Önce “Akşamcıların kraliçesi” Madam Despina gitti.
Vasiyeti üzerine, “Despinanın Meyhanesi”nin saz heyeti sevdiği şarkıları çaldı toprağa verilirken.
“Şimdi Uzaklardasın” ve Sâdettin Kaynak’ın bestesi “Yalan”:
“Bir hakikat anladım dünyada ben, her şey yalan...”
* * *
Sonra bizi her dinlediğimizde “yine güzel, yine çiçek yapan” o şarkının sözlerini yazan Meral Okay gitti, 53'ünde.
Vasiyeti farklıydı onun da:
Her enstrüman insanın başka teline, bedenin saklı notalarına değer de...
Büyülüydü, her yönüyle farklıydı akordeon.İlke Ulaş Kuvanç şöyle tanımlıyor onu:
“Üflemesi rüzgardır, rüzgarı müzik.
Nefes alır, nefesini verdiğinde ise dünya üzerindeki tüm duyguları ifade edebilecek güzellikte notalar dökülür ciğerlerinden...”
* * *
Ama “nefesli” çalgılardan önemli bir farkı vardır:
Körüğüyle, çalanın değil kendi nefesini üretir-üfler, rüzgarını estirir notalara...
Kimdir ki bu Sakız Hanım; 10 yıl önce anında indirilmeye çalışılmıştır tabelası...
Ağzında sakızla dolaşan, saçına-başına, kıyafetine karışanlara şişirdiği balonu patlatan bir aykırılık mı gelmiştir akıllarına da...
Sakız Hanım’ı Hanımlar Lokali’nden aforoz etmek istemişlerdir?
* * *
Hayır...
Hemen hatırlayacaksınız.
Sakız Hanım, Barış Manço’nun bir şarkısının ak-pak kahramanıydı:
Dün “saat sorma”dan girmiştik mevzuya...
Yanısıra, adres sormak, ateş istemek gibi mini sokak muhabbetleri de var tabi.
Lakin adres sormanın tarihe karışması an meselesi...
Ceplerdeki navigasyonlar, GPS’ler seni elinden tutup, kapıya kadar teslim ederken...
Bakkal İsfendiyar Amca’yı usandırmak... Yahut Cem Yılmaz parodilerindeki gibi “Devlet Tiyatrosu nerede?” sorusuna, “Bilmem, nerede?” yanıtını aldığın diyaloglara girmek gereksiz artık.
* * *
Sokakta birisine gülümseyerek, “Ateşiniz var mı?” demek de, sigarayla mücadele sürecinde tarihe karışacak.“Ateşiniz var mı?” sorusunun istatistiği, “Hayır, yok” yanıtıyla başladı zaten.
Epey gerilere gidelim önce, diyelim en az yarım asır öncesine...
Bu sorunun, “Saatiniz var mı?” şeklinde sorulduğu, saatin bir ayrıcalık olduğu zamanlara...
Herkeste olmazdı saat eskiden; elbet önce saati var mı, onu soracaktınız.
“Var” deyip saati söylemeden geçip giderse de, zalim bir esprinin kurbanı olacaktınız belki.
* * *
Evet... Esprisi, alayıyla da zalim olabiliyor insanoğlu.
Mesela Sait Faik “Zemberek” adlı öyküsünde, çocukların bile zalim olabildiği okul yıllarına götürür bizi. Ki, çocuklar bir dönem -içtenlikle- zalimdir.Sınıftaki tek saat Celil’indir. Dedesinin erken hediyesidir.
Meğer nüfus artış hızımız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “en az üç çocuk” tavsiyesine rağmen 2013 yılına oranla binde 0.4 puan gerilemiş.
* * *
Madalyonun öbür yüzü ise, yine bugün bir başka haberde ortaya çıkıyor.
Avukat Feyza Altun Meriç, duruşmaya kucağında 7 aylık bebeğiyle katılmış.
Amacı, “doğum yapan kadınların çalışma hayatından dışlanmasını”, “iş yerlerinde bebeklerinin bakımı için uygun ortam olmamasını” protesto etmek...
Ve “Çocuğun altını bir hakimin odasından değiştirdim. Biraz kamu malına zarar verdi” demiş.
* * *
Askeri-sivil kamu “daireleri”yle “hayda bre” Ankara’da ise... Nizama sokulmuş binalarının pencereleri, bir hizada gider...Sokaktan geçene “esas duruş”u gösterir.
* * *
Senin o küçük, pervazı menekşeli penceren hariç, tüm o pencereleri fevkalade önemlidir Ankara’nın.
“Kritik-krizli” günlerin gecesinde, gazetecilerin Genelkurmay Başkanlığı’nın karşısına geçip, pencerelerine heyecanla bakmalarının tarihi çok da eski değildir.
Eğer geceyarısı hâlâ ışıklar yanıyorsa...
Bir hazırlık vardır... Darbe kapıdadır.
* * *
Mumcu'dan bir yıl sonra, Onat Kutlar’ı da Taksim’de öldüren bombanın kokusu değildi, zarftaki.
Ama barut kokusuydu.Zarfı, yine bir bombayla kapağı uçmuş, metali bükülmüş posta kutusunda bulmuşlardı.
Karlı Sokak’ta Uğur Mumcu’nun evinin karşısıdaki su deposunun bahçe duvarının kıyısına oturdum. Orada okudum...
Sırtımı duvara verdim; oradaki patlamanın sarsıcı titreşimlerini hissetmek istedim bedenimde... Öyle kolayına hissedilmiyordu.
Mektubu çıkartırken zarfı kül oldu dağıldı.
Karıştı duvarın dibinde, yıllardır üzeri üflenemeyen, örtülü kalan bir başka küle...
Ama Kutlar’ın yazdığı satırlar, her yıl yeniden temize çekilmişti sanki.