi ve -dağlara taşlara- “hayvanları bağlamak için boyunlarına geçirilen U şeklinde ağaç” anlamına geliyor.
Mevzu tatil değil seyahat de olsa, -hazırda yazlık (tatildeki eviniz) yoksa- önce hindi gibi düşüneceğiz.
Ardından makul bir yere, yormayan bir yolculuk...
Sonra da yılbaşı hindisi zaten.
Paylaş