Paylaş
O yön, iki ana başlıkla ortaya konabilir:
1.Atatürk’ün verdiği mücadelenin dinden ve din adamlarından gördüğü desteğin arka planını aydınlatmak,
2.Atatürk’ün, yaptığı devrimleri İslam’a aykırı değil, İslam’ın istek ve beklentilerine uygun olduğu yolundaki iddia ve ısrarnın arka planını aydınlatmak.
Atatürk-din ilişkisi, işte bu açılardan hiç ele alınmadı. Bu ciddî bir yanlıştı.
Atatürk’e karşı olan içteki dinci çevrelerle Haçlı emperyalist çevreler bu yanlıştan son derece memnundular ve bu memnuniyetlerini stratejilerinde değerlendirerek Türkiye’ye ve Müslümanlara büyük oyunlar oynadılar.
Türk milleti için en hayatî alan olan, ‘Muhammedî miras-Atatürk mirası münasebeti alanı’, öylesine boş bırakıldı ki, Atatürk’ü ve devrimlerini dine karşı gösteren dinci ve inkârcı ekipler, bir ‘Tanrısal hükmü’ ilan ediyor duruma geldiler.
Oysaki bizzat Atatürk bunun aksini söylemekte, yaptığı devrimlerin dine tamamen uygun olduğunu iddia etmektedir. Yüzlerce konuşmasının hemen tümünde din geniş biçimde yer almaktadır.
Şu hayatî gerçeği, vicdanımıza ve çocuklarımıza çok iyi belletelim:
Bugünün sözde Atatürkçülerinin aksine, Gazi Atatürk, din konusunda asla kaçak güreşmemiş, günü idare edip kenara çekilmemiştir.
Atatürk’ün gerçek İslam diye bir hasreti ve Cumhuriyet devrimleriyle İslam’ın tam uyuşum içinde oldukları yolunda bir iddiası vardır ve onun özeti şudur:
Cumhuriyet devrimleri, İslam’a aykırılık şöyle dursun, İslam’ın bizzat talepleridir. Yani Mustafa Kemal, yaptığı devrimlerle, özgün İslam’ın ve çehresi Arabizm tarafından değiştirilmemiş gerçek Hz. Muhammed’in hasretine cevap getirdiği inancındadır.
Zaman tünelinin burasında biz de aynı inançtayız.
Bana göre, Mustafa Kemal’i evrensel-ortak ışık yapan da burasıdır. Mustafa Kemal, yaptığı işin işte bu yanını sadece Türkiye ile kayıtlı görmemiş, bütün insanlığa, özellikle Müslümanlara hizmet olarak görmüştür.
O günün Müslümanları Mustafa Kemal’i ‘İslamın kurtarıcısı’ diye anıyorlardı. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 15/52) Bu insanlar acaba sürçülisan mı ettiler? Hayır, etmediler; derin bir sezişle hakikati tam damarından yakaladılar.
Peki, Atatürk devrimlerinin savunuculuğu rolüne soyunanlar, böylesine önemli bir gerçeği nasıl görmediler veya göremediler.
Göremediler değil, görmek istemediler.
Çünkü büyük çoğunluğunun sadece hurafeci Arap-Emevî İslam’ından değil, İslam’ın gerçeğinden de rahatsızlıkları vardı. Onların birçoğunun benliklerine yerleşmiş olan ‘İslam’dan nefret virüsü’ daha doğrusu ‘ruhsal olandan nefret virüsü’, sadece onları sıkıntıya sokmakla kalmadı, ülkeyi de ciddî rahatsızlıkların girdabına itti.
