Dünya basketbolunda ‘Savunmadayken hücuma geçmek’ gibi bir yeni anlayış var. Milli Takımımız, Bulgaristan maçında saldırgan savaşçı anlayışıyla adeta ‘Bizim hücumumuz savunmamızdan başlar’ mesajı verdi.
BASKETBOL genelde çok sayı atan takımın maçları kazanacağı bir oyun olarak kabul edilir. Az sayı yiyen takımın maçları kazanacağı anlayışı pek yaygın değildir. Bu yüzden dünya basketbolunda hücum, savunmanın hep önündedir. Dile getirilmese de, hücum bir heyecan kaynağı oluştururken, savunma zorunlu bir görev gibi algılanır.
Türkiye’de durum daha da abartılıdır. Savunmada oyuncularınızın çoğu, top rakip takımın elindeyken, ‘Şu 24 saniye bir geçse de hücuma başlasak’ anlayışındadırlar. Bizde bu zorunlu nöbet anlayışı daha çok yıldız oyunculardan kaynaklanır. Eğer, siz fotomuhabiriyseniz ve sizden ‘Savunmada yerdeki boş topa balıklama atlayan bir yıldız oyuncunun fotoğrafını’ çekmeniz isteniyorsa, işiniz çok zor demektir. Ama bu arada ‘Savunmada can sıkıntısından kafasını kaşıyan bir yıldız oyuncu fotoğrafı’ çekip arşivinizi eşi kolay bulunmayacak bir zenginliğe eriştirme şansınız olabilir.
Türk Milli Takımı’nın Limoges’daki ilk maçında, Bulgaristan karşısındaki ilk yarı savunması, bütün bu inançları alt üst edecek yoğunluktaydı. Bence o ilk yarıdaki prese dayalı savaşımız, basketbol tarihimizin en heyecanlı coşkulu savunmalarından biriydi. Dünya basketbolunda ileride üzerinde sık sık duracağımız, ‘Savunmadayken hücuma geçmek’ gibi bir yeni anlayış var. Milli Takımımız, o maçta saldırgan savaşçı anlayışıyla adeta ‘Bizim hücumumuz savunmamızdan başlar’ mesajı verdi.
Tanjeviç’in cesur bir koç olduğunu, genç oyunculara cesaretle şans tanıdığını geçen yazımızda belirtmiştik. ‘Savunmada hücuma geçmek’ anlayışı da, onun cesaretinin bir başka belirtisiydi. Saldırgan savunmamızla bulduğumuz fast-break sayılarıyla, Bulgaristan maçının sonucu ilk 20 dakika sonunda belli oldu. Tekrarlıyorum, savunmamız gurur vericiydi. Ukrayna maçı da kolay geçti.
Doğrusu biz Fransa maçında Bulgaristan maçının ilk yarısında uyguladığımız o müthiş savunmayı tekrarlayacağımız inancındaydık. Ama hiç öyle olmadı. Fransa maçında gerek savunmada, gerek hücumda tanınmaz haldeydik. İki gün önce Bulgaristan karşısında kazandığımız ivmeyi, eriştiğimiz zirveyi boşuna arayıp durduk. Bir türlü ‘Takım oyunu çarkını’ çeviremedik.
Motorunu çalıştıramayıp uçağı bir türlü havalandıramadık. İki gün içinde bu kadar farklı iki Milli Takım performansını açıklamak kolay değil. Siz, ‘Hücum edemediğimiz için savunma yapamadık’ derseniz, haklısınız. ‘Savunmamız çok zayıftı, bu yüzden hücum edemedik. Üstelik 3 Fransız hakem taraf tuttular’ derseniz, yine haklısınız. Bence bu bir açık oturum konusu. Ama bugün problemin sebebini araştırmak yerine, çözümü araştırma zamanı.
Basketbolda point-guardların önemi her geçen gün artıyor. Onlardan istenen şeylerin hududu yok. Rakip fast-breakleri durdurmak, rakibin point-guardını bunaltmak, böylece savunmayı coşturup hızlı hücumlarımızı başlatmak, bunlardan bazıları. Ama onlardan en büyük beklentimiz, özellikle hücumda liderlik yapıp takım oyununu oturtmak oluyor. Şu anda bizim milli takımımızın point-guardları artık zincirin zayıf halkası değiller, Kerem Tunçeri de, Ender Arslan da ellerinden geleni yapıyorlar. Ama takımın lideri konumunda da sayılamazlar. Bu yüzden hücumda takım oyununu oturtmak görevini sadece onların sırtına yüklemek haksızlık olur. Lider point-guard kavramına açıklık getirmek için Fransa maçındaki Tony Parker’ı hatırlamak yeterli olur. Siyah oyuncuları tutmak kolay iş değil.
Hepsi süper atletler, hele zıplama yetenekleri korkunç. Tony Parker’ın ilk yarıda Fransız uzunlara verdiği alley-hoop paslarla yaptırdığı müthiş smaçlar, maçın gidişinde etkili olduğu düşüncesi de bence geçerli bir görüş.
Takım oyunumuzla başarı motorunun marşına basıp coşkuyu başlatmak sorumluluğunu NBA oyuncularımızın paylaşmaları şart. Onlar rakip sahalarda yaşanan o güç maçlara alışıklar. Türk Milli Takımı’nın onların problem çözme tecrübelerine ihtiyacı var. Geçtiğimiz pazar günü hazırlık maçında Rusya, Litvanya’yı 77-71 mağlup etti. Bu maçta yine lokomotif, NBA tecrübesiyle Kirilenko’ydu. Üstelik olumlu katkısı attığı sayılarla sınırlı (11 sayı, 14 ribaund, 6 blok) değildi. Kirilenko’nun sahip olduğu becerilerin hepsine Hidayet ve Mehmet Okur da sahipler. Üstelik ikisinin de şutu onunkinden daha iyi. Takımı ateşleme sorumluluğun büyük bir kısmı onlara ait. Bu ekipte Mirsad da var.
Milli Takımımız’da iyi oyuncu sayımız sınırsız. Yeter ki, yetenekleri üst üste koymayı başaralım. Milli Takımımız’ın gücü sadece yetenekle de sınırlı değil, en önemli özelliği, hem genç, hem de tecrübeli oyunculardan kurulu oluşu. Tecrübe ve gençlik kolay kolay biraraya gelen özellikler değil.
Biz bu avantajımızı kullanmalıyız. Basketbolda demokrasi kuralları geçersizdir. Her boş kalanın şut atma gibi bir şansı yoktur. Bu yüzden çark dönüp coşku başlayıncaya kadar, her oyuncu sadece en iyi yaptığı işi ortaya koymalıdır.
Sırbistan&Karadağ’a seyircimizi götüremiyoruz. Ama yeteneklerimizi gençliğimizi, tecrübemizi ve yüreğimizi ne gümrüklerde, ne de maçlarda kimse elimizden alamaz. Yeter ki, biz silahlarımızı cesaret ve anlayışla kullanalım. Türkiye’de basketbol çok gelişti. Beklenen patlama için Milli Takımımız’ın başarısına çok ihtiyacımız var. Buna bizim inancımız tam.