Paylaş
-“Yazar dediğin kişi, siyasal iktidarlara, genel olarak devlete mesafeli duran kişidir. Hakları elinden alınan, özgürlükleri kısıtlanan insanları savunmak için yola çıkar. Özgürlükleri kısıtlayan iktidarların yanında yer almak, bir yazar için utanç vericidir”. (Der Spiegel, sayı 42, s.144).
Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü Çin’li yazar Mo Yan’a veriliyor. Ödülle birlikte Avrupa’da ve Çin’de Mo Yan üzerine büyük bir tartışma başlıyor. Genel olarak yazarların, özel olarak Mo Yan’ın siyaset karşısındaki duruşu sorgulanıyor.
Bir bölüm Avrupalı ve Çinli yazar Mo Yan’ı yerden yere vuruyor, onu “devlet yazarı” olmakla suçluyor.
Tartışma burada daha da alevleniyor. “Nobel Edebiyat Ödülü nasıl olur da, devletle iç içe yaşayan bir yazara verilir?”
KARŞIT GÖRÜŞ
Bu soruyu ortaya atanlar, Nobel’in geleneksel olarak kendi ülkelerinde iktidarları sorgulayan rejim muhaliflerine verildiğini hatırlatıyor, bu yüzden de, Nobel Ödül Komitesini eleştiriyor.
Buna karşılık, Mo Yan’ı tam ters değerlendirenler de var.
“Bugün Çin’i tanımak isteyenler Mo Yan’ı mutlaka okumalı. Mo Yan Çin Komünist Partisini ve yetkilileri romanlarında kıyasına eleştiriyor. Geçmişe dönük anlattığı şaşırtıcı öyküleri günümüze taşıyor”. (Der Spiegel, sayı 42, s.145).
Bu görüşe itirazlar hazır:
“O Çin’in kaymak tabakasını temsil ediyor, onları yazıyor, oradan bakınca da, Çin gerçekten muhteşem görünüyor”.
KİMLER ADINA
Karşıt görüşler arasında düello devam ederken, temeldeki asıl sorun yeniden patlıyor:
“Bir yazar ülkesinde neyi temsil etmeli? Kimler adına yazı ve kitap yazmalı? Bir sanatçı nerede durmalı? Yazarların ve sanatçıların siyasal iktidarlar karşısındaki yeri ne olmalı?”
Mo Yan’a destek verenler dahil, bu sorular karşısında tek bir kişi çıkıp da, “sanatçı ve yazar iktidarın yanında yer almalı” demiyor. Herkes “yazarların ve sanatçıların iktidara karşı mesafeli durması gerektiğini”, üzerine basa basa, sözcükleri seçerek vurguluyor.
Hangi iktidar olursa olsun, bir ülkede yazarlar ve sanatçılar, buna gazeteciler dahil, siyasal iktidar karşısında ne kadar bağımsız durabiliyorsa, demokrasi o ölçüde gelişiyor. Yarın ayakta kalanlar da, onlar oluyor.
İktidara yaranmak amacıyla, yerli yersiz bin takla atanlar belki bir dönem “iktidar gözdesi” oluyor, hatta çıkar da sağlayabiliyor, ama sonrasında onlardan eser kalmıyor.
Batı edebiyat dünyasında kopan bu fırtına bizde yaprak kımıldatmıyor. Bizde durum farklı. Bizde bazı anlı şanlı yazarlar, sanatçılar ve belli bir gazeteci gurubu her fırsatta iktidara selam çakmakla meşgul.
35 maddede karşı oy var
TAM bir yıl önce, evet bir yıl oluyor, 19 Ekim 2011’de Meclis’teki dört partiden oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni bir anayasa taslağı hazırlamak amacıyla bir araya geliyor.
Dört ayrı partinin yeni bir anayasa için uzlaşma arayışındaki güçlük ortada. Bununla birlikte, kaleme alınan maddelerin 35’inde partiler şerh düşüyor, karşı oylar var, anlaşmış değiller. Nasıl anlaşacakları belli değil.
Bu anlaşmazlık Kürt Sorunu açısından sıkıntı yaratıyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün, istekleri üzerine, BDP milletvekilleri ile görüşmesi, bu alanda yeni girişimlere sahne olabilir. Geçmişten ders alarak, hemen paçaları sıvamak anlamlı değil, ama yine de ve yeniden bir kapı aralanıyor olabilir.
O kapıyı açacak olan Anayasa Uzlaşma Komisyonu. Yurttaşlık tanımı, ana dil, idari sistem gibi temel soruları çözüme bağlayacak kurum anayasa. Ama, komisyondaki uzlaşma şu anda epey uzakta.
Oysa, anayasa değişmeden Kürt Sorununu çözmek mümkün değil. O nedenle, Gül’ün BDP milletvekilleriyle görüşmüş olması gibi, bazı güncel gelişmelere olumlu bakmak doğru ancak, hemen heyecana kapılmak gereksiz.
Paylaş