Paylaş
O an ne yapıyorsanız, öyle.
Sadece beyin donup kalmasa...
Zihinsel melekeler aynen sürse...
O “an”a kadar yaptıklarımızı, yapmayı planladıklarımızı düşünsek.
Ölmeden önce yapmak istediğimiz şeyleri bir kez daha gözden geçirebilsek...
Donduğu o an, “Olsun, yaşadım doya doya” diyebilecek mi hiç kimse?
* * *
Heykele, bronz bir cesede dönüşen o gövdenin içinde hala kıpırdayan
aklımızla düşünebilsek.
Tüm hayatımızı terazinin iki kefesine bölüştürsek...
Yaptıklarımızdan duyduğumuz pişmanlıklar mı hakim olur beynimize?
Yapamadıklarımızdan duyduğumuz pişmanlıklar mı...
An dondu, zaman durdu.
Şu an ne yapıyorsak, öylece kaldık.
Yaşanacak bir hafta, bir gün, bir saat, hatta bir dakika bile yok.
Ne 1 saat sonra buluşulacak sevgili, ne 1 ay sonra yapılacak maaş zammı, ne de 1 yıl sonra beklenen terfi, ne 10 yıl sonra son taksidi ödenecek ev kredisi...
Yok, dondu, durdu herşey.
* * *
Sadece birdenbire hapsolduğumuz o “an”.
Başka hiçbir şey!
Ne görürdük, dünün-bugünün-yarının “ayna”sında?
Sadece hayalkırıklığı mı?
Kaçıp giden “bugün”lerin, o donduğun an karşına çıkan flu silüetleri mi?
“Keşke”leri mi, “Tüh”leri mi...
* * *
Jorge Luis Borges’in ‘Babil Kitaplığı’na aldığı Giovanni Papini’nin “Kaçan Ayna” öyküsü, böyle bir fantaziyi, durumu işliyor.
Papini, biz “uygar” insanlardan farklı olarak “vahşiler”in geleceği öngörmediğini söylüyor:
“Ama biz, biz uygar insanlar, biz yeni insanlar, gelecekteki lütuf için yaşarız. Yaşamımızın tümü, gelmesi gereken şeye yöneliktir.
İleride olacak şeye.
Bugünü yarına adarız.”
* * *
Bütün bir “şimdi”nin, gelecek uğruna feda edildiğini anlatıyor Papini.
O geleceğin de giderek şimdiki zamana dönüştüğünü, sonra o “bugün”ün de bir başka geleceğe adandığını vurguluyor.
Günden güne “kaçan”, uzaklaşan bu geleceğin peşinde koşmayı “korkunç bir oyun” olarak nitelendiriyor, ardından.
* * *
Evet... “Şimdi”yi, “bugün”ü henüz ne olacağını bilemedimiz “yarın” uğruna feda etmek korkunç bir oyun.
Kumarhanede 10 oyundan en az 7’sini kazanacağı kesin olan (çünkü öyle ayarlanan) “kollu canavar”a jeton atmak gibi...
Bazen tüm ziller çalıyor, tüm lambalar yanıp sönmeye başlıyor; mezun oluyoruz mesela, evleniyoruz istediğimizle, iş sınavını kazanıyoruz...
Ve sonra, nasıl da avutuyoruz kendimizi.
Bugünümüzü, yine başka bir yarına adıyoruz.
* * *
Papini soruyor kitabında:
“Yarının uzak kokusu olmasa, bugünün kara ekmeğini kim yerdi?”
Evet, hepimiz hevesli tazılar gibi yarının o gizemli kokusunun peşindeyiz herhal.
Ama şu an, şu saniye, bu kentte yaşarken, “o uzak yarın” hangi kokuları getiriyor?
Paylaş