Ruhsal olandan nefret virüsünün Atatürkçülük adı altında şırınga edilmesi illetinin tipik örneklerinden birini Doğu Perinçek’in Kemalist Devrimin Din ve Allah Anlayışı adındaki talihsiz kitabında bulmaktayız. Baştan sona zorlama, saptırma ve dinamitlemelerle dolu bu kitap hakkında burada (ve şimdilik) Alpaslan Işıklı’nın kısa bir tespitini nakletmekle yetineceğiz:
“Perinçek, Atatürk’ün dinsizliği ve tanrısızlığını kanıtlamaya yönelik bunca ayrıntılı görüş ortaya koyduğu kitabında neyi amaçlamıştır?.. Kime ait olursa olsun ve ne olursa olsun, insanların inançlarının kendi kişisel dünyalarını ilgilendirdiğini kabul etmek ve buna saygı göstermek gerekir. Dolayısıyla, önemli olan, Atatürk’ün dinsel konulardaki inançlarının ne olduğu değil, din alanında izlediği politika ve bu politikanın dayandığı anlayıştır.”
“Perinçek, Kemalizm’e kazandırdığı bu çehre (dinsizlik çehresi) ile, Kemalizmin taraf olduğu, geçmişten günümüze süregelen mücadeleyi, aydınlanmacılar ile yobazlar arasındaki bir mücadele olmaktan çıkarıp dinsizlerle Müslümanlar arasında bir mücadeleye dönüştürmektedir. Böylece kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların çok önemli bir bölümü, aydınlanmacılar safından dışlanmakta, her Müslümanın gerici sayılması sonucuna varan bir sınıflandırmaya gidilmesi tehlikesi belirmektedir.”
“Müslüman oldukları için gerici sayılma endişesi içine düşecek olan geniş yurttaş kesimlerinin, Perinçek’in kitabı karşısında duyacağı dehşeti düşünebiliyor musunuz?”
(Işıklı, Sosyalizm Kemalizm ve Din, 207-208)
Dinden nefret virüsüne yakalanmış ‘aydınlar’ın en büyük hatası, aydınlanma denen olgunun dine karşılıkla eşanlamlı olduğunu sanmalarıdır.
Aydınlanma, ateizmle veya dinsizlikle eşanlamlı değildir.
Din adına asırlar boyu yapılan kötülüğün, üretilen karanlığın etkisiyle elbette ki aydınlanmada önemli roller üstlenmiş insanların bir kısmı dinsiz veya ateist olmuşlardır. Ama tümü böyle değildir. Daha doğrusu, aydınlanmanın öncü düşünürleri dinsiz ve ateist değillerdir.
Kısacası, bizim aydınlarımızın inadı korkunç bir inattı ve bu inadın intikamı da korkunç oldu.
İnancımız odur ki, bu yanlış yapılmasaydı, Atatürk mirası, bütün Müslümanlar için kurtuluş reçetesi sayılabilecek bir ‘Kurtuluş teolojisi’ (deyim, Fransız Marksist-Müslüman Roger Garaudy’nindir) oluşturabilecekti.
Gereken yapılmadığı için bu Kurtuluş Teolojisi’nin yerine İslam’ın ve Müslümanların düşmanlarıyla işbirliği yapanlarca bir ‘Fesat teolojisi’ oluşturuldu. Şimdi bu fesat teolojisi, bütün köşe başlarını tutmuştur ve Haçlılarla işbirliği halinde, Türk milletinin can damarlarını birer birer koparmaktadır. Alparslan Iışıklı’nın şu tespiti, üzerinde olduğumuz konudagerçeğin tam ifadesidir:
“Atatürk, Kurtuluş Teolojisi’nin öncülüğünü, Kuvayi Milliye ile İslamiyet arasında kurmayı başardığı köprü üzerinde, bu asrın başında gerçekleştirmiştir.” (Işıklı, SKD, 188)
Köprü kuruldu ama köprünün üstünden geçmesi gerekenler geçmedi ve köprü hizmet dışı tutulduğu için çürüyüp çöktü.
Sözün özü şu:
Cumhuriyet aydını ve Türk siyaseti, Atatürk ve İslam konusunda ölümcül bir hata yaptı. Umarız, bizim sarsıcıama üstü sürekli örtülen mesajlarımız sayesinde bu hatanın farkına varır ve çok yoğun bir gayretle açıklarını kapatma yönüne gider.
Paylaş