Çürüm çürüm çürüyesi yapılar

ANKARA’dan bildiriyorum; Mithatpaşa Caddesi’nde Behzat Ç. dizisine bile -lezzetli- meze olan üst geçit, haberimizin hemen ardından kaldırıldı (stop). “Yerel haber sorun çözer” diyerekten, siyasetteki kafiyeli slogan furyasına biz de -breh breh- katılalım, bari-gari...

Haberin Devamı

Dizideki espriden devamla, “Zaten bir kişinin kullandığı, ama onun da ücrada cinayete kurban gittiği” o meşum üst geçit, baştan yapılmayacaktı aslında da... Geç bile kaldırıldı.

Hiç olmazsa sokak arasında rızkını arayan hurdacılara soluk olur:
“Hiç kullanılmamış üst geçitler geldi, hanım...”
* * *
Kullanılmadığı ya da izinsiz/onaysız inşaatı mahkeme marifetiyle durdurulduğu için çürüyen yapılarımız az değildir.
En irisinden misal, Eskişehir Yolu’ndaki Dev Demir Kafes’tir de...
Çürüyüp giderken, o da kanal tedavisi kurtarmayan 20 yaş dişi gibi sökülüp atılmıştır.
“Hiç kullanılmamış inşaat demirleri, çelik kafesler, sütunlar geldi, hanım...”
* * *
Daha önce de yazmışımdır ama, söylemesem çatlarım.
Avrupa’nın en büyük fıskiyesine de soyundu bir ara Büyükşehir Belediyesi... (Fıskiyeye giren soyunur, danaya giren makul soyulur)
Diktiler Gölbaşı’na... İki fısladı, sustu. Çektiler sağa, yıllarca selvi boylu Transformers cesedi gibi yattı, çürüdü kıyıda.
Sonra, fıskiyenin iş görenini de kırdı körolası vandallar da... “Fışkiyeyi kim kırdı” sorusu, Başkan Melih Gökçek’in nadide humoruyla girdi literatüre...
“Hiç kullanımlamış fıskıyelerimiz, az hasarlı fışkiyelerimiz geldi, hanım...”
* * *
Yani, her gördüğümüzde “çürüm çürüm çürüyesin” türküsünü mırıldandığımız, kaldırılmasını dört gözle beklediğimiz ucubiklerimiz çoktur buralarda.
“Reca ederim bu bahsi kapatalım” sızlanmalarını duyar gibiyim ama..
Yine ve bilhassa üst geçitlerimiz, Gökkuşağı gibi elden ele/daldan dala dolaşan projelerimiz, inşaatı durdurulunca yıllarca içindeki dev vinciyle kalan Çankaya ya da AOÇ’deki metruk Marmara otellerimiz, ortada...
“...... .... .... geldi, hanım...”
* * *
Erdoğan Bayraktar bile TOKİ Başkanı olduğu “oki-DOKİ” dönemde dayanamadı... Başta Demir Kafes’i kastederek, “Bazı yapılar şehrin estetiğini, silüetini bozuyor. Bazen yıkmak yapmaktan daha iyidir” dedi.
* * *
Ama “yıkmanın yapmaktan daha iyi olduğu” durumları bile, yıllar sonra hopdedik tersine döndürmeye bayılırız.
Taksim Topçu Kışlası mesela...
Yetmiş beş yıl önce -doğrudur/yanlıştır- yıkmışsın bir kere, meydan ferahlamış.
Şimdi kalkıp o “meydan”da imitasyonuna heveslenmenin -rant dışında- ne manası var.
(Atıncı hissim diş ağrısı gibi vızıldanıyor; “Asıl ‘mana’ orada, da, da...”)
* * *
Yahut Ankara’nın tarihi Kızılay binası...
Yangından mal kaçırır gibi, 35 yıl önce abuk-sabuk bir kararla yıktırıldı.
Yerine heyula bir AVM dikildi...
Başta Kızılay olmak üzere, bir tanecik meydanı kalmayan “Başkent”te...
Madem o bina gitmiş, o alandan meydan olarak faydalansanız ya a benim -şaşı- gözüm...
Yok, mümkünatı yok...
Bizdeki “siyasi agorafobi”yi psikiyatrist yazar Irvin Yalom’a götürsen Divan’ından kalkamaz, oturur Nietzsche ile birlikte ağlaşır...
* * *
Ankara’dan bildirdim; ya sizin oralarda hava nasıl biliyor musun?
Ağlıyor musun...

Yazarın Tüm Yazıları