Paylaş
Lâkin böyle bir çaba, “casus belli”, yani savaş sebebi sayılabilir, baştan uyarayım.
Zira, majestelerinin tüm gezilerinde çayının demleneceği suyu bile yanında taşıdığı söylenir.
* * *
Neyse... Kraliçeli “Gazoz olma efsane ol” reklamı bir yana, gazozun gerçekten “efsane” olduğu dönemler vardı.
Önceki yazımda 60’lı yıllarda büyüyen bir kısım çocukların, hayatlarına durma milat yerleştiren bir sürü değişime tanık olduklarına değinmiştim.
O hengâmede gürültüye gitmesin diye, bir başka “milat”ı bu yazıya sakladım.
Eski kuşaklar, Gazozdan Önce-Gazozdan Sonra (GÖ-GS) meselesini hayretle yaşadılar.
Biz GS döneminin çocukları, bayılırdık sade gazoza... Denk gelirse, içine bir avuç beyaz leblebi de atardık.
Gazozsuz hayat, bizden önceki kuşaklar için nasıl bir yoksunluk-yoksulluktu kimbilir!
Bir gazoz bile köpürtmeden, bir kola bile içemeden, mide fesadına uğramadan, asitsiz-gastritsiz-ülsersiz-obezitesiz, sıradan ve sıkıcı bir hayata nasıl katlandılar...
Doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.
* * *
İşte daha önce yazdığım yerli Oralet’in icadı, gazoza geçiş dönemine o yoksunlukta alternatif çözüm getirmişti, eksik olmasın.
Gazozdan Önce dışarıdaki soğuk meşrubat menüsünü, limonata, vişne suyu, demirhindi, şerbet, yayık ayranı, sıkılmış meyve suyu, turşu suyu, bozayla özetleyebilirim. (bkz: Yemeğin yanında önce sürahide su, sonra şişe suyu içen nesil)
Aroması laboratuvardan yahut “merdiven altı üretim”den değil, özünden, sütünden-meyvesinden-sebzesinden filan gelen sağlıklı zımbırtılar içiyorlardı yani.
* * *
Evlerdeki klasik meşrubat mönüsü ise, limon kabuğu, limon tuzu, şeker ile bekletile-yoğrula yapılan has limonata, hoşaftan bozma vişne şurubu, meraklısına karanfilli, çubuk tarçınlı soğuk lohusa şerbeti ve süzme yoğurttan ayrandı sanırım.
İşte o “düzlük”te soğuk suyun içine az karbonat katılarak hazırlanan Oralet, gazoz çocuklarına acil yardım malzemesi oldu.
* * *
Sade gazozun icadından sonra, meşrubat menüleri -kasalarca- evrim geçirdi.
Ve dışarıdan satın almaktansa (alamamak dahil), karbonat, az limon ve şekerle yapılan “ev gazozu” girdi devreye. Maksat, çocukların nefsi körelsin.
(“O dönem siyah-beyaz TV hariç hemen herşeyin ev yapımı versiyonu vardı” desem, abartı-mübalağa sanatım makul sınırlarda kalır)
Eh, ev gazozunun farklıydı tadı, ama aslolan niyet.
Tadı anılarda kalan o gazoz, dışarıdakinin yerini tutmasa da evin meşrubat rutini açısından köklü bir “değişiklikti” sonuçta.
* * *
Yavaş yavaş, evde yapılan/yapılabilen bir çok şeyin, dışarıdakinin (yani parayla satın alınanın) yanında itibar kaybettiği bir dönem geliyordu.
Bugün “Ev Yemekleri” lokantalarının, “Anne Köftesi”, “Hakiki Limonata” “Anne elinden börek” türünden sloganların ironisini hazmetmek zordur, o kuşaklar için.
Ev yemeği yemek için kalkıp restorana gitmek, en azından o kuşaklar için enteresan bir durumdan öte, paradokstu tabi.
Murat Belge gibi sorarlardı adama:
“Peki evde ne yeniyor o zaman?”
Sosyolojik açıdan, keyifli bir araştırma-tez konusu...
Kim, kiminle, nerede, ne zaman, ne yiyor?
Devam edeceğim.
Paylaş