Paylaş
ANKARA Nazım Hikmet’e borçludur.
Tümüyle siyasi bir davayla, 14 Ekim 1928’de elleri kelepçeli olarak Ankara Garı’na getirildiği için değildir, bu borç sadece...
Şiirleri, Ankara’nın kararıyla yasaklandığı ya da önce Ankara Cezaevi’nde yattığı için de değil.
Şairin vatandaşlığa alınması/alınmaması, heykelinin yıkılması/yıkılmaması, isminin bir sokağa verilmesi/verilmemesi tartışması da her zaman Ankara’da başlamıştır.
“Nazım fobisi” seçim vaatleri arasına bile girmiştir.
Çeyrek asır önce Nazım’a vatandaşlığın verilmesi, iade-i itibar kararnamesi ile gündeme geldiğinde, aynen şu sözleri sarf etmiştir dönemin iki bakanı:
“Öbür dünyadan getirin, dilekçesini versin.
Dirisi işe yaramadı ki, ölüsü yarasın...”
GGG
Nazım’a iade-i itibar tartışması, her seferinde bizim “itibar”ımız ile ilgili kara delikleri ortaya çıkartmıştır.
Sadece Nazım mı...
Yurtdışına tedaviye gitmek isteyen Ruhi Su’ya pasaport verilmez, ölünce “itibar” verilir.
Her darbede yargısız-suçsuz-günahsız asılır insanlar, sonra “itibar”ı gelir.
İdamlarımız da tartışmalıdır, itibarlarımız da...
GGG
Nazım Hikmet ile ilgili “iade-i itibar” çabalarında da hep bir adres yanlışlığı yaşandı.
Şiirleri dünya dillerine defalarca çevrilen bir Türk şairinin vatandaşlığa alınması, isminin bir sokağa, parka, merkeze verilmesi, aslında ülkeye, o ülkenin siyasetçilerine, devlete iade-i itibardır. Şaire değil!
Çünkü bir şair itibarını, yazdığı şiirlerden alır.
Bu nedenle iade-i itibar, yarım asır boyunca onun şiirlerini bile sürgünde tutmaya çalışan politikacıların ihtiyacıdır.
Bir devletin, hükümetin, politikacıların uluslararası bir şairini hatırlaması, bir asır sonra, taaa 21. yüzyılda onun adına bir şeyler yapmaya çalışması, bir jest değil, gecikmiş bir insanlık görevidir.
Olsa olsa çok gecikmiş bir özürdür, şairi ilgilendiren kısmı.
GGG
Ankara şaire borçludur.
Bu borcu üstlenip, Başkent’e bir nebze “itibar” kazandıran Yenimahalle Belediyesi’ne bu nedenle teşekkür borçluyuz.
Paylaş