DÜN yazımda Utopia’dan hareketle zihin gezdirdiğim “ev meseleri”ne bugün de devam edeceğimi söylemiştim.
Ama etmeyeceğim, çünkü “ev”de hüzün var. Ankara’dan İstanbul’a gittikten sonra her zaman-her kelimesiyle özlediğimiz, hocamız Füsun (Altıok) Akatlı hayata veda etti. Daha bir kaç gün önce yazımda “Yazın ölmek”ten söz etmiştim; “Haziran’da ölmek zor”dan, 17 yıl önce 2 Temmuz’da hayata bilincini kapayan, 9 Temmuz’da ölen Metin Altıok’tan... Ve Beytepe’de Füsun Hoca’dan birlikte seçmeli ders aldığımız Reha’dan. “Mutluluk -sadece- bir uğrak noktasıdır” diyen Akatlı da, ayrıldı hayattan. Sarsıcı bir aşk yaşadığı, eski eşi Metin Altıok’la aynı ayda... (Ona da mı aldığı nefes yetmedi, son anlarında) * * * Şair Altıok, 1979 yılında ayrılığın acısını da yanına alıp Bingöl Lisesi’ne öğretmen oldu. Acısından öte sitemkardı ki herhalde, hüznün, ayrılığın balladını yazdı: “Ah kavaklar, kavaklar Beni hoyrat bir makasla Eski bir fotoğraftan oydular. Orda kaldı yanağımın yarısı, Kendini boşlukla tamamlar. Omuzumda bir kesik el, Ki hala durmadan kanar.” Belki “acı düştü peşine, ardından ıslık çaldı”, Akatlı da terk etti 4 yıl sonra Ankara’yı... Mesleğini, akademisyenliğini de terk etti, YÖK’ün ardından katlanamazdı/katlanılamazdı zaten. * * * Denemenin nemenem bir şey olduğunu, felsefe-edebiyat flörtünü Füsun Akatlı’dan öğrendi bizim kuşak, bizim “mahalle”. Bilimin, tarihin öğretici olduğunu ama “sanatın, üstelik, iyileştirici de olabileceği”ni de o öğretti. Sanat, şiir iyileştirir, iyileştirir de elbet. Metin Altıok’un dizesi hep aklımdaydı ama bugün bir ihtiyaç yanıbaşımda: “Çıkarıp yavaşça yüreğimi göğsümden, Silsen bir lambanın isli şişesi gibi Yumuşak tülbentini geçirerek içinden.”