Yalçın Granit

Özgürlük ve disiplin

8 Nisan 2003
Gençlere duyurulur: Evinizin duvarına asacağınız, önemli bir maçta boş top için yerlere balıklama atlamış bir fotoğrafa sahip olmadan, sakın basketbolu bırakmayın. LOS Angeles Lakers'ın Play-Off'lara katılması kesinleşti. Bugüne kadarki en çekişmeli şampiyonluk yarışı olmaya namzet Play-Off'lar, haftaya başlıyor. Şimdi herkesin dikkati, Lakers'in 4. kez şampiyon olup olamayacağı üzerine toplanmış durumda. Yorumlar birbirinden çok farklı. Kimilerine göre, dünyanın en iyi iki oyuncusuna ve yine dünyanın en güçlü teknik kadrosuna sahip Lakers favori. Bazılarına göre ise, takım içindeki huzursuzlukları çözememiş Phil Jackson ve talebelerinin, NBA'in en güçlü 3 takımı (San Antonio, Sacramento ve Dallas) aşıp, şampiyon olması bir mucize.

Gazetelerdeki dünyanın en iyi oyuncusu anketinde Kobe Bryant daha çok oy topluyor. Ama ‘‘Yarın ki final maçınızda takımınızda olmasını arzuladığınız ilk oyuncu kim?’’ diye sorulduğunda çoğunluk, ‘‘Shaquille O'Neal’’ diyor. Bu iki yıldız oyuncuyu uyum içinde oynatmak çok zor. Lakers'ın çok tecrübeli kenar yönetimi bile zaman zaman çok zorlanıyor.

Kobe'nin işi zor

Geçen haftaki yazımızda attığı inanılmaz sayılarla hayranlık toplayan Kobe'nin egosu yüzünden Michael Jordan gibi saygı uyandıramadığını yazmıştık. Ama Kobe'nin işi çok zor. Jordan, Chicago'da oynarken işi nisbeten kolaydı. Takım arkadaşı Dennis Rodman'ın aklı fikri yapacağı ribaund sayısına takılıydı ve bu yüzden de çoğu maçı hiç şut atmadan bitirirdi. Onun atmadığı şutları Jordan'ın kullanması göze batmazdı. Üstelik Chicago'nun pivotları seneler boyu hücumda yetersiz oyunculardı. Onların da ilk görevleri Jordan'a servis yapmak, kendi şanslarını adeta bir tepsi içinde Jordan'a sunmaktı.

Lakers'ta iş değişik. Pota dibinde dev gibi Shaq var. Onu savunanlar korkunç cüssesi yüzünden önüne geçemediklerinden, Shaq'a pas vermezseniz hemen göze batıyorsunuz. Lakers'ın oynadığı triangle ofansta, üçgenlerin pota dibinde birleştiği yerde Shaq var. Hücumlarda ilk pasları ona vermek zorundasınız. Bu yüzden Kobe, özgürlük ve takım disiplin çizgisi içinde zorlanıyor. Shaq formsuz veya sakat olup oynamadığı maçlarda, Kobe'ye ‘‘Ne yaparsan yap da, maçı kazandır’’ deniyor.

Şubat ayında Shaq'sız oynadıkları 13 maçta Kobe'un sayı ortalaması 40'ın üzerindeydi. Sıradan takımlara karşı da olsa, 13 maçın 11'ini kazanmışlardı. Ve herkes ondan hayranlıkla söz ediyordu. Kimse onu, savunma ribaundunda aldığı topla dribling yapıp, arkadaşlarına pas vermeden şut atsa bile egoistlikle suçlamıyordu. Ama Shaq gelince durum değişti.

5-6 yıl gerekli

Lakers'ın kenar yönetiminin arkasındaki iki asistan koç Tex Winter ile Kurt Rambis'in görevleri istatistik tutmak. Tex Winter, triangle ofansın mucidi. Kurt Rambis ise LA'nin eski menajeriydi. İkisinin tuttukları ve bir sır gibi sakladıkları istatistiklerin ne olduğunu, NBA'de bilen yok.

