Paylaş
Çayolog Adolf Goets, bazı mekanların “çay içmek isteyenlerin ihtiyacını karşılamakta gösterdikleri sevgisizlik ve düşüncesizlikten” yakınır.
Bir çok kafede, pastanede öyle değil midir?
Siparişinizi soran garson, “Bir çay” deyince, bazıları “Sadece o kadar mı?” gibisinden bakar gözünüze.
Ya da saatlerdir kaynayan katran karası, bulanık bir sıvıyı getirir önünüze. “İçen olmasa, dökecektik” bakışını gizlemeye çalışarak...
* * *
Esasen, özenin/özensizliğin memleketi yoktur.
ABD’nin efsanevi başkanı Abraham Lincoln bir yerde çay ister.
Önüne gelen “şey”e bakar ve söylenir:
“Garson, eğer bu bir kahve ise, ben çay ısmarlamıştım. Yok eğer bu bir çay ise, iyisi mi siz bana bir kahve getirin...”
* * *
Bir Çin atasözündeki “Bir cinayet bağışlanabilir, ama çay servisindeki bir kusur asla bağışlanamaz” raddesine varmasa da, bunlar can sıkıcıdır.
Çünkü çay hoşgörünün, bazen seremoninin, bazen kalenderliğin içeceğidir.
Çay ikramıyla konukseverlik, köye-kente, zengine-yoksula bakmaz. Hemen her mekanda size -gönülden- ikram edecek biri vardır.
Çayın Kültür Tarihi kitabında 22 yıldır çay içtiğini vurgulayan Reimertz, çayın ruhunun, “hoşgörü ve yaratıcılığın ruhu” olduğunu söyler.
Ve ekler:
“Yağmur, dolunay ya da çiçek zamanında, insan sık sık dostlarını düşünür. İşte çay sanatının ruhu, tam da budur...”
* * *
Lâkin hızlı toplumsal değişmeler, insanların değişen öncelikleri, alışkanlıkları, kuşkusuz çayı da etkilemiştir. Sunumunu, hatta sunumunda dilini bile...
Modacı, 18. Yüzyıl’ın stil ikonu George Bryan Brummel, Mrs. Darcey’nin “Bir fincan çay alır mısınız?” sorusunu sert yanıtlar:
“Madam, bir ilaç alınır, ama bir çay içilir...”
* * *
Brummel zaten bitki çaylarını kara çaya ihanet olarak görür.
Ona göre, o “zerzevat”ın yeri mutfak değil, ecza dolabıdır.
Serttir dili ama zaten kendisinden “küstahlık ve saygının, en sert, güzel karışımı” olarak söz edilir.
* * *
Yeşil çaya ya da bitki çaylarına gelirsek...
Yine, poşet çay meselesine toslarız. Meraklısı dışında, gerçekten doğalına yönelen azdır doğrusu.
Ötesi bizde gerçeği yansıtmayan adlandırmaları da vardır bu meselenin.
Misal yeşil çay...
Aslında en eski çaydır, çünkü çay bitkisinin mayalanmamış halinden elde edilir.
Sarımsı-yeşilimsi rengiyle özellikle Doğu Asya’da, Çin’de yaygındır. Ve şifalıdır.
* * *
Murat Belge, bizdeki yeşil çayların bununla alakası olmadığını vurgular:
“Sonuç olarak, ‘yeşil çay’ dendiğinde dünyada bir şey anlaşılıyor. Türkiye’de başka bir şey anlaşılıyor.”
Ve yazısını, “Türkiye’deki ‘yeşil çay’ ne kadar dünyadaki ‘yeşil çay’sa, Türkiye’deki ‘demokrasi’ de o kadar dünyadaki ‘demokrasi’...” diyerek bağlar.
* * *
Herkesin çay keyfi; seçtiği çay çeşidi, demleme yöntemi, bardak tercihi, ona ayırdığı-ayırabileceği zaman kendine...
Kimsenin zevkine, keyfine limon sıkmak istemem.
Mesela, çaya limon sıkmak da bence bir nevi ihanettir. (Bu önyargım balıkta da geçerlidir)
Lâkin ve elbette karışmam, hiç işim olmaz. Elimde olmadan, şöyle bir göz ucuyla bakarsam da, affola...
Kırmızı şaraba bazen buz atan, bazı viskilere bolca su katan, eskiden Kanyak’ı kolayla içen birisi olarak, böylesi konularda bana söz düşmeyeceğini de epeydir bilirim.
Ağız tadı, ağzımızın tadıdır...
Kulağımızın arkasıyla birlikte, o da bize kalsın.
Paylaş