Paylaş
B.M.nin hazırladığı Mavi Marmara baskınına ilişkin raporla ilgili kuralları ve hakemleri başlangıçta İsrail gibi, Türkiye de kabul ediyor.
Bir kez kabul ettikten sonra, rapora şimdi itiraz etmek, uluslararası geleneklerle uyuşmuyor. Hatta,
bizim temsilcimizin rezerv koyma yetkisi de yok.
Bu çarpıcı noktayı geçen gün CNN Türk’te dış politika danışmanı Yalım Eralp dile getiriyor.
Raporda İsrail’in Gazze ile ilgili kaygısı var, “orada benim güvenliğim yok, ben orada harp halindeyim” diyor. B.M. raporu bu kaygıyı meşru görüyor. Onun için, Mavi Marmara girişimini haksız buluyor.
ÇELİŞKİ ZİNCİRİ
Raporla eş zamanlı çok önemli bir kaç gelişme var.
1- Amerika Türkiye’ye füze kalkanı yerleştiriyor. İran’a karşı. İran kime karşı? İsrail’e. O halde, bize yerleştirilecek füze kalkanı ile, o kadar diş bilediğimiz İsrail’i korumuş oluyoruz. Aynı zamanda, “dost ve kardeş İran’la” karşı karşıya geliyoruz.
2- Amerika’da gelecek yıl başkanlık seçimi var. İsrail bu seçimde önemli. Obama Türkiye’nin İsrail politikasından bir de, seçim nedeniyle rahatsız. Türkiye’yi sürekli uyarıyor, ancak dediğini yaptırıyor. Libya ve Suriye bunun örnekleri.
3- Ankara bunu bildiği için “Lahey Adalet Divanı’na giderim” diyor. Gitsin, mahkeme bizim istediğimiz kararı da versin, hikaye. Lahey kararlarının uygulanması zorunlu değil.
4- 20 Eylül’de B.M.’de Filistin’in devlet olarak tanınmasına ilişkin oylama var. Biz yüzde bin, tanıma yönünde oy kullanacağız. Amerika ile bir kez daha karşı karşıya geleceğiz. Amerikan medyasından belli, ABD artık AKP Hükümeti’ne çok sık bozuluyor.
Olayları arka arkaya sıralarsak, hiç biri diğeriyle örtüşmüyor. Hepsi birbiriyle çelişiyor.
İŞLER TERSE DÖNDÜ
Durup dururken Mavi Marmara’yı Gazze’ye gönderen mantık başımıza büyük dertler açıyor. Şimdi onun
ağrısını çekiyoruz.
Buna “Arap Baharında başrolü biz oynayalım” hevesi eklenince, komşularımızla ipler iyice geriliyor. Kıbrıs nedeniyle Yunanistan’ı da diziye dahil edince Suriye, İran, İsrail derken, “komşularla sıfır sorun” politikası, neredeyse “sorunsuz komşu yok” eğrisine dönüşüyor.
İçerde zaten pek çok baş ağrıtan ciddi dert var. Buna şimdi dışarısı ekleniyor. Bunlar başımıza neden geliyor?
Türk insanı içeride ve dışarıda
üven içinde yaşamak istiyor. O güven şimdi nerede?
Sincan Cezaevi’nde zırvalığın son haddi
KARL Marx, Friedrich Engels, ortaklaşa yazdıkları Komünist Parti Manifestosu, devamı var, İlya Ehrenburg’un üç ciltlik ölümsüz romanı Dipten Gelen Dalga, devamı var, Mao’nun teori ve pratiğine dönük çalışmaların derlendiği Seçme Eserler, devamı var, Dimitrov’un teoriye katkı nitelindeki Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe, devamı var, Stalin’in Sovyet Devrimine ilişkin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Bolşevik Tarihi.
Bu kitaplar askeri darbe dönemlerinde Türkiye’de yasak. Sivil döneme geçince, serbest. Otuz, kırk, elli yıl önce komünizm propagandası iddiasıyla ceza yasasının 141 ve 142. maddelerine rağmen, bu kitaplar yine de serbest.
Ankara Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan bazı mahkumlar bu kitapları istiyor. Orada durun. Cezaevi yönetimi, bu kitapların yasak olduğunu ve cezaevine alamayacağını bildiriyor.
Yahu, bu kitaplar bütün kitapçılarda, sergilerde, ne yasağı. Bu cezaevi yönetimi nerede yaşıyor? Daha yayınlanmadan baskına uğrayan kitapların bulunduğu bir ülkede, elli yıldır piyasada satılmakta olan kitapları yasaklamak normaldir. Zırvalığın son haddinde örneklerden biridir. Adalet Bakanlığı’nın bu saçmalığa müdahale etmesi gereklidir.
“Bilim de benim olsun”
DÜNYANIN en saygın, en etkin bilim dergilerinden Science bizim akademisyenleri arıyor:
“Sizin orada neler oluyor?”
Soru, bilimsel kaygıdan ileri geliyor. Öğrenmek istedikleri, TÜBA’nın başına gelenler.
Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA)
ilk neşter kısa süre önce vuruluyor. TÜBA
bağımsız kimliğinden alınıp, bir bakanlığın yedeğine alınmak isteniyor.
İkinci neşter 17 Ağustos tarihli kanun hükmünde kararname ile. TÜBA’ya üyelerin üçte birinin hükümet, üçte birinin YÖK tarafından atanması öngörülüyor. TÜBA bir yandan bağımsız bilimsel araştırmalar yaparken, bir yandan genç bilim adamları yetiştiriyor. Siyasetten uzak, bilime sadık insanlar.
Yeni atama yöntemiyle bağımsız olan bir bilim kurulu siyasetin emrine girmiş olacak. Dünyada benzeri yok. Dünyadaki bilim kurulları üyelerini akademik kuruluşlardan seçiyor. TÜBA benzeri kurullar bütün demokratik ülkelerde bağımsız. Bu kurumların tek derdi, bağımsız bilim. Bilime siyasal müdahale örnekleri de var, ama o ülkelerde demokrasi yok.
Science dergisi bu nedenle kaygılı, olayın peşine onun için düşüyor.
“Her şey benim olsun” mantığında, az gidiyoruz, uz gidiyoruz, şimdi bilimin kapısına geliyoruz.
Paylaş