Kurt Rambis MSNBC'de haftalık yazı yazar. O yazıları çok dikkatle okursanız, istatistikler hakkında az da olsa fikriniz oluyor. Geçen hafta orjinallikleriyle tanınan koç Phil Jackson'ın aldığı bazı molalarda hiç konuşmadığını ve bu tip molaların koçun konuştuğu molalardan daha etkili olduğunu yazmıştık. Kobe ve Shaq'ın uyuşamadıkları maçlar sırasında alınan bazı molalarda ise, Jackson yine kendisi konuşmuyor. Ve bu iki yıldıza, ‘‘Siz ne diyorsunuz, anlatın’’ deyip, onları konuşturuyor. Bu molaların da etki bakımından ikinci sırada olduğunu Rambis'in yazılarından öğreniyoruz.

Triangle ofans aslında bir pas oyunu (passing game). Asistanların bir görevi de her hücumda yapılan

pas sayısını kaydetmek. Sistemin başarılı olması için, en az 4-5 pas yapılması şart. Kurt Rambis, ‘‘Siz Tex'le beni yüzyüze hayretler içinde, birbirimize bakarken görürseniz, Kobe'nin driblingleriyle getirip, kimseye pas vermeden şut attığını ve bizim pas hanesine sıfır yazmakta olduğumuzu anlayın’’ diyor.

Bu durumdan Kobe de dertli; ‘‘Koçlar bana bir gün ‘40 sayı at, maçı kazandır' diye sınırsız yetki tanırlarken, ertesi gün ‘Sen takımın point guardısın, oyunu yönetmek senin sorumluluğunda’ diyorlar.’ Kobe, ‘‘Benim çektiğim sıkıntıyı NBA tarihinde kimse çekmemiştir, kimsenin de çekeceği yoktur’’ görüşünde.

Kobe, attığı sayılarla hayranlık kazanırken, Jordan hala fotoğrafta gördüğünüz özverisiyle saygı topluyor. Geçen hafta çekilen bu fotograftaki Jordan, 40 yaşında. Tereddütsüz dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu. Dünyanın en zengin sporcuları listesinde en başta. Üstelik Wizards kulübünün sahiplerinden biri. Kulübün hem ortağı, hem de yetkili şube sorumlusu. Koç Doug Collins'i seçip, görevlendiren de o. Adam 40 yaşında boş top için, kendini yerden yere atıyor ve saygı topluyor. Otoriteler, hayranlık ve saygı arasındaki bu hassas dengeyi Kobe'nin anlaması için en az 5-6 yıla ihtiyacı var görüşündeler.

Özverinin simgesi

Liderlik yolu özveriden geçiyor, fotoğraf da bu anlayışı simgeliyor. Türk basketbolunda sadece Milli Takımımızın değil, tüm kulüp takımlarımızın liderlere ihtiyacı var. Disiplini, karşılıklı sevgiyi, dayanışmayı, özveriyi sahaya yansıtacak liderler olmadan büyük takım olunamıyor.

Ben Türkiye'de basketbol oynamış tüm oyuncuların evlerinde, Jordan'ınkine benzeyen fotoğrafların asılı olduğunu sanmıyorum. Bizim arşivlerimizde savunmada kafasını kaşıyan veya hücum faulü yaptırırken eliyle gözünü kapatan yıldızlara rastlanır. Ama boş topa balıklama atlayan yıldız fotoğrafı pek bulamazsınız. Evlerimizde yan yana ayakta durup, objektife baktığımız fotoğraflar çoğunluktadır. Ama ayakta durup, objektife bakmak lider olmaya yetmiyor. Ne garip, basketbolda oyuncular ne kadar çok yerlerde sürüklenip savaşırlarsa, o kadar yüceliyorlar. Türk basketbolu, sahada koçların baskısından kurtulmuş, özveride örnek olan, takımın başarısını kendi başarısından önde tutan, bireysel ego yerine takım egosu anlayışına sahip oyuncuları arıyor.

Gençlere duyurulur: Evinizin duvarına asacağınız önemli bir maçta boş top için yerlere balıklama atlamış bir fotoğrafa sahip olmadan, sakın basketbolu bırakmayın.

