Paylaş
Geçen gün Hürriyet’te okudum, Çorum’un Kuruçay Köyü’nde yaşayanların yarısının cep telefonu varmış.
Varmış da, görüşebilmek için caminin minaresine çıkıyorlarmış. Neye niyet, neye kısmet...
Giresun’un Tikence Köyü’nde ise “kapsama alanı”na ağaçlara tırmanarak ulaşıyormuş insanlar.
Kemikleri sızlamıştır, Ağaca Tüneyen Baron'un... (¹)
* * *
İronik gelse de, "bağlanmak" için böyle çabalar bile artık normal... (Hani Bülent Ortaçgil’in “Biralar soğuk mu dedim.
Dedi ki normal...”indeki gibi "normal")
Önceki yazımdan devamla, cep telefonu zaruri artık.
Bir yerde unutursan, şarjın biterse, olur da çekmezse, internet yoksa... Hayata bağlantın sıfır.
Sen orada kör, sağır, dilsiz otururken, sanal dünyada, e-maillerinde, mesajlarında neler dönüyor acaba?
Böyle sorular, bazı insanların hayatının hâl ve gidişini de kemiren bir paranoya.
Bu vahim duruma düşmemek için, her an, her yerde şarjını yenileyebilmelisin, öncelikle.
Siparişinden önce, “Priz nerede?” demelisin garsona.
Eğer tedbirsiz muhterissen, önce “Buna uygun şarjınız var mı?” diyeceksin tabi.
Ardından “Peki, wi-fi şifreniz...”
Tamamsa “tamam”sın... Her an, her yerde bağlanabilmelisin.
“Bağlanamazsan”, sen “sen” değilsin çünkü.
Uzay boşluğundan beter, “hayat boşluğu”na düşersin.
Akıllı telefonlar ve akıllı bıdık kameraları, aklını aldı zira bir çok insanın.
Sosyal medya bağlantıları, indir-kaldır uygulamalar, unisex oyunlar, dizi dizi inci ceptel kılıfları, selfieler ve çubukları...
Marka-model, hatta indirilen uygulamalar üzerinden sosyal sınıflar, toplumsal tabakalaşma tahlillerinin duyulur zili, görünür ekranı oldu telefonlar.
Öyle ki, orta okula anneciğinin eski akılsız telefonunla gitsen, beğenilmeme, küçümsenme korkun tüm ömrünü kabusa çevirebilir.
* * *
Veriler de bir çok insan için cep telefonunun “asla onsuz yaşayamama” duygusu yarattığını ortaya koyuyor.
Daha önce değinmiştim; Vodafone Ticari Operasyonlar ve Strateji Dünya Başkanı Serpil Timuray’ın bu konuda 4 yıl önce aktardığı veriler ilginç.
Kullanıcıların yüzde 91’i cep telefonunu 7 gün 24 saat, en fazla 1 metre mesafede tutuyor. (Hani, sevgilin olsa 7/24 üstüne üstüne gelir gibi olur, sıkılırsın; ki araştırmaya katılanların yüzde 20’isi telefonunu kaybetmektense evlilik yüzüğünü kaybetmeyi yeğliyor zaten)
Yüzde 66’sı uyurken bile telefonu yanında bulunduruyor.
Her üç kişiden birisi de telefonunu kaybetmek yerine, cüzdanını kaybetmeyi tercih ediyor. (Eh, paralar gitse ne olur, şöyle az biraz itibarlı bir telefon alsan, üç-dört asgari ücret. Zaten bir mesajda kredin de hazır. Bu ülkede “insan”ın “kredisi” hiç bu kadar yüksek olmadı)
* * *
Bağlantılı ve hatta bağlı/bağımlı olmak ya da olmamak...
Bazılarımız için, işte bütün mesele.
Peki, “bağlantılı/bağlantıda olmak”, sosyal ilişkilere, hayata benzer sıcaklıkta yansıyor mu?
Onu da sosyolog Zygmunt Bauman’ın sözüne bağlayalım:
“Telefon aralarında yakın mesafe olan insanları uzak kılarken, aralarında uzak mesafe olanları yakın kılıyor...”
(¹) İtalo Calvino “Ağaca Tüneyen Baron” romanında, 12 yaşında soylu bir çocuğun otoriteyi reddederek ağaca çıkmasını ve ömrünün sonuna kadar ağaçlarda yaşamasını anlatır. Okuduğum en güzel bireysel isyan romanlarından birisidir.
Paylaş