Dağa küsen tavşanın kıymeti

ON iki yıl insan hayatında neye tekabül eder?

Haberin Devamı

Eski tedrisatla; Orta okul, lise, üniversite, üstüne bir de 2 yıl askerlik, meselâ.

Yahut en son 5-6 yaşında gördüğün evlâdınla, genç kız/delikanlı olarak karşılaşmak...

Müzisyen, besteci Ergüder Yoldaş, 25 yıl önce Büyükada’ya bıraktı kendini. Ve 12-13 yıl kaldı.

Sahipsiz değildi... Ama kendi kararıyla orada uzun süre, anca kulübe denilebilecek bir barakada “evsiz” hayatı yaşadı.

* * *

Elektriği, suyu, pilli radyosu bile olmayan o barakada onca zaman.

Enstrümanı da yoktu, ama besteler yaptı zihninden... Ve onları notaya döktü.

O yılları sonradan, “Bir ayıklanma süreciydi...” diye özetledi.

Neydi ayıklanan?

O kısmı bize düşmez.

Dağa küsen tavşanın kıymeti

Haberin Devamı

Onunla yapılan ender röportajlara, yazılanlara bakılırsa...

Küsmüş; öncelikle müzik piyasasına...

Pişmanlıkları da varmış. Belki -oğlunun deyişiyle- kendini de cezalandırmış o inzivada.

Eğilemediği için de kırılmış, belki sevdiklerini de bazen kırdığı için...

O kısmı da, bize düşmez.

* * *

Müzik, şiir, yazı, sanat ve alkol, aynı şişede buluşabilir.

Lâkin şişede durduğu gibi durmaz, şişesine sığmaz çoğu örnekte.

Zehir-zemberek bir kokteyldir çünkü. Edip Cansever’den mülhem, içersen “korsan ağzıyla” içilir.

Hükmü, yargısı, mahkemesi bize düşmez.

* * *

Ada’ya gitmenin arifesinde Yoldaş’ın repertuarını, radyo repertuarından da kaldırmışlar. “Modern değil” gerekçesiyle...

O da kalkmış, gitmiş Ada’ya.

İnsan birine küser, fenası kendine küser, en belalısı hayata küser bazen.

Kolaydır küsmek, aslolan sonrası...

Onun küskünlüğü, daha kimbilir nerelerden.

* * *

Sait Faik Burgazada’ya çekildiğinde, İstanbul’a “küsme” nedenini şöyle özetler:

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. İstanbul’da her şey bir insanı sevmekle bitiyor...”

“Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış...” deriz ya, gücün-güçlünün, iktidarın yanında durarak...

Tavşanın ayağı, öyle değil her zaman.

Dağa küsen tavşanın hikayesinin kıymeti, onun cesareti, dağları delen Ferhat mitinden az değildir.

Haberin Devamı

Ve ben asıl tavşanın hikayesini merak ederim. (¹)

* * *

Yoldaş, karlı bir kış gününde veda etti hayata.

O yaman inziva sürecinde, Ada’nın ayazında, kız kardeşi gelmiş yanına.

“Ağabey gel, götüreyim seni. Burada üşümüyor musun?” demiş.

Yanıtı kesin olmuş Ergüder Yoldaş’ın:

“İçime karlar yağıyor; ama gelmem.”

* * *

Onu Attila İlhan’ın dizeleri, Nur Yoldaş’ın sesiyle Mahur ve Sultan-ı Yegâh besteleriyle tanımıştık daha çok.

O dizeler, yine yerine oturuyor:

Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak

çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak

su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak

belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın...”

Haberin Devamı

İlginçtir; saltanat, bir tek Klasik Türk Müziği’ndeki Sultan-ı Yegâh “makamı” için güzel.

 

(¹) TAVŞAN DELİĞİ Büyük Britanya Kraliçesi Victoria, matematikçi, yazar Lewis Caroll’un “romanlarından birisini” kendisine ithaf etmesini ister. Caroll da romanı yerine, keskin ve hınzır bir ironiyle matematik kitabını kraliçeye ithaf eder. Şimdi birine Victoria’dan bahsetsek, lâf-ı güzaf. Ama Alice Harikalar Diyarı’nın yazarı Caroll desek... Zaten Alice de Harikalar Diyarı’na, “tavşan deliği”nden geçerek ulaşmıştı değil mi?

 

Yazarın Tüm Yazıları