Paylaş
MİLLİ Takımımızın oyuncuları Japonya dönüşü uçaktan ellerinde havaya kaldırdıkları iki büyük pankartla inerlerse, kimse şaşırmamalı. Pankartlardan birinde "Türkiye'nin beynelminel sahalardaki en güçlü spor branşı basketboldur" diye yazmamıza az kaldı. En az 4-5 oyuncumuzdan yoksun gençlerden kurulu milli takımımız, her iki kıtanın şampiyonunu yenerek bu iddiayı hak etti. Bu günkü Slovenya maçı bu bakımdan çok önemli. "Türk çocuğunun en yetenekli olduğu spor basketboldur" yazılı pankartın güç kazanması için Slovenya maçının önemi yok. Bu iddia şimdiden yerini buldu.
Eskiden beri yazıyoruz; Türk çocuğunun eli çok hassas. Topu yerden yere vururken bile onunla barışık. Özetle Türk çocuğu basketbol topunu seviyor top da Türk çocuğunu. Yeteneğimiz bununla sınırlı değil, Türklerin gözleri çok keskin, çok nişancı. Bu yüzden turnuvanın en iyi şut atan oyuncuları bizim takımda. İbrahim Kutluay ve Serkan Erdoğan gibi şut atan oyuncular dünyada çok az. Sırada Ersan İlyasova ve Cenk Akyol var.
Takımda moral, kondisyon mükemmel. Her oyuncu çevresine pozitif enerji yayıyor. "Basketbolda oyuna girmeden maç kazandıranlar" diye bir kavram var. Bu kenarda, benchte 40 dakika oturup yine de bütün heyecanı ile arkadaşlarını destekleyen, onları coşturan oyuncular için kullanılıyor. Bizde bu olguyu, yaşından ve tecrübesinden egosunu yenmesi beklenmeyen genç Semih Erden başta, tüm oyuncular gerçekleştiriyorlar.
Bir de "Oyundan çıkıp eşofman giyerken bile sayı atanlar" anlayışı var. Oyundan çıkarkan oyuncuların küskün olmaları basketbolun bir gerçeği. Oyuncular yerlerine girecek diğer oyuncuya pozitif katkıda bulunup sırtına vurup onu havaya sokarlarsa, bu beklenmeyen bir katkı olur. Her oyundan çıkanın yerine girenle havada el çırpması, Türk takımının simgesi oldu.
NBA oyuncularının takımda olmayışlarının nedeni ayrı bir tartışma konusu. Ama bu negatif olayın bile, üzerimizdeki etkisi çok olumlu. En gencinden en tecrübelisine kadar tüm oyuncularımız, bu olayı bir onur savaşı gibi algılamış durumdalar. Bunların başında Kerem Gönlüm, Kaya Peker ve Ermal Kurtoğlu geliyor. "Onlar yoksa biz varız" inancı, "Küçümsendiklerinden endişeli gençlerin ölümüne savaşmasını sağlıyor" demek abartılı olmaz. NBA oyuncularımız sayesinde "Kadroya girmeden takımı takım yapanlar" kavramı da yolda demektir.
İBO ARTIK GERÇEK BİR LİDER
Takım ruhunu aşılayanların başında İbrahim geliyor. İbrahim'i seyrederken önceleri bir çok üstün yeteneğinden sadece şutunu kullanıyor diye üzülüyordum. İbrahim'in konsantrasyonu sadece şut ve sayı atmaktı. Onun elinde top 40 dakika oyunda kalsa bile, saniyelerle ölçülürdü. Dripling sayısı da neredeyse şut sayısı kadardı. Kaptan bir bakıma "Skorerden lider olmaz" anlayışının kanıtıydı. Ama bu turnuvada İbrahim bambaşka. Ülker'i şampiyon yapan son maçlarındaki İbrahim'i sergiliyor. İbrahim de özveri, egonun yerini aldı. Önce ben anlayışı önce takım anlayışına dönüştü. Savunmada kendini yerden yere atan İbrahim, hücumda da top elindeyken artık şut kadar, arkadaşlarına da pozisyon yaratmaya kararlı. Psikolojik olarak da oyuna sonradan girerken özverili tutumu, tüm takıma örnek oluyor. İbrahim artık her yönüyle gençlerimizin örnek alacakları tartışmasız bir lider.
Burada Serkan'a da ayrı bir paragraf açmak gerek. Dünyada skorerlere savunmada da en zor adamları tutma görevi pek verilmez. Serkan, Yunanistan maçında hücumda 30 sayı attı. Bunu sayı levhasında herkes gördü. Ama Serkan'ın istatistiğe geçmeyen başarısı savunmasıydı. En çok sayı attığı günde takımımızın en başarılı savunma oyuncusu olma performansı istatistiklere geçmese de basketbolseverlerin belleğine yazıldığı inancındayım.
SEVGİ Mİ ÖNEMLİ BİLGİ Mİ?
Savunmadaki ölümüne savaşımızın ardında tabii ki teknik kadro da var. "Bogdan Tanjeviç'in en önemli özelliği nedir?" diye sorarlarsa, benim ilk aklıma gelen yanıt "cesareti" olur. Tanjeviç gerçekten çok cesur bir koç. Onun bu cesareti Türk basketboluna bir çok genç yıldız oyuncu kazandırıyor, ona teşekkür borçluyuz. Ama Nihat İziç'in de hakkını yememek lazım. Türk basketbolunda savunma heyecanı, tutkusu, İziç'in son Avrupa Ümitler Şampiyonası'ndaki kadrosuyla başladı.
Benim milli takımlarımız için Türk koçlardan yana olduğumu saklamama gerek yok. Bu tercihimde önceliği yabancı koçlarla çekilen iletişim sıkıntısı alıyor. Bu yüzden ben NBA oyuncuları ile tam kadrolu ve Türk koçlu bir milli takımdan yanaydım. Tekrarlıyorum, Türk koçları Tanjeviç'ten daha iyi koç oldukları için değil, farklı dilde konuşulurken çekilen iletişim sıkıntısından dolayı tercih ediyordum. İletişim, hele kenarda hiç susmayan Yugoslav koçlarla daha da zor oluyor. İletişimin olmadığı yerde sevgi ve saygı kolay yeşermiyor. Sevginin olmadığı yerde de bilgi ikinci planda kalıyor. Oyunca teknik kadrosunu yürekten sevmiyorsa, o kadronun basketbol bilgisi önemini yitiriyor.
Japonya kadrosunda oluşan olumlu havanın bir mimarı da, etrafına pozitif enerji yayan Harun Erdenay. Harun'un olduğu yerde sevgi var demektir. Bu yüzden teknik kadronun başarısında Harun'a da özel bir yer vermek gerek. Harun Erdenay, Levent Topsakal ve Orhun Ene'den sonra kendini basketbola adayan üçüncü süperstarımız. Ne mutlu Türk basketboluna.
Paylaş