Paylaş
KURAN'ın dini, ruhbanlığı, din sınıfını, Allah ile kul arası aracılığı kabul etmediğine göre imana, sadece Allah onay verecektir.
Yıllardan beri bu ülkeye verdiğim mesajların en önemlilerinden biri de şu olmuştur: Dindarlığınıza, imanınıza Allah'tan başka birinden onay almaya kalkmayın, mahvolursunuz. Çünkü insanların imanına onay verme sömürüsü üzerine kurulan bir siyasal Makyavelizm türemiş ve ülkenin anasını ağlatmak üzere sell-i seyf etmiştir. Eğer dininizi-imanınızı, kendisi gibi düşünmeyenlere ‘‘káfir’’ damgası vurmayı siyasetinin esası yapmış bu zihniyetin onayına bağlarsanız ‘‘Müslüman’’ kimliği elde etmeniz hayal olur.
Allah'a teslimiyet, Allah katında Müslüman olmanız için yeterlidir ama, bu zihniyet için yeterli değildir. Bu zihniyetin, ‘‘mümin-Müslüman’’ onayı vermesi kendisine teslimiyet şartına bağlıdır. Tarih buna tanıktır. Tarihi çok iyi okuyun ve ibret alın! Tartışma üstü, ürpertici bir örnek vereyim de Kuran müminleri derin derin düşünsünler.
Hz. Ali'yi düşünün bir an! Mezhep ve klik takıntılarından uzaklaşarak düşünün Ali'yi...
Ali'nin bir unvanı ‘‘Kuran-ı Nátık’’ yani ‘‘Konuşan Kuran’’, bir unvanı ‘‘Şah-ı Velayet’’ yani ‘‘Veliliğin Sultanı’’, bir unvanı da ‘‘İlim Beldesinin Kapısı’’... Hz. Peygamber'in ve tarihin verdiği unvanlar bunlar...
Biraz önce sözünü ettiğim zihniyetin ilk devirlerdeki damarı, işte bu Ali'yi ‘‘Káfir oldu’’ diyerek katletti. Hem de İslam'ın mabedinde, secdede iken...
Bununla yetinmedi o pis, o katranlı ve lanetli damar: Son Peygamber'in, ‘‘cennet çiçeklerim’’ diye koklayıp bağrına bastığı Hasan'ı zehirleyerek, Hüseyin'i de doğrayarak ortadan kaldırdı. Ehlibeyt ocağını çiğneyip tarumar etti.
Doymadı. ‘‘Halifeye (yani melunlar kralı Yezid'e) asi oldular’’ gerekçesiyle Harre'de, sahabi neslinden binlerce insanı öldürüp yüzlerce bakirenin ırzına geçti. Bu da yetmedi. Ehlibeyt'e yani Muazzez Peygamber'in aziz evlatlarına İslam'ın mabedinden 68 yıl boyunca lanet okudu, okuttu...
Şimdi vicdan kulağınıza bir şey daha ileteyim. Ömer bin Abdülaziz -ki o da bir Emevi halifesidir, ama namuslu bir adamdır- Resul evladına mabetlerden lanet okumayı durdurduğu zaman hasımları tarafından şöyle itham edilmiştir: ‘‘Sünnete aykırı davrandı, sünneti dışladı.’’ Bugün bizim için ‘‘sünneti dışlıyor’’ diye ithamda bulunan zihniyet işte o pis damarın uzantısıdır. Bunların sünneti, Peygamber ocağını söndüren zalim ve katil Emevilerin uygun görüp örfleştirdikleridir, Hz. Muhammed'in sevip seçtikleri değil...
Canı cehenneme o Emevi sünnetlerinin...
Özetleyelim: Onun-bunun dinine-imanına onay verme yetkisini kendisinin doğal hakkı gören bu Kuran dışı çürümüş zihniyetin lügatinde doyma, uzlaşma, acıma gibi kavramların yeri yoktur. Ondan anlayış bekleyenler bir gün gelir, saçlarını-başlarını yolarlar ama iş işten geçmiş olur. Peygamber evladına acımayanların başkalarına acımalarını beklemek, korkunç bir aldanıştır. Tek çare, Kuran'a giderek dini yeniden öğrenip dimdik ayakta durmaktır.
Vicdan ve irfanımın bana söylediği şudur: Bu ülke, hangi başarıya imza atarsa atsın, şu dediğimi yerine getirmedikçe rahat yüzü göremez.
Kuran'ın insana bakışı nasıldır?
Kuran'ın temel konularından biri olan insan, hemen belirtelim ki, güçleri ve zaafları, güzellikleri ve çirkinlikleriyle büyüktür. Başka bir ifadeyle, Kuran, melek-insan düşlememiştir, böyle bir düşü saçma kabul eder. Daha ötesi, böyle bir düş, insanoğlunun en sefil kurumu olan putperestliğin bir uzantısı olarak verilmektedir. İnsanın halifeliğinden bahseden ayet, meleklerin insanla ilgili bir itirazına yer verir. İnsanın kan dökmeye kadar varan kötülükleri... Bu itiraz, Yaratıcı tarafından insan lehine cevaplandırılmıştır. Şunu da ekleyeyim: Kuran, en mükemmel insanlar olarak tanıttığı peygamberlerin bile melek-insan halinde düşünülmelerine karşı çıkmaktadır. Furkan suresinin birkaç ayeti bu konuyu ifadeye koyar. Evet, insan, kainat ağacının meyvesidir, fakat unutmamak gerekir ki bu meyvenin oluşması için alımlı dallar, renk renk çiçekler yetmez. Ağacın, yeraltındaki karanlıklara, çamurlara da kök salması lazımdır. İnsan, bir elini en kötü ve en çirkine bulaştırmadan, öbür eliyle en iyi ve en güzeli oluşturabilen bir varlık yapısına sahip değildir.
Önemli olan, insanın kötü ve çirkine yenik düşmemesidir. Elini bulaştırmış olması değil.
Selama kesinlikle karşılık verin!
‘‘Bir selam ile selamlandığınızda, onun daha güzeliyle yahut aynısıyla karşılık verin. Hiç kuşkusuz Allah Hasib'dir, her şeyi güzelce hesaplamaktadır.’’ (Nisa, 86)
Selamlaşma anlamında kullanılan ‘‘tahiyye’’, sağlık, esenlik ve mutluluk dilemek demektir. Selamın esası da bu anlamda bir dileği karşımızdaki insana iletmemizden ibarettir. Kuran bunun şekli, dili üzerinde durmamıştır. Selam, Arapça olacak diye bir kayıt asla yoktur.
Selam verilen kişi veya kişiler hangi
dili ve tabirleri sıcak buluyor, hoş karşılıyorsa onları seçmek en
doğru yoldur.
Paylaş