İKİSİNİN FARKI 40 yaşındaki Michael Jordan, kazanma arzusuyla her top için büyük mücadele veriyor. Topa sahip olmak için yerde sürünüyor. Ondan çok daha genç olan Kobe Bryant ise egosu yüzünden kendisine duyulan hayranlığı saygıya dönüştüremiyor.
Yazının Devamını Oku

Hayranlık ve saygı

1 Nisan 2003
Bizim Harun Erdenay'a duyduğumuz sevgi ve saygının hududu yok. Harun, hücumda yalnız Türkiye'nin değil, Avrupa'nın en iyi oyuncularından biri, ama lider değil. Disiplin olmadan liderlik olmuyor. Biz Harun'un içindeki gücü dışarı çıkaramadık. Ama onun için hala çok geç değil. YILDIZ oyuncular için güç bir haftayı geride bıraktık. Shaquille O'Neal için hafta başındaki Sacramento Kings maçı özel bir gündü. Shaquille, o maçta 20.000 sayıyı aşan NBA tarihinin 28. oyuncusu oldu. Sacramento'lular 20.000 sayıyı aştığı maçın topunu ona hediye ettiler. Ama dönüşte, uçakta, topun üzerinde ‘‘Shaquille, zavallı ahmak’’ diye, hakaret dolu yazıların yer aldığı meydana çıktı. Yazıyı kimin yazdığı, ne zaman yazdığı hala öğrenilemedi. Topu geri yolladılar, ama Shaquille şimdi 10 Nisan'da yapılacak son Sacramento maçını bekliyor.

Shaquille, bu olayın intikamını Houston Rockets maçında, Yao Ming'den, 39 sayı atarak çıkardı. Sezon başında oynadıkları ilk maçta Yao, Shaq'a üstüste 3 blok yaparak, artık NBA'de Shaquille devrinin kapandığı izlenimini vermişti. İkinci maçta ise Shaq, Yao'yu perişan etti. Yao, sadece 6 sayı atabildi. Shaq ise 8 faulden 7'sini sayıya çevirdiği maçtan sonra, ‘‘Kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın dünyanın en güçlü, en büyük pivotu benim’’ diyordu.

Maçın özeti pankart

Hafta sonunda oynanan Lakers-Washington maçında Michael Jordan ve Kobe Bryant karşı karşıya geldiler. Jordan'ın Staples Center'daki son maçı hüzün doluydu. Kobe'nin gözünün yıllardır Jordan'ın yerinde olduğunu, hatta ondan daha iyi oyuncu olmak için yanıp, tutuştuğunu bilmeyen yok. Sahanan girişindeki, ‘‘GÜLE GÜLE MICHAEL, HOŞGELDİN KOBE’’ yazılı kocaman pankart, maçın adeta özetiydi. Kobe maçı domine etti. İlk devreyi, NBA rekoru 42 sayıyla kapattı, maçı da 55 sayıyla bitirdi. Bu maçtan sonra günlerdir Amerika'da Michael ve Kobe ikilisi tartışılıyor. Michael'ın basketbolda başarı kavramını kolay erişilemeyecek zirvelere taşıdığı bir gerçek. Jordan'dan önce skorerlere büyük oyuncu denirdi. O buna, büyük oyuncu olmak için yanındakileri ve oynadığı takımları büyütmek şartını ekledi. Bununla da yetinmedi. En iyi savunmacı olmadan, süperstar olunamaz anlayışı, yine onun eseri.

Saygının yerini doldurmuyor

Kobe,
istatistiğe geçen rakamlarla Michael'ı yakalamış gözükse de, istatistiğe geçmeyen çok önemli bir konuda ondan geride. Kobe'nin hücumdaki performansı, izleyenleri hayran bırakıyor. Ama zaman zaman takım oyununu hiçe sayan egoistliği, ona duyulan hayranlığın saygıya dönüşmesini önlüyor. Hayranlık, saygının yerini doldurmuyor.

NBA'de Avrupa'dakinin aksine, koçların maçların kazanılması sorumluluğunu oyuncularla paylaşmak anlayışı hakim. Sorumluluğu yüklenen oyuncuya da, ‘‘lider’’ deniyor. Bu oyuncuların liderliklerini kanıtlamak için tek çareleri var: O da savunmada özverileriyle, sınırsız gayretleriyle örnek olmak. Bu da yetmiyor. Liderlerde ‘‘kişisel ego’’ çaresiz yerini ‘‘takım egosuna’’ bırakıyor. Ve liderlerle beraber tüm oyuncular için ister istemez, bireysel istatistik kolonlarından daha çok, maç sonucunu belirten sayı levhası önem kazanıyor. Özetle takım, takım oluyor.

