Paylaş
Tam o yıllarda bir fikir çıkıyor ortaya. Kentlerin kardeşliği. Şu kent bir başka ülkede bu kentin kardeşi olsun, o kent çok başka bir ülkede öteki kentin kardeşi olsun.
Yarım yüz yılı aşan kentlerin kardeşliği uygulamasının bizde örnekleri çok ancak, felsefesi ne kadar yaygın ve halka inmiş, orası tartışmalı.
Beşiktaş-Erlangen kardeşliğinin onuncu yılı bu felsefeyi gözlerimizin önüne biraz daha seriyor.
ÖĞRENCİLER
Örneğin, Erlangen’in başka kardeşleri de var. Fransa’da Rennes, Nikaragua’da San Carlos, Rusya’da Vladimir, İsveç’te Eskilstuna ve eski Doğu Almanya’da Jena.
Kardeşlik halklara barış dilini öğretiyor. Bilinmeyen ülkede, bilinmeyen insanlar bir anda evinizin içinde. Bilinmeyen insanlarla dostluklar kuruluyor, ülkeler arasında barış köprüsü oluşuyor.
Köprünün en önemli basamaklardan biri öğrenciler, okullar arasındaki ilişkiler, öğrencilerin karşılıklı ziyaretleri.
ÖRNEĞİN SURİYE
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ile birlikte Erlangen ziyareti sırasında kardeş kentler konusunda uzman bir Alman arkadaş ilginç bir örnek veriyor:
“Sizin Güney Kıbrıs’la sorunlarınız var, sizin bir kentiniz oradan bir kentle kardeş olsa, acaba şimdiki gibi yine sorunlarınız olur muydu, olsa bile, çözülmesi daha mı kolaylaşırdı?”
Yerinde bir soru. Aynı soruyu genişletmek mümkün. Örneğin, Suriye’den bir kardeş kentimiz olsaydı ya da Irak’tan, işte o zaman komşularla sıfır sorun politikası şimdiki gibi istediği kadar çuvallasın, başımızı böyle taştan taşa vurur muyduk? Sanmıyorum.
Kardeş kentler pek iyi tanımadığımız bir anahtar. Daha çok kardeş kentlerimiz olsa, hayat hepimiz için belki daha kolay olabilirdi. Beşiktaş-Erlangen bunun tipik örneği.
Fazıl Say Orhan Pamuk
MAHKÛMİYET kararının iki gün sonrasında Fazıl Say Erlangen’de konser veriyor.
Sahneye çıkar çıkmaz, müthiş bir alkış kopuyor. Mahkûmiyeti protesto edercesine. Say büyük ilgi topluyor ama, mahkeme kararı ile ilgili tek kelime etmiyor.
Alman aydınlar Fazıl Say’a verilen cezayı anlamadıkları gibi, Orhan Pamuk’un da köşe bucak eleştirilmesini anlamakta zorlanıyor.
“İki çok değerli, dünya çapında sanatçınız, yazarınız var, ikisini de küstürüyor, dışlıyor, hatta ceza veriyorsunuz”.
Bizden bu kadar, bizim uygarlığımız ve değerlerimiz buraya kadar.
Neonazi Davası ve Türk Basını
NEO-NAZİ davasında ikinci duruşma dün başladı. Aziz Türk basını ilk duruşma öncesinde kıyameti kopartıyor, “Bizi mahkemeye almıyorlar”.
Doğru, ama olayı bir de Alman tarafından dinlersek, mesele daha farklı hale geliyor.
Duruşmayı izlemek üzere, Almanya’da görev yapan Türk basını duruşmadan iki gün önce mahkemeyi arıyor ve “Duruşmayı izlemek istiyoruz, başvuruları ne zaman kabul edeceksiniz” diye soruyor. Mahkeme sözcüsü “Yarın” diyor ve “ertesi sabah saat 8.56’da başvuruların açıldığını” elektronik posta ile Türk-Alman bütün gazetelere duyuruyor.
Saat 11.30’da, iki buçuk saat içinde mahkemeyi izleyecek elli kişilik basın kontenjanı doluyor.
Pek çok Türk gazetesi ve TV’si ancak öğleden sonra uyanıyor ama, artık çok geç. Sonra da, “Mahkemeye bizi almıyorlar” yaygarası.
Duruşmanın basın macerası Alman tarafından özetle böyle. Peki, Almanlar bu davaya nasıl bakıyor? Şöyle:
“Yoksa bizde de derin devlet mi var?”
Almanya’da Nazilerle ilgili bin
türlü yüzleşmeye rağmen, yabancılardan kurtulmak için birileri hâlâ neo-Nazileri kullanıyor olabilir mi, sorusu Almanların da aklını kurcalıyor.
Paylaş