Paylaş
Otuz dokuz yıl önce bugün, 21 Temmuz’da hayata veda eden Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Heykeltraş Mari Gerekmezyan…
İkisinin 70 yıl önceki aşkı, Heykeltraş Rodin ile Camille Claudel’in efsane hikayesinden içlidir de…
Yazar Karin Karakaşlı dışında anlatanı pek olmamıştır.
* * *
Aralarındaki aşk dillere destan olur ama kanatan dedikodular eşliğinde…
Asıl Mari için beterdir durum.
Kadındır, Ermenidir, sanatçıdır, evli bir adamın sevgilisidir...
Ankara’da Resim ve Heykel Müzesi’nde eserleri sergilenir, peşpeşe ödüller alır.
Ama sanat dünyası, basın görmezden gelir hep.
Her yönüyle, “dışarıdaki”dir çünkü…
Ailesi, kendi “cemaat”i de dışlar Mari’yi.
Bedri Rahmi onu resimleriyle çoğaltır.
"At üstünde aşıklar" tablosunda, Bedri Rahmi atın üstünde elinde mavzer gibi tuttuğu sazıyla saçlarını savururken…
Terkisine, -koluna konan barış güverciniyle- çırılçıplak Mari sığınmıştır.
Ama özgürlükleri resimde kalır.
* * *
“Resmi bırak şiir yap” der kimi arkadaşları, kimi de “Şiiri bırak resim yap”…
Hepsi yanılırlar.
Bedri Rahmi'de aşk, şiir ve resimle birlikte ayaklanır, üç koldan yürür.
Mari onun, “Karadutu, çatal karası, çingenesi, nar tanesi, nur tanesi, bir tanesi”dir.
Ama, “günahı, vebalidir” de…
“Karasevda”nın “bir dilimi zehir zıkkım”dır, “bir dilimi candan tatlı”...
Mari 1946’da “ince” hastalığın beterine, tüberküloz menenjite yakalanır.
Savaş sonrası hem pahalıdır ilaçlar, hem çok zordur bulması…
Bedri Rahmi, tablolarını yok pahasına satmaya başlar.
Ama çare olmaz. Mari 33 yaşında ayrılır dünyadan.
Bedri Rahmi alkole vurur:
"Türküler bitti /halaylar durdu /horonlar durdu
hüzün geldi baş köşeye kuruldu /yoruldu yüreğim, yoruldu."
* * *
Geriye Mari'den bir cümle; "Ocaktan çıkan demir misali, gerçek sanatçı da cehennem ateşinden çıkar"...
Bedri Rahmi'den de bir dize kalır:
"Sana büyük şehirlerden bahsedeceğim;
en büyük camiler orda kurulur
en küçük mezarlar orda kazılır..."
BEDRİ RAHMİ’NİN MEKTEP HİKAYELERİ
“Nihayet delicesine özlediğim mektebe kavuştum. Bir haftadır İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi resim kısmında talebeyim.
Hayatımda ilk defa kızlarla aynı atölyede çalışıyor, aynı dershanede yan yana ders dinliyorum.
On sekiz yaşına kadar Anadolu'da gezen bir delikanlı için kızlarla dolaşmak ne kadar güzel şey. İnsanın içi bir hoş oluyor.
RENGARENK PAPAĞAN GİBİ KADINLAR…
Estetikle mitoloji derslerineAhmet Haşim geliyor... Bilmem nereden açıldı, Amerikalı kadınların giyimlerinden söz etti:
‘Mübarekler ne kadar güzel renkler seçiyorlar, kadın değil papağan dersin. En göz alıcı renklerden korkmuyorlar. Çingene pembesi üstüne acı badem yeşili. Cesaretlerine bayılıyorum...”
Bu anekdot Bedri Rahmi’ye yıllar sonra şiir olur:
“Çingene pembesini takmış koluna /üstüme üstüme yürüme yeşil
üstüme varma yeşil /etme yeşil /eyleme yeşil…”
TAYYAREYLE GETİRİLEN KARANFİLLER
“Ahmet Haşim bir başka derste, Türk çiçek zevkinin yerinde yeller estiğini yana yıkıla anlattı.
‘Görülmemiş çiçeklerin, koklanmamış kokuların diyarı, bir devre lâlenin adını, bir devre çiğdemlerin, gülün kokusunu sindiren şark!... Bugün çiçeğini Avrupa'dan dileniyor. Dün gördüm. Bize tayyare ile İtalya'dan karanfil geliyormuş.’
Ön sıralarda oturuyordum. Dayanamadım:
‘Karanfil istediği kadar dışardan gelsin. Çok şükür şairi bizdedir!’ diyecek oldum.
Haşim'in karanfil şiirini hepimiz ezbere biliyorduk, kulaklarına kadar kızardı…
Lisede iki kere ikinin dört ettiğini öğrenenler, mimariye giriyorlar.
İki kere ikiden sıfır alanlar da bize, resime...
Çocukluğundan beri sahici resimler görerek resme heves eden hemen hemen yok gibi.”
Paylaş