40 yaşındaki Jordan, hala savunmada kendini yerden yere atarak saygı toplarken, 24 yaşındaki genç Kobe, attığı sayılarla sadece hayranlık kazanıyor. Bu yüzden de henüz lider değil.

Maç kazanma sorumluluğunu oyuncularıyla en çok paylaşan koç Lakers'ın hocası Phil Jackson. Kobe'nin egosunun oyunu kargaşaya dönüştürdüğü maçlarda aldığı molaların bazılarında hiç konuşmuyor. Tüm takım 30-40 saniye sessizce yere bakıyor. Ne gariptir ki, olayları yakından izleyenler, sessiz molalardan sonra Kobe'nin takım oyununa dönme şansının daha yüksek olduğunu söylüyorlar.

Avrupalı koçlar için durum farklı. Onlar maçları kazandırma sorumluluğu denince, kendilerinden başkasını düşünemiyorlar. Tabii bu da Avrupa takımlarında sorumluluğu paylaşacak liderlerin önünü tıkıyor. Zaten, kararlılık, özveri, kendini adamışlık, cesaret, disiplin gibi vasıflar olmadan lider olunamıyor. Bu vasıflara sahip oyunculara ise her nesilde çok az rastlanıyor.

Bizde ise durum daha farklı. Bizim koçların en başarılıları bile, bazen sahanın kenarında koşuşarak, adeta savunma yapıyorlar. Belki de farkında olmadan neredeyse ribaunda bile çıkacaklar. Tabii kenardaki bu aşırı heyecan, sahadaki oyunculardan beklenen sorumluluğu azaltıyor. Lider olacakları varsa, olamıyorlar. Ve basketbol NBA'de ‘‘oyuncuların sporuyken’’ Avrupa'da ‘‘koçların oyunu’’ oluyor.

Harun'un içindeki güç

Geçen hafta Ülker'in Siena maçını izlemek fırsatımız oldu. Ülker'in problemi lideri olmayışı. Bizim Harun'a duyduğumuz sevgi ve saygının hududu yok. Harun her geçen gün daha iyi savunma yapıyor. Bunun için artık rahat konuşabiliriz. Harun, hücumda yalnız Türkiye'nin değil, Avrupa'nın en iyi oyuncularından biri, ama lider değil. Onun lider olmayışının ardında, ondan sadece sayı atmasını bekleyen, onunla maç kazandırmak sorumluluğunu paylaşmayan tüm koçlar, medya, özetle hepimiz varız.

Benim içimden inanın ondan bunca yıl için özür dilemek geliyor. Siz savunmada özverisiyle lider olan, maç kazandırma sorumluluğunu taşıyan Harun'un oynadığı herhangi bir takımın gücünü hayal edebiliyor musunuz? Harun'un babası Kemal Erdenay, liderlik gibi kavramların konuşulmadığı, bilinmediği yıllar öncesinde gerçek bir liderdi. Baba otoriterdi. Oğlunun ise otoriterlik bir yana, bugüne kadar çevresindekilere kaşlarını çatarak baktığını gören yok. Disiplin olmadan liderlik olmuyor. Biz Harun'un içindeki gücü dışarı çıkaramadık. Ama onun için hala çok geç değil. Bize göre Ülker'in Avrupa'da gözünü şampiyonluğa dikmesinin yolu, Harun'un liderlik basamaklarında zirveyi zorlamasından geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Potanın Patriot'u

25 Mart 2003
Ben Wallace'ın elindeki top saatli bomba gibi. Ama Wallace ribaund ve bloklarıyla Detroit'i NBA'in en iyi savunmacı takımı yapıyor. Türkiye'de blok çağını başlatacak iki oyuncu ise Mehmet Okur ile Kaya Peker. 10 yıl önce Türk basketbolu denince akla, skorerler veya koçların hücum setleri gelirdi. Bu resim yerini yavaş yavaş ‘‘Önce savunma’’ diyen, maçlar kazanmanın yolunun savunmadan geçtiğine inanan ve giderek saldırganlığı artan, değişik bir anlayışa bırakıyor. Bu yüzden biz, Türk basketbolunun ‘‘Avrupa'nın en iyi savunmacıları’’ sıralamasında her geçen gün bir üst basamağı zorladığını görüyor ve seviniyoruz. Ama, savunma anlayışı değişen tek ülke biz değiliz. Avrupalılar da artık işin farkında. Onlar da artık ‘‘Önce savunma’’ diyorlar. Bu yüzden işimiz kolay değil.

