Yaşar Sökmensüer

Müzeyyen Abla

9 Şubat 2015
“KUR masayı Madam Despina /Kirli beyaz muşamba örtüleri ser /Çek sediri asmanın altına /Yanında bir ince Müzeyyen Abla /Amanın, yine mi güzeliz yine mi çiçek /Hamdolsun /Altınbaş kadehe yağ gibi dolsun...”

Önce “Akşamcıların kraliçesi” Madam Despina gitti.
Vasiyeti üzerine, “Despinanın Meyhanesi”nin saz heyeti sevdiği şarkıları çaldı toprağa verilirken.
“Şimdi Uzaklardasın” ve Sâdettin Kaynak’ın bestesi “Yalan”:
“Bir hakikat anladım dünyada ben, her şey yalan...”
* * *
Sonra bizi her dinlediğimizde “yine güzel, yine çiçek yapan” o şarkının sözlerini yazan Meral Okay gitti, 53'ünde.
Vasiyeti farklıydı onun da:

Yazının Devamını Oku

"Bilmem ki kimdi, fakat sevdimdi"

8 Şubat 2015
ANNEM de, dayım da akordeon çalardı. Annem, çocukluğundan kalma Hohner marka yorgun akordeonunu yarım asır elinden bırakmadı. Herhangi bir şarkıyı çalması için, o şarkıyı bilmesi, hatta daha önce dinlemiş olması bile gerekmezdi. Mırıldanın, o hemen çalsın...

Her enstrüman insanın başka teline, bedenin saklı notalarına değer de...
Büyülüydü, her yönüyle farklıydı akordeon.İlke Ulaş Kuvanç şöyle tanımlıyor onu:
“Üflemesi rüzgardır, rüzgarı müzik.
Nefes alır, nefesini verdiğinde ise dünya üzerindeki tüm duyguları ifade edebilecek güzellikte notalar dökülür ciğerlerinden...”
* * *
Ama “nefesli” çalgılardan önemli bir farkı vardır:
Körüğüyle, çalanın değil kendi nefesini üretir-üfler, rüzgarını estirir notalara...

Yazının Devamını Oku

Sakız Hanım'ı neden sevmediler

3 Şubat 2015
ANKARA’nın şık mı şık Angora Evleri kurulduğunda, sakinleri bir sokağa da Sakız Hanım adını verir. Ama belediye haz etmez hiç o isimden. Değiştirir, Zemzem Sokak yapar.

Kimdir ki bu Sakız Hanım; 10 yıl önce anında indirilmeye çalışılmıştır tabelası...
Ağzında sakızla dolaşan, saçına-başına, kıyafetine karışanlara şişirdiği balonu patlatan bir aykırılık gelmiştir akıllarına da...
Sakız Hanım’ı Hanımlar Lokali’nden aforoz etmek istemişlerdir?
* * *
Hayır...
Hemen hatırlayacaksınız.
Sakız Hanım, Barış Manço’nun bir şarkısının ak-pak kahramanıydı:

Yazının Devamını Oku

Saat kime sorulur, ateş kimden istenir

1 Şubat 2015
“MAHALLE” denilen o sıcak francala misali kelime kaybolurken, peşisıra sokaktan eksilen şeyler katılıyor göç kervanına... Sokaktaki anlık iletişimler, ardından tebessümlü teşekkürler, teknolojiye, değişime yeniliyor.

Dün “saat sorma”dan girmiştik mevzuya...
Yanısıra, adres sormak, ateş istemek gibi mini sokak muhabbetleri de var tabi.
Lakin adres sormanın tarihe karışması an meselesi...
Ceplerdeki navigasyonlar, GPS’ler seni elinden tutup, kapıya kadar teslim ederken...
Bakkal İsfendiyar Amca’yı usandırmak... Yahut Cem Yılmaz parodilerindeki gibi “Devlet Tiyatrosu nerede?” sorusuna, “Bilmem, nerede?” yanıtını aldığın diyaloglara girmek gereksiz artık.
* * *
Sokakta birisine gülümseyerek, “Ateşiniz var mı?” demek de, sigarayla mücadele sürecinde tarihe karışacak.Ateşiniz var mı?” sorusunun istatistiği, “Hayır, yok” yanıtıyla başladı zaten.

