Ne bilsin hamur açmayı sabahın üçünde

ŞERVAN da Uludere’de toprağa düşenlerden. O katliamda. Şervan’ın annesi bir mektup yazıyor, CHP Ankara milletvekili Levent Gök’e veriyor. Gök’ün bana ilettiği mektupta Şervan’ın annesi:

Haberin Devamı

“Ben Şervan’ın annesiyim. Gençliğimizde okul olmadığı için okuyamadım, dolayısıyla Türkçe konuşup yazamıyorum.”

(Benden selam olsun Cumhuriyet Hükümetlerinin tamamına, selam olsun okuma-yazma oranı yüzde 99 oldu, diyen Milli Eğitim Bakanlarına, selam olsun Kürtçe konuşmayı yasaklayanlara).

“Köyümüzde dedelerimizin zamanından beri iş sahası yok. İnsanlarımız geçimini sağlamak için kaçakçılık yapmak zorunda bırakıldı. Köyümüz tarıma elverişli değil. Hayvancılık yapamıyoruz, çünkü yaylalarımızda su kaynağı yok. İlaveten tampon bölge uygulaması yapıldı yaylalarımıza yıllarca. Yaşamamız için iki seçenek kaldı bize. Biri göç etmekti ki, ben ve benim gibiler tek kelime Türkçe bilmiyoruz. İkinci seçenek, mecbur bırakıldığımız kaçakçılık, bebelerimiz için emzik alabilmek için tek çare.”

(Benden selam olsun son otuz yılda Güneydoğu’nun ekonomik kalkınması ve iş imkanları için tam 20 ayrı ekonomik paket açanlara ve o paketlere).

Haberin Devamı

HEP İŞTEN ATILDI

“Ben Şervan’ımı kaçakçılık yapmasın diye İstanbul’a dayısının yanına gönderdim. Bir fırında iş bulmuş, ne güzel demeyin. Küçücüktü, ne bilsin hamur açmayı, sabahın üçüncüde uyanıyormuş iş başı yapmak için üç yüz liraya. Sonra tekstilde iş bulmuş üç yüz elli liraya. Zımparada çalışıyormuş. Telefon açtı bana anne dedi, tozunda boğuluyorum bu işin.”

(Benden selam olsun Çalışma Bakanlığına, iş müfettişleri bunları mutlaka denetliyor ve gerekeni yapıyordur).

“Sonra bir otelde garsonluk yapmaya başlamış. Müşterilere servis açarken sallamış küçücük ellerindeki tepsiyi, bir bardak kırılmış, kapı dışarı etmişler.”
(Benden selam olsun Çalışma Bakanlığına, sigortası mutlaka vardır, kıdem tazminatını mutlaka ödemişlerdir).

GERİ DÖNDÜ

“Anne dedi, dayanamıyorum, döndü geri. Biz izin vermedik kaçakçılık yapmasına. Bize kızdı, büyüdüm, babamdan harçlık isteyecek yaşı geçtim, dedi. Bizden habersiz bir katır almış kendisine. İşi yaramaz biri değilim, diyordu bize. Ben de, kaçağa giderem dedi.

Şervan’ımın istediği bir kız vardı köyümüzde. O akşam kızı isteyecektik. Ben anneme gittim, kıza gideceğimizi söylemek için. Eve döndüğümde Şervan kaçağa gitmişti”.

Mektubun son iki cümlesi:
“Şervan’ım için akşam kız istemeye gidecektik, Şervan’ımın cenazesine gittik.

Biz kimseden bir şey istemiyoruz, sadece failler belli olsun ve yargılansın. Artık hiç bir anne ağlamasın, hiç bir ocak sönmesin.”

Bu mektup gibi dört, beş mektup daha var. Hepsi benzer içerikte. Her şeyi anlatıyor o mektuplar.

Uludere mektupları Güneydoğu’nun kısa tarihi gibi.

Haberin Devamı

Birliğin yükselişi

YARGI yürütmenin üstünde güç elde etmeye çalışıyor. Yasama yürütmenin emrinde. Yürütme klasik deyimle, fevkalade düzenlemelerle emrindeki yasama aracılığı üzerinden yargıyı kısıtlıyor.

Demokrasinin en temel ilkelerinden biri, kuvvetler ayrılığı, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsızlığı sizlere ömür. Demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kuvvetler birliğine dönülüyor.

Hukuk açısından yaşadığımız dönemin en çarpıcı özelliği bu olsa gerek, kuvvetler birliği.

Oysa, “yasama, yürütme, hatta yargı kuvvetlerinin bir organda, hatta bir elde toplanmasını ifade eden kuvvetler birliği ilkesi (...) olağanüstü dönemlerin siyasi sistemidir”. (Taha Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, s.41).

Şu anda biz olağanüstü bir dönemden mi geçiyoruz? Devrim, Kurtuluş Savaşı ya da benzeri olağanüstü bir durumu mu yaşıyoruz?

İçinde bulunduğumuz olağan bir dönemde kuvvetler ayrılığı işlemez hale geliyor. Yürütme gücü, yasama ve yargı üzerinde baskı kullanarak, onları ikinci plana itmeye çalışıyor.

MİT Yasasındaki son değişikliğin kendisi ile değiştirme yöntemi, biçimi kuvvetler birliğinin yükselişinin son örneği.

Yazarın Tüm Yazıları