Yaşar Nuri Öztürk: Din ve tîyn

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Başlığımızın Türkçe karşılığı ‘‘din ve duvar...’’ Büyük bir sahabinin sözündeki espriyi bozmamak için sözcüklerin Arapçalarını aynen korudum.

Tîyn (Türkçe'deki T ile yazılan ve incir anlamına gelen tîn değil) bizim alfabemizde olmayan harfi ile yazılan tîyn; toprak, çamur ve bunlardan yapılan maddeler anlamında bir kelime. İmamı Ázam'ın da bağlı olduğu akılcı fıkıh ekolünün babası sayılan ünlü sahabi İbn Mes'ud bu kelimeyi, muhteşem bir Kur'ansal espriyi vermek için yine muhteşem bir benzetmede kullanmıştır.

İbn Mes'ud'a göre, Kur'an'ın dini, toprak ve duvar saltanatının yerine insan onurunu ve insan haklarını getirmekle seçkinleşir. Böyle düşündüğü içindir ki büyük fıkıh devi, dinin duvara teslimini, din adına duvar yükseltme tutkusunu bir çöküş ve çürüyüş olarak görmüş ve sonraki kuşakların dikkatini bu noktadan gelecek yıkımlara çekmiştir. Irak fıkıh ekolünün temellerini attığı Kûfe'ye ilk geldiğinde nakışlı-süslü bir cami gördü ve dedi: ‘‘Bunu kim yaptı? Bunu yapan, Allah'ın malını Allah'a isyanda harcamış.’’ Demek oluyor ki İbn Mes'ud'a göre, din ve Allah rızası adına duvar süslemek, özellikle mabet süslemek, Allah'a ibadet adı altında Allah'a isyandır. Ve İbn Mes'ud, başlığımıza kaynaklık eden ölümsüz sözü ekliyor: ‘‘İlerki zamanlarda, tîynı yükseltip dini alçaltan bir topluluk gelecek.’’

Evet, o topluluk ve o günler gelmiştir. Gelmiştir ki, cami yapan yığın yığın insana rağmen insan yapan tek cami görülemiyor. İnsan yapan mabet inşası, gerçek dinin ve dindarın işidir. Hurafe dini ve bunun tüccarı olan dinci, cami yapan insan üretir ama insan yapan cami üretemez.

İnsan yapan caminin varlığını nasıl anlarsınız? Kur'an dinini özünden tanıyanlar bunun cevabını rahatlıkla bulur. Ben söyleyeyim: İnsan yapan bir tek caminin bulunduğu semtte insana hizmet eden birkaç okul, birkaç sağlık ocağı, birkaç ambulans, birkaç felsefe kulübü, birkaç spor salonu, birkaç kültür olacağı, birkaç tiyatro bulunur... Eğer birkaç cami var, ama bu saydıklarımızdan hiçbiri yoksa orada insan yapan mabet yok demektir. Bunun açık anlamı ise orada Kur'an'ın dini yok, ama o dinin amansız bir sömürüsü var demektir.

Bizim eserlerimizde sıkça görülen insancı din-duvarcı din, gerçek din-duvar dini gibi ayrımların hareket noktası olan bu anlayışın biraz daha arka planında şunlar var: Hz. Peygamber diyor ki: ‘‘Mabetleri süsleyip püslemek, yükseltip görkemli kılmakla görevlendirilmedim.’’ Ve: ‘‘Gün gelecek mabetlerinizi, tıpkı Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları gibi, süsleyip püsleyeceksiniz.’’ Ve: ‘‘Kur'an nüshalarını nakışlayıp mescit ve mabetlerinizi süsleyip püslediğinizde yıkım ve çöküş, üzerinizedir.’’

Hz. Ali diyor ki: ‘‘Bir toplum, mescit ve mabetlerini süsleyip püsleyince ibadetleri bozguna uğrayıp perişan olur.’’

Ömer bin Abdülaziz, Şam Camii'ne Emevi kralı Velid'in koydurduğu süsleri söktürüp kamu hazinesine göndermiştir.

İmamı Málik, camilerin şurasına-burasına Kur'an ayetlerinin yazdırılmasına bile karşı çıkmış, bunları bid'at (dine bir şeyler ekleme) saymıştır. Aynı İmam Málik, camilere para toplamak için konan ‘‘yardım-sadaka sandıkları’’na da şöyle diyerek karşı çıkmıştır:'' Allah, mescitleri dünyalık toplama yeri yapmamıştır. (Tüm alıntılar için bk. Turtûşî, el-Bida, 218-234)

Emevi kodamanlarının başlattığı tahribe böylesine anlamlı bir tavırla karşı çıkan bu ilk tevhit kuşakları bunu neden yaptılar? Camiye-namaza karşı olduklarından mı? Elbette ki hayır! Onlar, bu gidişin nelere mal olacağını biliyorlardı. Gerçek dini çürüten birileri, bu çürümüşlüğü örtmek için bir ‘‘cami sanayii’’ bir ‘‘cami yapım iş kolu’’ geliştirerek bununla dindarlık gösterisi ve bu gösteri üzerinden politika yapacaklar. Ve bu arada yüzlerce-binlerce açıkgöz kese dolduracak. Bu sanayiinin tartışılmaz göstergeleri sokaklarımızı doldurmuş bulunuyor. Ortada dört duvar bir cami, üstte riya ve bid'at alameti iki minare ve altta ‘‘iş kolu’’nun göstergesi birkaç (bazen onlarca) dükkán...

Bilgin sahabi İbn Mes'ud'un gözüyle bakıp değerlendirme yaparsanız ‘‘iş kolu’’nun size yapıştıracağı yafta hazırdır: ‘‘Zındık, camiye-cemaate karşı çıkıyor!’’ Böyle bir zihniyete söylenecek sözü, biraz önce verdiğimiz hadisten alalım: ‘‘ed-Debáru aleyküm: Yıkım ve çöküş, üstünüzedir!’’

Evlatlıklarınızı öz babalarına nispet ederek çağırın!

‘‘Evlatlıklarınızı öz babalarına nispet ederek çağırın. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha uygundur. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o takdirde onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.’’ (Ahzáb, 5)

İnsan onurunun bir gereği de soysuzluktan uzak durmaktır. Soysuzluktan uzaklığın göstergelerinden biri de kişilerin babalarına nispet edilmeleridir. Gerekçesi ne olursa olsun kişinin kendisini, ‘‘onun bunun çocuğu’’ haline getirmesi büyük bir onursuzluktur. Bu duruma kişiye birilerinin düşürmesi de bir onursuzluktur.

Böyle bir onursuzluğa olumlu bakmak da yol açmak da Allah'ın iradesine aykırıdır. Bunun içindir ki, başkalarının himayesine girmek zorunda kalmış çocuklara ‘‘evlatlık’’ adı altında babalarının unutturulması ilahi adalete aykırı görülmüştür. Yukarıdaki buyruğa dayanarak bazı araştırıcılar, ‘‘Kur'an evlatlık kurumuna karşıdır’’ hükmüne varmışlardır. Ayetten böyle bir sonuç çıkarmak zorlamadır. Ve himayeye muhtaç çocuklara haksızlıktır. Kur'an'ın yasakladığı, evlatlık edinilen yavruların babalarının unutturulmaları ve himayesine girdikleri kişileri öz babaları halinde algılamak üzere şartlandırılmalarıdır. Ayet başka bir yasak getirmiyor.

‘‘Burnuna sarmısak tıkayıp da gül

kokusu peşinde koşma.’’

Mevlána Celáleddin Rûmi

Yazarın Tüm Yazıları