Yaşar Nuri Öztürk: Kur'ansal hidayette baraj var mı?

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

KUR'AN'ın temel kavramlarından biri olan hidayet, yol gösterip kılavuzluk etmek demek. Kur'ansal terminolojide hidayet, iyiye, doğruya ve güzele kılavuzlamak, bu değerleri elde edişte insana yardımcı olmak anlamında... Bu anlamda hidayetin esas sahibi Yaratıcı Kudret, yani Allah'tır...

İnsanoğlu, Allah'ın hidayetini, Allah'a inanıp bazı ibadetleri yerine getirdiği anda elde ettiğini sanmış ve aldanmıştır. Eğer dini ve Tanrı'yı Kur'an'dan öğrenmek gibi bir niyetiniz varsa, öncelikle hidayetle ilgili bu anlayışınızı değiştireceksiniz.

Kur'an'a göre, peygamber aracılığıyla insana ulaştırılan dinin hidayetinden yararlanmak için mutlaka ve muhakkak elde edilmesi gereken bir ‘‘ilk aşama’’ vardır. Bu aşamanın hakkını vererek ‘‘barajı geçemeyenler’’in peygamberlerin gösterdiği ‘‘üst düzey hidayet’’ten nasiplenmeleri mümkün değildir. İlk aşamayı hakkıyla geçmemiş olanlar, üst hidayette sadece iddia sahibi olurlar, pay sahibi değil.

Kur'an'da kristalleşen hidayetten yararlanmak, Kur'an'ın gerekli gördüğü ilk ve temel aşamanın hakkını vermekle mümkündür.

Kur'an dilinin aşılmamış ve vazgeçilememiş ustalarından biri olan Isfahanlı Rágıb (ölm. 502/1108) o ölümsüz eseri el-Müfredat'ta bu ilk bilgileri verdikten sonra devam ediyor:

‘‘Hidayet 4 mertebedir ve bu mertebeler arasında hiyerarşi vardır. Bu mertebelerden birincisinin hakkını verip onu elde edemeyen, ikinciyi hak edemez, hatta böyle birine ikinci mertebe teklif bile edilemez.’’ (el-Müfredat, Hidayet maddesi).

Ölümsüz Rágıb, yine Kur'an'ın verilerine dayanarak, hidayette giriş mertebesi olan ‘‘ilk mertebe’’nin bir ‘‘genel ve doğal şartlar mertebesi’’ olduğunu söylüyor ve olmazsa olmazlarını veriyor: 1- Aklın hakkını vermek, 2- Zorunlu genel bilimlerin hakkını vermek.

Rágıb'a göre, peygamberlerin mesajından yararlanma aşamasından hayır görmek için ‘‘baraj aşaması’’ olan akıl ve bilgi aşamasının gerekleri yerine getirilmelidir. Akıldan Kur'an'ın istediği, hiç tartışma yok, işletilen akıldır. Kur'an birçok yerde akıl kelimesinden türeyen fiiller kullandığı halde ‘‘akıl’’ sözcüğüne yer vermemiştir. Çünkü:

Kur'an, aklın cevher olarak varlığını yeterli görmüyor, fonksiyonel akıl istiyor. Ve ekliyor: ‘‘Allah, aklını işletmeyenler üzerine pislik yağdırır’’ (Yunus, 100). Pislik, aklı olmayanlar üzerine değil, aklını işletmeyenler üzerine yağacaktır. Üzerine pislik yağanlar ise barajı geçemedikleri için Kur'ansal ışıktan yararlanıp Kur'an'ın vaatlerini hayatlarına sokma düzeyine ulaşamazlar. Böylelerinin ışığın sahibi, vaatlerin muhatabı, ‘‘Allah'ın avukatı’’ olduklarını haykırıp durmaları kaderlerinde iyiye doğru bir değişme getirmez, aksine hüsranlarını ağırlaştırır.

Kur'an, iddiaların kitabı değil, liyakat ve hak edişlerin kitabıdır... Başka türlü söyleyelim: Kur'an hidayetinden ‘‘İslam’’ adına yararlanmada ön şart ‘‘insan’’ olmaktır. İnsan olma hakkını elde edemeyenler Müslümanlık iddiasında bulunurlar, ama Müslüman olamazlar.

O halde Kur'an'a dayanarak şunu söyleyebiliriz: Hiç kimse, ‘‘Ben Kur'an'a inanıyorum, ibadet yapıyorum, o halde Kur'an'ın sözünü ettiği tüm kemaller, mutluluklar ve üstünlükler benimdir’’ diyemez. Derse Kur'an onu, insanlığın önünde rezil eder.

Şimdi lütfen, o büyük Rágıb'a Allah'tan rahmet dilerken ülkemizde, insan olmanın onur borcunu ödemeden ‘‘İslam'a ve imana ambargo koymaya kalkan hüsran takımı’’nı ve aldatılıp perişan edilmiş Müslüman kitlelerin bugününü ve geleceğini bir kez daha düşünelim. Bunu yaparken de ‘‘patent gaspı’’ kavramını aklımızdan asla çıkarmayalım. Ve Hac Suresi 8.-9. ayetleri bir kez daha okuyalım.

Yazarın Tüm Yazıları