Paylaş
En bereketli dönemimdi. Bir tek soruna, yani rögara odaklanmak geliştirdi beni tabi, derinleştirdi.
Memleketimin tek “rögar yazarı” olmamın kazandırdığı şöhret de cabası.
Ama bu branşı seçerken, meşhuriyet peşinde değildim asla.
Rögarları yazıyordum. Zira bu memlekette kısa vadede çözülebilecek tek sorunun o olduğunu seziyordum.
Çözülseydi ve çorbada benim de tuzum olsaydı, harika olacaktı.
Torunuma rögar kapaklarını gösterecek, “Bak... Bu kapaklarda benim de emeğim, aklım-fikrim var” diyecektim.
Öldükten sonra da belki, merkezi bir yerdeki bir rögar kapağına benim ismimi vereceklerdi.
* * *
Heyhat, olmadı/olamadı.
Kayda değer bulunmadı, memlekette bunca önemli sorun varken.
Oysa böylesi şartlar altında bir rögar önemliydi, bir de kapakları...
Demokrasi, adalet, özgürlük filan kadar olmasın...
Bizim en mühim ve çözülmesi için AB standartları gerektiren ilk meselelerimiz arasındaydı fikrime göre.
Milli meselemizdi üstelik.
* * *
İşte geçenlerde İstanbul’u 1453. kez sel bastı.
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, zaten felç.
Su baskınların ana nedenlerinden birisi rögarların patlaması yahut yetersiz kalması.
Ankara dersen, Türk İşi Rögar Olimpiyatları’nda açık ara öndedir her zaman.
İnsanlar denizcilik-tekne ehliyetini Ankara’nın gölünde alır, resmi dalgıçlık stajını da altgeçitlerimizde yapar.
* * *
Sadece çatlaması-patlaması, her yıl binlercesinin çalınması değil sorun.
Bizde hâlâ rögar kapağının asfalt seviyesi tutturulamaz.
Ya çukurdur, ya da tepecik...
O kapakları yerleştirenlerin tümü miyop, astigmat ya da hipermetrop mudur.
Yoksa plansız-programsız kazılar vb. nedenlerle bitmeyen yap-bozu mu ayarını bozar rögar kapaklarının, bilmiyorum.
Batı’da, Uzak Doğu’da rögar kapakları artık birer sanat objesine, rögar kabartmaları rölyefe, asfalt resimlerine dönüşürken...
Bizde hâlâ kara mizah malzemesi:
“Komutan Logar, bir cisim yaklaşıyor efendim...”
GORA filminin Komutan Logar tiplemesini anımsıyorum, her rögar çukurunda yahut çıkıntısında...
Rögar yolların, caddelerin, sokakların döküm apoletli komutanı.
Yaklaşan cisim ise bahtsız otomobiller, yayalar, sokak hayvanları...
* * *
Bununla da bitmiyor sorun.
Tuzak rögarlar asfalta öyle bir serpiştiriliyor ki, slalomun üstadı olsan, üçüncüde yakalanırsın.
Bu kadar zorsa, bir rögar kapağını asfaltla aynı hizaya ayarlamak…
Yahut biz beceremiyorsak... Ya yurtdışından bir uzman heyet getirtelim, onlar halletsin.
Ya da bizim “kaldırım mühendisleri”ni oralara temel eğitime filan gönderelim.
AMERİKAN TRAŞI
AMERİKA’nın vize ambargosu, herkeste yine beyin fırtınası yarattı.
“Ne yapsak, ne etsek” de, ABD’yi hizaya getirsek...
Yaklaşık 10 yıl önce soykırım kararı nedeniyle Fransa’yı boykot etmek için de birbirinden “zihni sinir” projeler dökülmüştü ortaya.
“Acep Fransa’ya ne yapmalı” sorusu önce Belediye Meclisi’ne geldi:
“Paris Caddesi Sütçü İmam olsun” diyen de çıktı, “De Gaulle de Talat Paşa Caddesi yapalım” diyen de...
Lâkin biz “De Gaulle Caddesi”nin ismini sünnet edip, “Dögol” yapmıştık zaten.
Bir sonuç çıkmadı.
* * *
Sonra taksiciler de kalktı ayağa:
“Fransız yolcu almayacağız!”
Reno’larına binen turiste soracaklardı herhal:
“Est ce que tu es Française?”
Turist “Oui (Vıy)” derse, taksici hoplayacak:
“Vay!”
* * *
Şimdi de ABD krizi kültür boksuna dönüştü.
Berberler, camlarına “Bu işyerinde Amerikan traşı yapılmaz” tabelası asmışlar.
Başka protesto önerilerini düşününce, en akla uygunu bu geldi bana.
Bir yerde traşı kesmek lazım.
Paylaş