Dün değindiğim, katilin o tüyler ürpertici "ifade"sine yeniden girmek istemiyorum.
O iğrenç ifadeyi sıradan kelimelerle kuran, detaylı anlatımına da...
Lakin...
Kendi ifadesinden bile Özgecan Aslan’a nasıl korkunç, tarifsiz şeyler yaptığını bildiğimiz... Ve ötesini henüz bilemediğimiz katil, ifadesi boyunca “bayan” sözcüğünü eksik etmemiş dilinden.
Caninin diline bile yapışıp kalabiliyor demek, o hitap.
Yakmıyor, dilini...
Çünkü bazı erkeklerin, kadınlara dair öğrendiği tek “incelik”, tek saygı gösterisi, kendince o kelimedir.
Sonra öyle bir şey olur ki... O düzenli sandığımız hayatımızda, sürüp giden yaşamamızda artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını fark ederiz.
Birdenbire anlarız...
Çoğu insan, kendi hayatında da sıradışı ağır haller yaşanabileceğini, hayatın ortalama “normal”lerinin bir anda alt-üst olabileceğini, anca o “an” geldiğinde, o “durum”la yüzleşince algılar.
* * *
O çarp(ış)ma “an”ına kadar, kendi hayatının dışındaki felaketleri, kendi yaşam alanına değmeyen travmaları -bazen gözleri dolsa da- bir “ekran”dan izler.Koca bir aileyi hayattan kazıyan bir trafik kazası, bazı insanların hayatına ya da kalan ömrüne mal olan “darbe”ler, ekonomik krizler, ölümcül hastalıklar, cinayetler, depremler, işsizler, evsizler...
O gelmez olasıca, evlerden uzak olasıca o an, aniden zorlayabilir, kırabilir insanın kapısını, dünyasını...
“Evim evim güzel evim” dediği yer, bir anda ıssız bir azaphaneye, hatta suç mahaline dönüşebilir.
Katil, ifadesine göre onu önce saçından kavrayıp yere savurdu.
Baktı kalkıyor, “karnına ve göğsüne iki-üç kez” tekme attı.
Yine ifadesine göre, “tekmenin birisi yüzüne de gelmiş olabilir”:
“Boynunda kan gördüm, bir tekme daha vurdum...”* * *
Koridorda hareketsiz kaldı, 20 yaşındaki genç kız...
Sonra arkadaşı Fatih’i aradığını söyledi katil.
Belki böyle işleri bilen biriydi Fatih... Çünkü katilin iddiasına göre, “Kızın tırnaklarında kimliğini bırakmışsın, ellerini kes” de demişti. Kimbilir…
Saat 03.15... Çevredeki 10-15 katlı apartmanlarda ışıklar yanıyor, perdelerin ardında karaltılar seçiliyor.
Birisi balkona çıkıp bağırınca, uzaklaşıyor saldırgan...Ama apartmanlardaki ışıklar sönünce yeniden geri geliyor. Ve C.G.’yi yeniden bıçaklıyor.
Yere düşen kadın yeniden çığlıklar atıyor; “Yardım edin, ölüyorum...”Ardından ayağa kalkıyor, sendeleyerek, karnını tutarak yürümeye çalışıyor.
* * *
Saat 03.35... Saldırı, çığlıklar, 20 dakikadır sürüyor...
Ve adam, sürünerek evine gitmeye çalışan genç kadını üçüncü kez yakalıyor. Çığlık çığlığa, bitmek bilmeyen haykırışlarla yardım isteyen kadını üçüncü kez bıçaklıyor... Can çekişen kadına tecavüz ediyor ve cüzdanındaki 80 lirayı alıyor.
35 DAKİKA DUYULAN ÇIĞLIK
Saat 03.50’de “işini” bitiriyor
Domates bile oluyor zira; “Domates, biber, patlıcan /Keşke hislerimi sana açıkça anlatabilseydim...” gibilerinden.
Beş yıl kadar önce hemen tüm gazetelerde okuduğum haberi hatırlayınca, Barış Manço’nun bu ünlü şarkısı önce dilime, sonra zihnime dolandı.
Antalyalı haberin başlığı; “Romantik Domates’in kilosu 15 lira”ydı.
* * *
Usta oyuncu Ayşen Gruda’nın “Domates Güzeli” lakabıyla oynadığı, sonra kendisinin de hicvettiği reklamlar geliyor aklıma önce...
Ama asıl, ruju, elbisesi, hatta tabanıyla bile kıpkırmızı Louboutin ayakkabılarıyla, Gene Wilder’ın Kırmızılı Kadın filmindeki gibi hafiften balıketi Bayan Romantik Domates geçiyor aklımdan.
Yağız, geniş omuzlu, sırım gibi Bay Patlıcan’la kolkola yürüyorlar sokakta.
Çünkü bir zamanlar kokusuyla da dünyayı tutan gül, kokmuyor artık.
“Gülün Kokusu Vardı” eskiden ama o da şimdi hüzünlü bir albüm ismi... (¹)
Gülü sevip dikenine katlananlara saygımız sonsuz.
Lakin ben geçinemiyorum gülle.O yiten kokusunu, artık oda spreyinden aldığı için.
Cansever’in “Gül kokuyorsun bir de /amansız, acımasız kokuyorsun” dizesine, böylesine kolay ihanet edebildiğimiz, dandik bir spreye -karşılıklı- hüsnü kabul gösterebildiğimiz için de... Geçimsizim.Gülle hiç işim olmaz bundan böyle; “Bu güller hiç kokmuyor, çiçek gibi kokmuyor” diyen acemi ve huysuz bir Sevgililer Günü alıcısı gibi dolaşmam tezgahları.
* * *
Ya üstüne serpilen sahne simi, dalına, yaprağına sıkılan o konsomatris parlatıcı?Plastiği, kumaşı, bakırıyla, “tıpkısının aynısı” imitasyonuyla en çok klonlanan çiçek olduğu için de sevmiyorum onu.
Hevesli bir muhabir ya da röportaj ustası sorar bir lidere, başkana, bir politikacıya:
“Hiç aşık oldunuz mu?”
Kimi “Bizimkisi vatan/millet aşkı" der, gerine gerine...
Yahut, Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz, yaradandan ötürü” vecizesiyle savuşturur meseleyi.
Daha içgüveysinden hallice yanıt ise, “Kırk yıldır aynı yastığa, aynı davaya baş koyduğumuz helalime aşığım” faslından gelir.
Sonuçta “siyaset aşkı”dır...
* * *
Günlerden 12 Eylül, yıllardan darbe...
TRT de üzerine düşeni layıkıyla yapıyor kuşkusuz.
Dönemin TRT Müzik Denetleme Kurulu şarkıların “Türk aile yapısı, örf ve adetlerine uygunluğunu, siyasi açıdan sakıncalı olup olmadığını” denetliyor.
Misal... Ormancı türküsü, devlet memurunu yerdiği için yasaklanırken...
Barış Manço’nun “Lambaya Püf De”si de “erotik ögeler” bulunduğu, “Perdeyi ört gız” filan dediği için denetime takılıyor.
“Ölüm Allah’ın Emri”nin yasaklanma gerekçesi ise, girişinde zurnanın zırt demesi:“Bir halk müziği enstrümanı, pop şarkısında ne arıyor?”