Yazının Devamını Oku

Ah o kol saatleri

31 Ocak 2015
“PARDON, saatiniz kaç acaba?” Bu soruyu en son ne zaman duydunuz? Ben hatırlamıyorum, doğrusu... Ama bu sorunun, başka bir şeylerle beraber nasıl yok olduğu konusunda fikir yürütebilir, hatta sıkı hikayeler anlatabilirim.

Epey gerilere gidelim önce, diyelim en az yarım asır öncesine...
Bu sorunun, “Saatiniz var mı?” şeklinde sorulduğu, saatin bir ayrıcalık olduğu zamanlara...
Herkeste olmazdı saat eskiden; elbet önce saati var mı, onu soracaktınız.
“Var” deyip saati söylemeden geçip giderse de, zalim bir esprinin kurbanı olacaktınız belki.
* * *
Evet... Esprisi, alayıyla da zalim olabiliyor insanoğlu.
Mesela Sait Faik “Zemberek” adlı öyküsünde, çocukların bile zalim olabildiği okul yıllarına götürür bizi. Ki, çocuklar bir dönem -içtenlikle- zalimdir.Sınıftaki tek saat Celil’indir. Dedesinin erken hediyesidir.

Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin tüm bebeleri, basın çığlığı

29 Ocak 2015
AVM’lere yolum düştüğünde bir tuhaflık fark etmiştim zaten... Sebebsiz yere yahut en az “üç evin tek goncası” olması sebebiyle sürekli çığlık atarak gezen çocuk sayısında bir azalma sezmiştim.

Meğer nüfus artış hızımız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “en az üç çocuk” tavsiyesine rağmen 2013 yılına oranla binde 0.4 puan gerilemiş.
* * *
Madalyonun öbür yüzü ise, yine bugün bir başka haberde ortaya çıkıyor.
Avukat Feyza Altun Meriç, duruşmaya kucağında 7 aylık bebeğiyle katılmış.
Amacı, “doğum yapan kadınların çalışma hayatından dışlanmasını”, “iş yerlerinde bebeklerinin bakımı için uygun ortam olmamasını” protesto etmek...
Ve “Çocuğun altını bir hakimin odasından değiştirdim. Biraz kamu malına zarar verdi” demiş.
* * *

Yazının Devamını Oku

Sizin pencereniz kaç metrekare?

25 Ocak 2015
“LONDRA’nın pencereleri yalnızlıktır. Küçük İtalyan şehirlerinde ise mutlak aralıktır: Sesi, soluğu, ezgiyi paylaştırırlar.” (¹)

Askeri-sivil kamu “daireleri”yle “hayda bre” Ankara’da ise... Nizama sokulmuş binalarının pencereleri, bir hizada gider...Sokaktan geçene “esas duruş”u gösterir.
* * *
Senin o küçük, pervazı menekşeli penceren hariç, tüm o pencereleri fevkalade önemlidir Ankara’nın.
“Kritik-krizli” günlerin gecesinde, gazetecilerin Genelkurmay Başkanlığı’nın karşısına geçip, pencerelerine heyecanla bakmalarının tarihi çok da eski değildir.
Eğer geceyarısı hâlâ ışıklar yanıyorsa...
Bir hazırlık vardır... Darbe kapıdadır.
* * *

Yazının Devamını Oku

Barut kokan mektup

24 Ocak 2015
YILLAR öncesinden bir mektuptu. Uğur Mumcu adına yazılı zarfı, barut kokuyordu. “Gönderen: Onat Kutlar” kelimeleri seçiliyordu, sol üst köşesinde...

Mumcu'dan bir yıl sonra, Onat Kutlar’ı da Taksim’de öldüren bombanın kokusu değildi, zarftaki.
Ama barut kokusuydu.Zarfı, yine bir bombayla kapağı uçmuş, metali bükülmüş posta kutusunda bulmuşlardı.
Karlı Sokak’ta Uğur Mumcu’nun evinin karşısıdaki su deposunun bahçe duvarının kıyısına oturdum. Orada okudum...
Sırtımı duvara verdim; oradaki patlamanın sarsıcı titreşimlerini hissetmek istedim bedenimde... Öyle kolayına hissedilmiyordu.
Mektubu çıkartırken zarfı kül oldu dağıldı.
Karıştı duvarın dibinde, yıllardır üzeri üflenemeyen, örtülü kalan bir başka küle...
Ama Kutlar’ın yazdığı satırlar, her yıl yeniden temize çekilmişti sanki.

Yazının Devamını Oku