Savunma takımları arasında zirveye tırmanmanın ne kadar zor olduğunun ispatı, bizce CSKA Moskova takımı. Rusya şampiyonu CSKA toplama bir takım. 4-5 tane yabancı oyuncuları var, üstelik koçları Yugoslav Dusan Ivkoviç. Yine de Avrupa'nın en iyi savunma yapan takımı yarışında öndeler.

Ivkoviç, Avrupa'nın en iyi koçlarından biri. Onun NBA'deki ilk Avrupalı koç olması ihtimali hep konuşuluyor. Yugoslav hocaların bitmek tükenmek bilmeyen kazanma hırslarının, oyuncuların ortaya koydukları tüm olumlu hareketleri ‘‘Daha’’ diyerek zorlamalarının, başarılarının sırrı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Ivkoviç'in özellikle Moskova'da CSKA'ya yaptırdığı, rakip takımları bunaltan, sahaya çıktıklarına pişman eden savunma bizi düşündürüyordu. Ve biz, ‘‘Türk koçların savunma anlayışları gelişiyor’’ diye övünürken, Yugoslav koçların bizden bir tur ileride olmalarından korkuyorduk.

Öldürücü savunma silahı

Geçen haftaki Efes Pilsen-CSKA maçını bu yüzden çok dikkatle izledik. Övünerek söyleyebiliriz ki, Efes'in savunması, en az CSKA'nınki kadar güçlüydü. Efes'in genç koçlarını bu yüzden tebrik etmek gerek. Yine de iki takım arasındaki savunma gücünün gerçek yüzü, Moskova'daki maçtan sonra ortaya çıkacaktır. Moskova maçı aynı zamanda Türk ve Yugoslav koçları arasındaki savunma yarışının sonucunu belirlemekte faydalı lacaktır. Bu yüzden şimdiden koç Oktay Mahmuti'ye Ivkoviç karşısında başarılar diliyoruz.

Biz Türk basketbolunu savunmada zirveye taşıyacak istatistik rakamlarının, blok kanalında yazılı olacağına inanıyoruz. Blok, Avrupa'da henüz kıymeti anlaşılmayan, öldürücü bir savunma silahı. Ama Avrupa'daki tüm

ülkelerde sadece Amerikalı siyahlar blok yaparken, yerli beyaz oyuncular topu ayakları yerde seyrediyorlar. Biz de bunlardan biriyiz.

Efes-CSKA maçının istatistik kağıdında her kolon dolu. Bir tek blok kanalında tek bir sayı bile yok, tüm oyuncuların isimleri karşısında sadece ‘‘0’’ var. Bence istatistik kanallarında sıfır yerine, sütunu rakamlarla dolduracak ilk ülke, Avrupa'nın en iyi savunma takımına sahip olacaktır.

Blokların mı, yoksa savunma ve hücum ribaundlarının mı, olumlu katkısının daha çok olduğu tartışılabilir. Konunun tartışılmayacak tek yönü, bloklarla gök gürültüsü gibi tribünlere yollanan topun, savunma takımını coşturma gücüdür.

Ben Wallace faktörü

Söylediklerimizi örnekleyelim. Detroit'in pivotu Ben Wallace'ın topla barışıklığı inanılmayacak kadar az. Ben Wallace'ın sayı ortalaması 6-7 arasında, asist ortalaması 2 bile değil. Faul atışları Shaquille O'Neal'dan da kötü. Top elinde saatli bomba gibi. Şutuna gelince, belki inanmayacaksınız, bu yıl oynadığı 64 maçta 2.513 dakikada sayıya çevirebildiği sadece bir tek üç sayısı var. Yine de Detroit, Doğu Grubu'nda lider. Ve Ben Wallace, NBA'in en verimli oyuncuları sıralamasında üst sıralarda.

