Paylaş
Bir yandan gerçeği olanca açıklığı ile anlatma hırsı, öte yandan aynı gerçeği, ekmek kaygısıyla, toplumdan saklama dürtüsü.
Yakın bir arkadaşım. Bir TV’de program yapıyor. Programda toplumun çeşitli kesimlerinden yaşanmış insan öykülerinin yanı sıra, şakalar, nükteler, bugünkü iktidar ve erkanını hicveden sahneler var. Her demokratik ülkede, sıkça rastlanan komik unsurların eklenmesiyle, iktidar sahipleri ile gırgır geçiliyor. Onların sözleri ve tavırları karikatürize ediliyor. Son derece olağan. Asıl önemli olan, o hiciv sahneleri hiç bir hakaret içermiyor, sadece komedi.
Bir, iki, üç program, fitil hafiften ateş alıyor. Dört, beş, altı program, tencerenin altı hafiften kızarıyor.
Yedi, sekiz derken, beklenen oluyor.
BÖYLE DEMOKRASİ
TV yöneticileri arkadaşımla zorunlu olarak görüşüyor:
“Ankara, bu gırgır sahnelerinin artık fazlaya kaçtığını düşünüyor, aman kardeşim, ne sen ekmeğinden ol, ne biz. Hepimizi düşün ve şu eleştirinin dozunu azalt, siyasetin dışında başka şeyler anlat”.
Her demokratik ülkede olduğu gibi, demokratik bir uyarı. Malum kural var, uyarı olmadan demokrasi olmaz, demokrasi olmadan uyarı olmaz. Uyarı olacak ki, demokrasi olsun. Demokrasi olsun ki, uyarı olsun. Uyarı olmadan, pat diye programı kaldırsalar, daha mı iyi?
Zaten Tayyip Erdoğan son günlerde ağzından hiç düşürüyor mu, bakın, herkes her istediğini yazıyor ve söylüyor. Yeter ki, basın özgür olsun ve basın özgürlüğü çünkü, elbet, icabında ve hatta nitekim var.
Arkadaşım pür telaş, aman ne isim ver, ne TV adı, ne program adı, yoksa programı kaldırmak zorunda kalacaklar, diye ısrarla ekliyor.
Ne de olsa, ekmek parası.
RTÜK cüce kaldı, işte Spiegel
“TÜRKİYE ile AB arasındaki görüşmeler edebiyat üzerinden yürütülmüş olsaydı, Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanı buna yeter, Türkiye’nin tam üyeliğine çoktan karar verilmiş olurdu”.
Bir edebi yapıt üzerine, akla gelebilecek en muhteşem yorumlardan biri böyle bir yargı olsa gerek. Tam meydan okuma. Orada kalmıyor, devam ediyor:
“Uşaklıgil’in Boğaziçi kıyılarında anlattığı aşk, olayın yaşandığı saltanat devri, farklı sosyal sınıfların hayat tarzı, farklı ekonomik çıkarlar, insan ilişkilerindeki çelişkiler, anlatımdaki üslup bu romanı bir Türk klasiği olmaktan çıkarıyor, Batı gerçekçiliğinin klasikleri arasına oturtuyor”.
Bir roman için böylesine bir övgüye her zaman rastlamak mümkün değil. Aşk-ı Memnu aynı yazıda Batının dev klasikleri ile karşılaştırılıyor. Thomas Mann’dan
Buddenbrooks ve İbsen’den Nora ile. Romanda bazı kişilerin Freud psikanalizi ile işlendiği eklenerek.
Aşk-ı Memnu üç yıl önce Almanca’ya çevriliyor. Kitap piyasaya çıkınca, Almanya’nın en saygın haftalık dergilerinden Der Spiegel romanla ilgili olarak, yukarda özetini aktardığım yorumu yayınlıyor. (Der Spiegel, 26.11.2007).
O nasıl bir yorum öyle? Görüşmeler sadece edebiyatı kapsamış olsa, Aşk-ı Memnu, Türkiye’nin AB’ye tam üye alınması için yeterli bir ölçü oluşturuyor.
Batının bu kadar iddialı analizle tanıttığı Aşk-ı Memnu bizde RTÜK kafasına çarpıyor, ceza alıyor.
Der Spiegel dergisinde yayınlanan bu yorumdan sonra, RTÜK’ün kestiği cezanın cüceliği, 6x9’luk film karesi gibi sırıtıyor.
Çağdaş düşünce ile RTÜK kafası arasındaki fark sizce kaç fırın ekmekle kapanır?
Asıl şimdi yazamıyoruz
BENİM için gazeteci olarak 12 Eylül ve bugün. Başka gazeteciler için başka tarihler, başka dönemler var.
Biz gazeteciler farklı örnekler yaşıyoruz. Anadolu’da basına çeşitli baskılar var. Merkez kaç kuvveti haldır güldür işliyor.
Tayyip Erdoğan sık sık dile getiriyor: “2002’de, biz iktidara gelmeden önce böyle serbestçe yazıp çiziyor muydunuz?” Ben 1950’li yıllarda çocuk yaştayım.
1950-60 arasında basına uygulanan baskıyı kitaplardan biliyorum. 12 Eylül darbesini Ankara’da Cumhuriyet Temsilcisi olarak yaşıyorum.
Bu sözü o kadar çok tekrarlıyor ki, Erdoğan’a yanıt artık vacip oldu:
“Siz iktidara gelmeden önce serbestçe yazıp çiziyorduk. Bir kısıtlama filan yoktu. Evet, yazamadığımız dönem oldu, 12 Eylül askeri darbe dönemi. Şimdi sizin döneminizde kısıtlamalar yaşıyoruz, istediklerimizi, asla hakaret etmeden, sadece eleştiri çerçevesinde, ya-za-mı-yo-ruz”.
Yazınca, nelerin yaşandığını toplum ibretle izliyor. Tarihe not düşmek istiyorum, evet yazamıyoruz.
Paylaş