Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ile PKK arasında bağ var mı?
Bu derneğe yurtdışından gelen paraları kim, nerede kullanıyor?
Sonra dönüp dolaşıp, yine isimleri soruyorlar. Dinlenen telefonlarda adı geçen insanları.
Gözaltında sorulan bu sorular onu fena halde yoruyor. O herhangi bir vatandaş. Suçu ÇYDD için çalışmak, çocukların daha iyi bir eğitime kavuşması için çaba göstermek.
Sorguda ona sorulan isimler yakınları ve arkadaşları. Herkesin olduğu gibi.
TEK YANLIŞ
Ya diğer sorular?
Onu en fazla, ÇYDD ile PKK arasında bağ var mı, sorusu üzüyor.
Kendi halinde bir insanın, sivil bir toplum örgütünde çalışması günümüz Türkiye’sinde nelere mal oluyor, diye düşünmekten kendini alamıyor.
Gözaltılara ve bu sorularla karşılaşan insanlar, bundan sonra herhangi bir sivil toplum örgütünde görev alırlar mı? Yoksa, tersine görev almak için daha mı çok bileylenir insanlar?
Polis sorgusundan sonra hücresine getiriyorlar. Kafası bu sorularla dolu. Hücrede yalnız.
Demir parmaklıklar arkasında, loş ve taş bir hücrede hayat muhasebesi başlıyor. "Ben ne yaptım, ben ne yaptım da, şimdi buradayım."
Oysa, kendisini sorguladığı anlamda, yanlış bir şey yok hayatında.
Tek yanlış, günümüz Türkiye’sinde sade bir vatandaş olarak yaşamak.
Her zaman, her yerde insanın başına her şeyin gelebileceği bir ülkede yaşamak. Hukukun kitaplarda yer aldığı bir ülkede yaşamak.
ZAMAN VE ZAMAN
Günde iki öğünle idare edilen gözaltında polis kötü davranmıyor.
Kitap okumak mümkün mü? İstenirse, Emniyet’te kitap bölümü var. Ama, loş ışıkta ve o ruh halinde kitap okunabilir mi, o ayrı bir soru.
Ancak, bomboş bir zaman. Zaman mı? Zaman, bir yerlerde okuyor, Kafka, Heidegger, Proust, Tarık Buğra, Ahmet Hamdi Tanpınar. Zamanla hesaplaşmak.
Saat kaç, hangi gün? Zamana neden bu kadar takıyor? Çünkü, gözaltında zaman kayboluyor.
Çünkü, saatini alıyorlar. Nedeni belli değil.
Sorguda, onların aradıkları, elle tutulur hiçbir şey yok. Serbest bırakıyorlar.
Dışarı çıkınca, önce saatine bakıyor, acı acı gülümsüyor:
"Saate bakmak bile özgürlükmüş."
Darbeler ve Ergenekon’a bakış
HER Ergenekon dalgasında aynı tartışma patlıyor.
Gözaltına alınma biçimi, alınanların kimlikleri usul hukuku açısından, sivil toplum açısından, temel hak ve özgürlükler açısından eleştirilince, kıyamet kopuyor. "Vay, sen darbecileri mi savunuyorsun" vaveylası kopuyor.
Ben ve yakın çevremde onlarca insan, yüz kere, bin kere, milyon kere darbeye karşı.
Ben askeri darbelerin ne olduğu çok iyi biliyorum. 12 Mart’ın acısını yaşıyorum. 12 Eylül’ü gazeteci olarak Ankara’da çok yakından izliyorum. Yaşadıklarım kitap olacak. Demokrasi özlemine derslerle dolu.
Ama, hukukun üstünlüğü ve uygulama biçimi açısından Ergenekon adıyla şu yaşadıklarımızı sonuna kadar eleştiriyorum. Bu davada darbe heveslileri var, yok, onu bilemem, varsa cezalarını çekmeleri gerek.
Hukuk bir gün sana da lazım olur, kuralı gereği, her türlü işlemin insan hakları ve hukuk çerçevesinde olması gerek. Bizlerin görevi bunu savunmak.
Bu görevi yerine getirirken, "önce söyle bakalım, darbeci misin, değil misin" sorusu, karanlığa kurşun sıkmak. Çok ayıp ve utanç verici.
Sen AKP’yi sonuna kadar savunabilirsin, savun. Kime ne. Ama, AKP koltuğunda kendine açtığın yeri korumak için bu kadar çırpınma. Yakışmıyor.