Detroit'in NBA'in en iyi savunmacı takımı olmasının sebebi basit. Ben Wallace ribaundlarda ve bloklarda zirvede. Ribaund ortalaması 15'den fazla, blok ortalaması 3. Ama bu rakam Detroit'in oynadığı kritik maçların çoğunda 7-8'i buluyor. Geçen hafta oynanan maçlarda Detroit, Michael Jordan'ın takımı Washington Wizards'ı yenerken, Wallace'ın 20 ribaundu ve 7 bloğu vardı.

Pota dibini karartıyor

Ben Wallace'
ın son oynadığı maçlarda ribaund ortalaması, 20'nin üstünde. Ama onun esas gücü, pota dibini karartması ve blokları. Wallace'ın blokları, dış adamları tutanları yüreklendiriyor. Kısalar tuttukları adamlara saldırıyorlar. Onlar saldırdıkça, Ben Wallace da coşup, blokları ardarda sıralıyor. Yine geçen hafta oynadıkları Philadelphia maçında, 9 bloğu ve 22 ribaundu vardı. 30'un üzerindeki sayı ortalamasıyla, NBA'in sayı kralı Allen Iverson'ın o maçta yaptığı sayı sadece 5'ti. Allen Iverson bundan önce oynadığı 186 maçında, hep çift haneli skorlara erişmişti. 187. maçında ise Wallace'ın pota dibini karartmasıyla, sadece 5 sayısı vardı.

Tabii ki Ben Wallace'ın başarısının ardında, Rick Carlisle'ın herşeyden önce savunmacı koç oluşu yatıyor. Philadelphia maçından sonra koç Carlisle, Iverson'ın attığı 5 sayının ardından, onu tutan oyuncuların gayretlerinden çok, pota dibi canavarı Ben Wallace'ın bloklarını öne çıkarıyordu.

Türkiye'de blok çağı

Türkiye'de blok çağını başlatacak iki oyuncu var. Bunlardan biri Kaya Peker. Kaya'nın CSKA maçında sadece 2 sayısı var. Bir oyuncunun arada bir de olsa sayı atıp, güven kazanmadan savunmada coşması ve yanındakileri coşturması çok zor. Bu yüzden Ben Wallace maçlarda durmadan dış adamlarına screene gidip, sonra hemen içeri yuvarlanıyor. Guardlar da ona topu geçirip, Wallace'ın arada bir de olsa, smaç yapmasını sağlıyorlar. Böylece ona olan borçlarını biraz olsun ödüyorlar. Kaya'ya da böyle bir kolaylık gerek. Blok çağını başlatacak ikinci oyuncu, bütün mevsim Ben Wallace'ın da yanında oynayan Mehmet Okur. Onun, Ben Wallace'ı bu kadar yakından izledikten sonra Avrupa'nın en iyi blokçusu olmaması için hiçbir sebep yok. Onlara, Avrupa ribaund kralı Mirsad Türkcan'ı ve CSKA maçının ilk yarısındaki Kerem Tunçeri'yi eklersek, millilerimizin müthiş bir takım olma şansı çok yüksek.
Yazının Devamını Oku

Sevgiden nefrete

18 Mart 2003
Pistons kulübünün sorumlusu Joe Dumars'ın yılın en başarılı yöneticisi unvanını hakettiği belirtiliyor. Dumars'ın en başarılı icraatı olarak da Mehmet Okur'u Detroit'e kazandırması gösteriliyor. Mehmet'in Detroit'te önü açık, ama hücumunu geliştirmesi şart... CHİCAGO spor salonu United Center'de maç oynamak 2 kişi için çok zor. Bunlardan biri Michael Jordan. Adamın salonun önünde heykeli var. 2 yıldır Washington'da oynayan Jordan için heykelinin önünden geçip, Chicago Bulls'a karşı oynamak adeta bir kabustu. O sırasını savdı. Chicago maçları bitti.

Geçen hafta sıra Lakers koçu Phil Jackson'daydı. Jackson'ın da Bulls koçu olarak kazandığı 6 NBA şampiyonluğu var. 40 yaşındaki Jordan hala mükemmel oynuyor. Bu yüzden Chicago halkı, eğer 5 yıl önce efsane Bulls takımı dağıtılmasaydı, şampiyonluk sayısının kolayca 10'a ulaşacağına inanıp hala kahroluyor.

