Efsanevi aşkın erişilmez starları: Elizabeth Taylor-Richard Burton çifti. Ama bu dış görünüş. Aralarında büyük bir gerginlik var. Aşklarını kemiren, kimin kime karşı daha üstün geldiği. Kim daha ünlü, kim daha başarılı, kim daha yetenekli?
Yaşama sevincinin doruğa ulaştığı bir anda:
‘‘Ölüm korkusu bana ızdırap veriyor!..’’
Meksika'da Puerto Vallarte'deki özel evde dünyanın gözleri bu muhteşem ikiliye çevrili. Aşkı onlar yaşıyor, ama dünya, mutluluğun tadına sanki onların aşkıyla varıyor. Efsanevi aşkın erişilmez starları: Elizabeth Taylor-Richard Burton çifti.
İkisi de birbirinden ünlü. Birbirinden çekici. İkisi de dünyanın ilgi odağı. Onları milyonların gönlünde ramp ışıklarına çıkartan, yetiştikleri sanat ve sinema değil sanki. Ama, o şöhretin getirdiği yanına yaklaşılmaz kimlikler, farklı özellikler ve dolayısıyla hayallerimizi süsleyen aşkları. Pürüzsüz bir tende dolaşan ellerin, dünyanın en güzel yeşil gözleriyle uyumu. Evleri, Casa Kimberley aşk, coşku ve mutluluk yuvası. Rüya gibi!..
Hayır, değil!.. Bütün bunlar, herkesin efsanevi olduğuna inanmak istediği aşkın, dış görünüşü. Toptan bir aldanmanın ta kendisi.
Arka arkaya devirdiği kim bilir kaçıncı tekiladan sonra Richard Burton, bu aldanmanın ezikliği içinde, gece yarılarına kadar ölüm tiradları okuyor. Altüst olmuş ruhunu, korkusuna rağmen, sadece ölüm duygusu sakinleştiriyor.
Ya Liz Taylor?.. Tıpkı kocası Burton gibi şifa bulmaz bir alkolik. Ama aralarındaki uyuşmazlık onların buluştukları alkol alışkanlığı değil.
Krizi yaratan, aralarındaki rekabet. Aşklarını kemiren, kimin kime karşı daha üstün geldiği. Kim daha ünlü, kim daha başarılı, kim daha yetenekli? Asıl star hangisi?..
İşte, başlangıçta herkese parmak ısırtan aşklarını, karşılıklı mesleki hırsla paravan haline getiren sorular. Artık sıradan bir aşk öyküsü. Aşktaki en büyük tehlike, aşka kavramların girmesi.
REKABET İÇTEN İÇE KEMİRİYOR
Geçenlerde İguana Anıları adında bir kitap yayınlanıyor. Kitabın yazarı David Morley, Meksika'da Taylor-Burton çiftinin malikanesinde, Liz'in oğluna hocalık yapıyor. Öğretmen Morley o evde geçirdiği günlerde gördüklerini, ikilinin özel yaşamını, ilişkilerini kaleme alıyor.
Anlattıkları iki açıdan ilgi çekici. Biri, herkesin merak ettiği bu özel ilişkinin içyüzü. Diğeri, aynı ilişkiden hareketle, aşkın evrensel analizi. Yani, ulaştığı doyum ve kendi içinde biriktirdiği sıkıntılar. Kitapta ağır basan, elbette bu çok özel ilişkinin ayrıntıları.
Liz Taylor ile Richard Burton 1962'de Kleopatra filmini çevirirken birbirlerine aşık oluyor. O sırada ikisi de evli ve çocukları var. Aşk kural tanımıyor ve dillere destan evliliğe adım atılıyor.
Aşk özveri gerektiriyor. Karşılıklı ilgi, özen, karşıdakine öncelik, birbirinin üzerine titreme gerektiriyor. Ne gezer! İkisi de kısa sürede farkediyor ki, biri ötekinden daha önemli!.. Özveri yerini, diğerinden daha üstün olma hastalığına bırakıyor.
Oscar ödülleri bu rekabetin zirvesi... Dolayısıyla, aşkın mezar taşı!..
Aşktan önce, Liz Taylor'ın bir Oscar ödülü var, Burton'ın yok. Sadece birkaç kez adaylığı var. Oysa Burton şöhretini Oscar'la taçlandırmak istiyor. Evlendikten sonra birlikte çevirdikleri Kim Korkar Hain Kurttan filminde ikisi de Oscar adayı. Casa Kimberley'de müthiş gergin bir bekleyiş. Aynı evde tahta oturmayı bekleyen iki kişi. Beklemede geçen her gün, aşka yeni bir darbe indiriyor.
Sonuç, daha da yıkıcı. Liz ikinci kez Oscar'a uzanırken, aynı filmdeki rolüyle Burton adaylıkla yetinmek zorunda kalıyor! Tam bir felaket!..
Liz'in güzelliği ya da farklı kişiliği onu artık hiç ilgilendirmiyor. Dünyanın Liz üzerindeki dikkati daha da artınca, Burton çılgına dönüyor. O evlilikte, meslekte, ilgide ikinci planda. Ölüm tiradları can simidi gibi.
Ölüme sanki isteyerek koşuyor. 58'inde, erken bir yaşta, büyük bir mutsuzluk içinde yaşama veda ediyor.
Liz ise, hıncını başka biçimde alıyor. Burton'dan sonra beş kez daha evlenerek...
Tıpla sanatın buluştuğu nokta
‘‘Tıp nikahlı karım benim, edebiyat ise metresim. Birisiyle bozuşursam, geceyi öbürüyle geçiriyorum. Bu davranışımı belki uygunsuz bulabilirsin, ama en azından sıkıcı olmadığını kabul etmelisin. Kaldı ki benim bu ikiyüzlülüğümden ikisinin de bir şey kaybettiği yok.’’ Üç ayda bir yayımlanan P Kültür Antika dergisi, tıp ve sanat temasına ayırdığı 2002 Güz sayısının sunu yazısına Çehov'dan aldığı bu satırlarla başlıyor. ‘‘Çehov, 1888'de bu aşk üçgeni reçetesini yazdığında 28 yaşında genç bir hekim ve Alacakaranlıkta adlı öykü kitabıyla Puşkin ödülü almış bir yazardı.’’ Tıp ve sanatın çok eski çağlardan bu yana karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki yaşadıkları söylenebilir. Sanatçı çizimleri, resimleri ve minyatürleriyle hekimlere; tıpla uğraşanlar da insan bedenini gittikçe daha iyi tanıyarak sanatçıya yeni ufuklar açtı. P Dergisi bu noktadan hareketle tıp ile sanatın birbirlerine değdiği, buluştuğu ya da iç içe geçtiği bir seçki sunuyor. Dergide antik dönem tıp aletleri, eski Çin tıbbında Ying ve Yang, İbn-i Sina, Ortaçağ el yazmalarında tıp metinleri ve bitki resimleri, Osmanlı'da manzum tıp eserleri, Rembrandt'ın Dr. Nicholaes Tulp'un Anatomi Dersi adlı ünlü tablosu üzerine incelemeler ve Abidin Dino'nun desenleri yer alıyor.