Kurgulanmış kahramanlık

Clint Eastwood vatan haini mi yoksa sanatının doruğunda bir yönetmen mi?

Halkına gerçekleri göstermek uğrunda tutuşan inatçı bir sanatçı mı, yoksa dünyaya tarih dersi vermeye kalkan bir psikopat mı? Bugün ABD bunu tartışıyor.

Renkler içinde en belirgini kırmızı. Kan kırmızı. Filmde damarlardan fışkıran kanın, savaşın vahşetini bir kez daha yüzümüze çarpması için, koyu kırmızıyı özenle seçiyor. O rengi tutturmak için, uğraşıyor ve uğraşıyor.

Oscar ödüllü oyuncu ve yönetmen Clint Eastwood senaryo, renk seçimi ve her sahnenin çekimiyle uzun uzun uğraşırken, ABD onunla uğraşıyor.

Eastwood vatan haini mi yoksa sanatının doruğunda bir yönetmen mi? Halkına gerçekleri göstermek uğrunda tutuşan inatçı bir sanatçı mı, yoksa dünyaya tarih dersi vermeye kalkan bir psikopat mı? Gerçekle yüzleşmekten çekinmeyen bir direnişçi mi, yoksa Amerikan resmi tarihini jurnal etmeye kalkan bir zavallı mı? Altmış yıllık bir yalanı deşifre edecek kadar cesur mu, yoksa sırf kişisel tatmini ve propagandası için yola çıkmış bir sefil mi?

Bugün ABD bunu tartışıyor.

Oyunculuktan sonra otuz filme yönetmen olarak imza atan Clint Eastwood son olarak iki film çekiyor. Biri "Flags of Our Fathers", (Babalarımızın Bayrakları), diğeri "Letters From Iwo Jima" (Iwo Jima Mektupları).

Aslında iki filmde de, konu aynı. Aynı konuyu iki ayrı açıdan, iki ayrı ulusun gözünden anlatıyor. Bayraklar, Amerikan tarafını, Mektuplar, Japon görüşünü yansıtıyor.

Sadece dünya savaş tarihine değil, aynı zamanda dünya propaganda külliyatına giren, milyonlarca insanın belleğine çakılan bir fotoğraf var.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Amerikalılar Tokyo’nun bin kilometre güneyinde Pasifik Okyanusu’nda Iwo Jima Adası’nı ele geçirmeye çalışıyor. 1945 Şubat’ında yüz bin Amerikan deniz piyadesi 900 gemiyle Iwo Jima’yı kuşatıyor. Tarihin, göğüs göğüse en kanlı savaşlarından biri.

Japonlar’ın o efsanevi direnişine rağmen, savaş sadece dört gün sürüyor. Beşinci günün sabahı, Amerikalılar adadaki sönmüş yanardağ, Suribachi’nin tepesini ele geçiriyor.

Suribachi’nin fethi, aslında Japonya’nın düşüşü. Bu anı sonsuzlaştırmak ve zaferi tarihe mal etmek için, dört Amerikan askeri, insanlığın belleğine çakar gibi, ellerindeki Amerikan Bayrağı’nı yanardağın tam ağzına dikiyor. Tepede muhteşem bir zafer fotoğrafı. Savaşta zafer kazanmak denildiğinde, her ulusun rüyasına giren kahramanlık simgesi. İzi hálá mevcut.

DÖRT ASKERAYAKTA ALKIŞLANDI

Savaş bittikten sonra, bayrağı tepeye diken o dört askeri ABD ayakta karşılıyor. Beyaz Saray artık efsaneye dönüşmüş o dört askeri, tüm ABD’de kent kent dolaştırıyor. Gittikleri her yerde, bando ve ulusal marş eşliğinde, resmi törenlerle karşılanan bu dört asker, savaşa katılanların kahramanlık öyküleri anlata anlata bitiremiyor. ABD, Japonya’ya attığı iki atom bombasını, bu zafer sarhoşluğunda unutmaya çalışıyor.

Tepeye bayrak diken dört askerden biri John Bradley. Aradan yıllar geçiyor. Onun oğlu James Bradley babasının anılarını kaleme alıyor, "Babalarımızın Bayrakları" adıyla yazdığı kitap, yanardağın tepesine dikilen bayrağın ve o fotoğrafın öyküsünü anlatıyor.

Hayır, tam o anda çekilen bir fotoğraf yok. Ada ele geçiriliyor, ama öyle bir fotoğraf yok. Sadece sonradan senaryosu yazılmış, üzerinde çalışılmış, kurgulanmış bir fotoğraf var. Uzun provalardan sonra, dikilen bir bayrak ve onun fotoğrafı.

Tarihsel bir aldatmaca. Sadece Amerikan Halkını değil, bir fotoğraf üzerinden tüm dünyayı aldatan bir kahramanlık öyküsü.

Kıyıda, köşede kalmış, kimsenin dikkatini çekmeyen bu kitap, şimdi Eastwood’un imzasını attığı filmin ta kendisi. ABD’yi gerçek tarihiyle yüzleştiriyor.

Aldatmacanın devamı var. Japon kaynaklarına inildiğinde, adanın ele geçirilmesi, hiç de Amerikan tarihinin anlattığı ve dünyaya pazarladığı gibi değil. Evet, Amerikalılar adayı alıyor, Vietnam’da ya da başka yerlerdeki gibi, insanlık suçları gölgesinde.

Mektuplar filmi, altmış yıllık sahtekarlığın öteki yüzü. Adadaki savaşın Japon gözüyle anlatımı. O nedenle, bu ikinci film hem Japonca, hem de sadece Japonlar oynuyor.

Amerika şimdi bu iki filmle ikiye bölünüyor. Büyük bir tartışma. Eastwood adi bir şarlatan ve vatan haini mi, yoksa tarihle hesaplaşmaktan korkmayan, tabuları yıkan gerçek bir sanatçı mı?

Sizce?
Yazarın Tüm Yazıları