Ama ne olduysa 6. yıl sonunda oldu. Gazeteler ard arda kazanılan şampiyonluklar için Jordan'ın mı, yoksa oynanan triangle ofansın mı daha önemli olduğunu tartışırlarken, ortaya Bulls'un Genel Menajeri Jerry Krause çıktı ve ‘‘Şampiyonlukların arkasında bizim organizasyonumuz var. Biz organizasyon olarak istersek, bu takım dağılsa da yeni şampiyon takım kuracak güçteyiz’’ demeye başladı.

Tartışmalar büyüdü, önce Phil Jackson ardından da Jordon ve Scottie Pippen efsane takımdan ayrıldılar. Jackson, Lakers'a koç olduktan sonra yanına eski Bulls teknik kadrosunun tümünü topladı. Ve bu kadro Lakers'ı 3 yıl ardarda NBA şampiyonu yaptı. Bu yıl 4'üncüsünün peşindeler.

Krause ve beklentiler

Chicago'ya gelince, Krause'un yeniden yapılanma dediği olay, bir türlü gerçekleşmiyor. Ve koca Bulls takımı 5 yıldır ligde sonunculuktan kurtulamıyor. Adeta yerlerde sürünüyor.

Krause, 1.50 boyunda şişman tostoparlak bir yönetici. Şampiyon Bulls takımının kuruluşunda onun büyük katkısı olduğunda herkes hem fikir. Geçenlerde çıkan bir röportajında Jackson için ‘‘Ben onu Bulls'a koç yaptığım zaman işsizdi. Onu ben yücelttim. Trieangle ofansın yaratıcısı Tex Winter da emekli olmak üzereydi. O da 15 yıldır benim sayemde hala sahalarda’’ diyordu.

Krause, genel menajer olmadan önce çok iyi gözlemciydi (scout). Onun ileride yıldız olacak gençleri ilk gördüğünde heyecandan titremeye başladığı bilinen bir yönü. 5 yıldır Chicago halkı Krause'un heyecandan titremesini bekliyor.

Krause ise oyuncuları alıyor, satıyor, ortada hala güçlü bir takım yok. Ve bu yüzden de ona duyulan öfke giderek nefrete dönüyor. Geçen sene Chicago Tribüne gazetesinde yapılan bir ankette, en sevilmeyen ünlüler arasında Krause açık ara öndeydi. Eskiden Krause'un resimlerinin altında ‘‘Bulls efsanesinin mimarı’’ yazılırdı. Artık resimlerinin altında ‘‘Bulls efsanesinin katili’’ yazısı yeralıyor. Ama Krause, Chicago'nun patronu Jerry Reinsdorf'un başadamı. İkisi de musevi. Ve aralarındaki korkunç dayanışmada hala bir çatlak yok.

Katil mi, mimar mı?

Bu yıl takım son yılların en iyi performansına sahip. Sonuncu değiller. 23 galibiyetleri, 44 yenilgileri var. Bulls'un çoğu idarecileri Phil Jackson'ın eski dostları. Eski oyuncuları John Paxson ve Bill Wennington şu anda TV yorumcuları. Bu da yetmiyormuş gibi, son 1 yıldır Jackson'la beraber şampiyonluklar yaşayan takımının kaptanı Bill Cartwright da Bulls'un koçu. Geçen haftaki maç Krause için ümit ışığı oldu. Bulls'un genç oyuncuları Shaquille O'Neal'ı 13 sayıda tutarak şampiyon Lakers'i 116-99 yendiler.

Basketbol yazarları acaba ‘‘katil’’ sözcüğünü ‘‘mimara’’ çevirsek mi, diye düşünürlerken, Bulls üst üste 30'ar sayılık 2 yenilgi aldı ve vuslat başka bahara kaldı.

