Aşk, bağcık ve bağlanma

Çocukların en geç ve zor öğrendiği şey, ayakkabılarını bağlamaktır.

Haberin Devamı

Bu önerme, her genelleme gibi tehlikelidir ama bu kez içim rahat.
Ben araştırmadım, “Kim Milyoner Olmak İster”de sordular. Yani ortada yanıtın doğruluğuna-yanlışlığına göre, yitirilen ya da kazanılan milyarcıklar olduğu ve bir soru işareti, anlaşmazlığı anında hak-hukuk-memleket meselesine dönüştürebileceği için doğrudur elbet.
Ki, gözlemlerimle de öyledir aslında.

* * *

Bağcığıyla da bembeyaz olan ayakkabısını bağlayamadığı için, sünneti 14 yaşına ertelenen arkadaşlarım oldu.
Sünnetin ertelenme nedenini çarpıtıyor, uydurup kaydırıyor olabilirim ama, erkek çocuğunun -sünnete mevzu olan mıntıka dışında- ilk sınavının ayakkabısını “bağlamak”tan geçtiğine inanıyorum.
Hem görüyoruz çocukları...
“Yetenek Sizsiniz” yahut “Yeteneksizsiniz”e çıkar, bir eliyle melodika çalarken, diğer eliyle jonglörlük yapar... Ama gösteri sırasında ayakkabısının bağı çözülürse, eyvah!
Kulisten seyirtir ebeveyn, çocuğun bağcıklarını bağlar ve “hazırlıklıysa” kurtarır durumu:
“Bu çocuğa herşeyi öğrettim, eğilmeyi bir türlü öğretemedim...”
(“Yavrukurt”lara düğüm atmanın binbir yöntemini öğreten oymakbaşları, kaç çocuğa önce ayakkabılarını bağlamayı öğretiyor? Bu da bir merakım işte)

* * *

Haberin Devamı

Bağcığı bağlamadan, biz insanların “bağlanma hali”ne geleceğim. (Aslında tüm canlılar demek gerek. Bir köpeğin sahibine bağlanması, 10 insana taş çıkartır)
Neyse bağcığı bağlama meselesi ile ilişkilerde bağları sıkılama, bağlanma arasında bir bağ var mıdır, bilmiyorum.
Ama meydanı boş bulan ilk hipotezim; ayakkabısını bağlamayı geç öğrenen erkek çocuklarının, bağlanmaya daha yatkın olduğu yönünde...
Çünkü, insanın sürekli açık bağcıklarına basıp düşme riskiyle yaşaması, adımlarının beklemediği anda birbirine dolanması, bu durumu toparlayacak, tekrarını önleyecek bir ebeveyn, bir yoldaş gerektiriyor.

* * *

Bağlanmanın, çocukluktan gelen ve her daim çocukluğa dair bir hali de (repertuarı, ezberi) var zaten.
“Süt çocuğu” dönemini kısa, çişini uzun -süre- tutarsan, ayakkabının bağcığını kendin bağlarsan, ilkokuldan bile kaçabilirsin bazen...
Yani bağlanmayabilmeden hayatla bağlanabilenlerden olabilirsin diyeceğim ama, Freud bir yana, bağlanma bozuklukları ve sonuçlarıyla ilgili koskoca kuramlar var ortada.
Ve tek el klavyede gezinirken, boşta kalan başparmağı da emmemek gerek öncelikle...

* * *

Haberin Devamı

Neyse... Bağcıkların pabucunu dama atan “cırt cırt”lardan (Velcro-yapışkan bant) hareketle toparlayayım mevzuyu.
Bağlanma deyince, insanın hayatı boyunca isim, şehir, hayvan, eşya her “şey”e cırt cırt bağlanması durumu var elbet.
Ama ben anacı-babacı çocukluk (hatta erişkinlik) döneminden değil, bağlanmanın kördüğüme dönüşebildiği aşktan söz etmek istiyorum.
Ve güvenme, yakınlık ihtiyacının yarattığı, etkileşimli, bireysel özerkliği nispeten koruyan mırıl makul bir bağlanmadan çok, arızaya bağlananı/bağlayanından...
Yani rotası, baştan ya da sonradan saplantıya, takıntıya ayarlı bir bağlanma:
“Benim yaralarım tuzum tuzum der /bir derdim var bin dermana değişmem...”
Yarın aşkla bağlanmaya devam edeceğim.

Yazarın Tüm Yazıları