Paylaş
Çeyrek asır önce günde 6-7 fincanın altına düşmezken, bir fincana indi kendiliğinden.
Öyle sağlıktı, kafeindi filan düşüncesiyle aldığım bir karar değildi asla.
İçtiğimiz kahveye gelene kadar, neler sızıyor bünyeye...
* * *
Birden bire lezzetiyle geçinememeye başladım.
Tadı uzak, sanki metalik geldi... İçemedim.
Tam bilemiyorum ama sanırım 15 yıldır tümüyle yok oldu damak coğrafyamdan.
Yılda toplam 1-2 fincan içiyorsam, ani bir ikramı geri çevirememektendir.
* * *
Eh, likidomanyak (uslanmaz sıvı tüketici) bir organizman varsa, yerine bir şey koyacaksın.
Filtre kahveyi denedim; farklı markaları, demleme usullerini... Olmadı.
Eskiden bir fincan içtiğim sade Türk Kahvesi’ne yüklendim, çaresiz.
* * *
Fincanda soğumasın, gözüm doysun diye, camı incecik boylu-poslu çay bardağında içmeye başladım.
Sonradan çay bardağında içilen Türk Kahvesi’ne Ege’de Süvari, Akdeniz’de Tarz-ı Hususi dendiğini öğrendim.
Süvari adı hoşuma gitti doğrusu; hani atınla hababam gidersin de molada bardakta kahveni yüklenip, dörtnal devam edersin...
İyice alıştım, -eksik olmasın- daha da beğendim.
Hayatımdan tümüyle çıkmasa da, çok ama çok azalan, numunelik kalan bir şey daha var.
Onunla ilişkimin sabahları kuru kuruya bir “Merhaba-Merhaba”ya indirgenmesi, biraz hüzünlü gelmişti bana... Hazindi.
O çaydı çünkü.
Bozaydı, salepti, yok espressoydu... Öyle arada uğrayan, turistik bir yudum değildi...
Ihlamur filan desen, şânı zaten gribal enfeksiyondan...
Çay, kadim lezzetiydi hayatımızın.
Çaysız hayat, hataydı...
* * *
Gençliğimde sabaha eren gecelerin lezzeti.
Bekar evlerinde odun sobasının üzerinde dinlenen, bazen de semaverde, demlik üstüne demlik...
Kelimeler, çaydan-dereden gelir de, hızla karışırdı sohbete.
O muhabbetin, -ne bileyim- vazgeçilmez şeysiydi.
* * *
Ya çocukluğum?
Anamın sabahları demleyip de kararmasın diye ocaktan aldığı, soğumasın diye de üstüne kalın kapitone kılıfını giydirdiği evladiyelik porselen demlik.
Ve kışın sobada kızarmış, “francala”nın kokusu...
Koku duyumuz olmasa, hafızamız naçar kalırdı. Hatıralarımız yavan...
Çaya nasıl ihanet edilirdi?
* * *
Sanki tanrının elinden alıyordu o çay demini... O ritüeli, o mütevazı kahvaltı sofrasını tanrısal kılmak için.
Çaydı zira; demini almazsa, çiğ kokarsa da olmazdı. Kararırsa da...
Kokusu kıvamında, rengi de okkalı olmalıydı, üstelik.
İnsan kanını saymazsan... Tavşanın kanını hiç görmeyen, iyi ki görmeyen, ama çayı ona benzeten bir kuşaktık.
Artık kanı, güzel, normal olan hiç bir şeye benzetmemekle, “Kana kan intikam” eşlendirmemeleriyle başlamalı barış lisanımız.
* * *
Çay sohbetimiz, biraz daha sürecek...
Paylaş