Krause'un sevincinden 2 gün sonra sevinme sırası Detroit Pistons'da ve Türk basketbolundaydı. Detroit, Mehmet Okur'un NBA kariyerinin en iyi performansıyla (25 dakikada 22 sayı, 4 ribaund) Lakers'ı yendi. Pistons'ın Lakers karşısında kendi sahasında 1997'den beri aldığı ilk galibiyet, Detroit kentinde eski şampiyonluk günleri kadar heyecan yarattı. Detroit'in Avrupa temsilcisinin değerli basketbol adamlarımızından Faruk Akagün'ün oluşu ve Mehmet Okur'un orada oynaması, bizleri de neredeyse Detroit'li yapacak.

Pistons kulübünün sorumlusu Joe Dumars eski şampiyon takımın kaptanıydı. Lakers maçı sonrası Detroit News'de çıkan bir yazıda, bu yılın en başarılı yöneticisi unvanını Dumars'ın hakettiği yazılıydı. Dumars'ın en başarılı icraatı olarak da Mehmet Okur'u Detroit'e kazardırması gösteriliyordu. Bu da bizi ayrıca mutlu etti.

Mehmet'in önü açık

Mehmet Okur
'un Detroit'te önü açık. Takımın 2 güçlü savunma devi Clifford Robinson ve Ben Wallace onun bodyguardları. Dünya küçülüyor. Mehmet Okur'un bir gün NBA'de O'Neal'ı marke edeceğini, bir kaç yıl önce kim rüyalarında görse inanmazdı.

Ancak Mehmet Okur'un hücumunu geliştirmesi şart. Hücum performansı hala inişli çıkışlı. Başarılı Lakers maçından sonraki Washington karşılaşmasında hiç sayı atamayışı bunun bir işareti. Bizce onun kendine örnek alacağı oyuncu, Dallas'ın Alman oyuncusu Dirk Nowitzki olmalı. Nowitzki'nin işi kolay, Dallas hızlı oynuyor ve koç Don Nelson, Nowitzki'ye her boş kaldığında şut atma yetkisini tanıyor. Detroit ise savunma takımı, yavaş oynuyorlar. Üstelik Nowitzki'nin yanında NBA'in en yaratıcı point guardı Kanadalı Steve Nash var. Onun Nowitzki'nin gelişmesindeki rolü tartışılmaz. Mehmet Okur'un ise böyle bir şansı yok. Bodyguardların dışındaki tüm oyuncular yıldız değil. Bu yüzden de onlar Mehmet Okur'dan çok kendi dertlerindeler.

Ama Mehmet Okur'un star olabilmesi için 3 sayı çizgisi ile pivot mevkii arasındaki boşlukta, kendi şutunu kendisinin yaratması şart. Mehmet'in driplingini, harekette top kullanmasını, dripling üzerinden havada geriye çekilerek şutunu, bu yaz Milli Takımımız’da geliştirme şansı çok fazla. Bu da ona gelecek yıl NBA'de başarı kapılarını ardına kadar açacaktır.

Almanya'nın temelinde biz varız

Geçen hafta basında, Nowitzki'nin katkısıyla basketbolun Almanya'da giderek önem kazandığı ve sevildiği haberleri vardı. Ve Bonn ile Köln kulüp takımları arasındaki zirve mücadelesinin 15 bin seyirci önünde oynandığı yazılıydı. Belki inanmayacaksınız, ama Alman basketbolunun temelinde biz Türkler varız. Bundan yıllar önce Türk basketbolunun büyük isimlerinden Yakavos Bilek'in Kurtuluş takımının koçluğunu bırakıp, Almanya'ya yerleşmesi Alman basketbolunun bir nevi doğum günüdür. Yakovos Bilek'in o zamana kadar tanınmayan, bilinmeyen basketbolu tüm Almanya'yı ilçe ilçe dolaşarak yayması, yadsınamaz tarihi bir gerçekti.

Nereden geldik nereye gidiyoruz. Seneler sonra Almanya'da basketbol 15 bin kişi önünde oynanırken, biz milli maçlar hariç İstanbul'daki tüm derbi maçlarını boş tribünler önünde oynuyoruz. NBA ve EuroLeague'dekiler dahil tüm oyuncularımızın, Avrupa ve Türkiye'deki tüm koçlarımızın ve tüm kulüp yöneticilerimizin başarı ölçüsü, Abdi İpekçi'deki seyirci sayısı olmalıdır inancındayım.
Yazının Devamını Oku