Paylaş
Evini sadece başkaları, onların evine dair muhtemel beğenileri için döşemek nasıl bir psikolojidir...
Tümüyle kendisi için döşemek, nasıl?
Hangisinin evi daha çok eleverir, gözler önüne serer kendini...
Hangisi insanı evinde bile yabancı hissettirir?
* * *
Evini, en azından önemli bir bölümünü başka insanlar beğensin diye düzenleyenlerin, çoğu kez başkalarının beğenilerini “moda” olarak paketleyip sunan trendlere yakalandığını sanıyorum.
Ama insanların evleriyle de beğeni arayışının, onları evrensel yahut batılı modellerden çok, ulusal dekorasyon geleneklerine sürükleyebildiğini de biliyoruz.
Bilhassa bizden önceki kuşaklarda...
Radyonun üstündeki dantel örtü ve biblo... Aynı dantel takımın sehpalarda, koltuk kolçaklarında, yemek masasında boy göstermesi... Gümüş ya da Alman Gümüşü şekerlikler... Kristal ya da öyle görünümlü avizeler...
Aslında eşyaları saymaya da gerek yok.
Kapısı sadece konuklar gelince açılan, mobilyaların üzerindeki örtüleri kaldırılan misafir odaları, modanın değil geleneğin ifadesidir.
Evin “hayat” alanı salon, misafir dışında girilmezdir. Ev ahalisi geriye kalan 2 ya da 3 küçük odada geçirir yaşamını...
Eh o zaman sen o mekanda bırak evsahipliğini, misafir bile değilsindir.
* * *
Günümüzde, en azından “şehirli” hayatlarda, bizim çevremizde artık pek öyle değil.
Lâkin kentleri saran “blok ev mimarisi”nin tek düze manzarasından, evlerin içleri de nasibini alıyor.
Ve o evleri çoğu kez ve sadece “iyi, kötü, çirkin” kıstasıyla birbirinden ayırıyoruz.
Seçenekler arasında “güzel”e, "farklı"ya nadiren rastlanıyor. Zira o pek sunulan bir ayrıcalık değil.
Bu tek düzelik içinde, “home decoration”ın vitrinlerde kurduğu evler, perdeden avizeye, oturma gruplarından yemek gruplarına yine bir örnek sarıyor haneleri.
Evlerdeki heybetli oturma, yemek gruplarından, salonu koca adımlarla dolaşan canlı ya da imitasyon deve tabanlarından, insan gruplarına ne kadar alan kalıyor, o da mühim değil.
“Ev modası”ndan uzak kalmamak, “stil”ini o konseptle pekiştirmek önemli.
Ki evinin içiyle de ayrık otu, öteki olma...
* * *
Farklı evleri, az biraz TV dizilerinden izlemek mümkün. (Dizilerdeki tek tip dekore edilen şaşalı, "ağır" evleri saymazsak tabi)
Yoksul yahut orta hâlli ailelerin -kör kör parmağım gözüne- aynılaştırılan evlerinden de söz etmiyorum.
Mâlikaneler, köşkler, konaklar, yalılar, yazlık-kışlık villalar, rezidanslar gözdesi dizilerin.
Gazeteci-yazar Songül Hatısaru’nun “Dizilerde Başrol Evlerin” söyleşisini okumuştum.
Söyleşide TV dizilerine kiralanan mekanlar için ödenen paraların, oyuncuların aldığı ücretlerle yarıştığı vurgulanmıştı.
Bir buçuk yıl öncenin fiyatlarıyla, günlük 10 bin, aylık 75 bin liraya ulaşıyormuş dizi evlerinin kiraları...
* * *
Gözde evlerin tercih edilen özellikleri de enteresan.
Eğer eviniz, entrikaya müsaitse köşeyi döndünüz.
“Odalarda konuşulanları dinlemeye yarayacak merdivenler, ev ahalisine paralel entrikalar yaşayan çalışanların göründüğü geniş bir mutfağınız varsa, hele bu ev bir de şehir merkezinde ise” diziler için biçilmiş kaftan.
“Arka kapı” da olmalı tabi.
Aşığınız da oradan sıvışacak, siz yokken evinizi karıştıran “kötü karakter” de...
* * *
“Konağınız, yalınız, köşkünüz, Riva, Polonezköy, Gebze, Küçükçekmece’de geniş bahçe içinde görkemli bir eviniz yoksa sakın üzülmeyin.
Çünkü rezidanslar da revaçta.
Zira son dönem Türk dizilerinde esas oğlanların hepsi çok zengin, çok yakışıklı, şahane adamlar. Haliyle güzel evlerde oturuyorlar. Profil bu olunca loftu, rezidansı, ‘penthouse’ı da yok satıyor.”
Dizilerde evler öyle önemli ki, neredeyse roller de oyuncuya değil eve göre yazılıyor.
Tuhaf ama anlaşılır bir durum bu.
Bazen insanların hayattaki rollerinde de, evleri etkili oluyor zira.
Paylaş