Paylaş
Filistin askısına asılmışken, falakaya yatırılmışken, sopaya çekilirken, soğuk basınçlı su sıkılırken, tekme-tokat dövülürken, işkencenin her türlüsü sırasında aynı şarkı, “Türkiyem, Türkiyem cennetim...”
12 Eylül askeri darbe dönemi. Burası Metris Askeri Cezaevi.
Sadece işkence sırasında değil. Günlük rutin olarak, askeri cezaevinin marşı gibi, sabahın köründe tutuklular ve göz altındakiler daha kalkmadan başlıyor bu şarkı. İtiş-kakış, bin türlü tekme ve küfür arasında tuvalete giderken, dönerken, avluda, gün boyu koğuşta, hapisaneye akşam inerken, gece uyumaya çalışırken hep aynı şarkı çalınıyor. Şarkı şarkı olmaktan çıkıyor, işkenceye dönüşüyor.
12 Eylül’de Metris askeri cezaevinde yatanlar aylarca bu şarkıyı dinlemek zorunda kalıyor. Hep bu şarkı dinletiliyor, vatan aşkına.
Vietnam’ı anlatan filmlerden birinde, Vietnamlılara bomba yağdıran Amerikalı generalin, insanlar ölürken bütün savaş alanına hep aynı şarkıyı dinletmesi gibi.
DİRENİŞİN SEMBOLÜ
Şarkı ve işkence. İlk anda yan yana gelmeyecek gibi, ama darbeler da bunu başarıyor.
Metris’te yatanlardan biri de, Cem Yılmaz adında, Dev-Sol üyesi bir öğrenci. Bu şarkı kulaklarında durmadan patlarken, içinde var olan darbeye direnmek düşüncesini sembolize edecek bir şey arıyor.
Hapisten çıktıktan sonra, daha önce hiç aklında bile olmayan, kaset dükkanı açıyor. Bir süre sonra müzik yapımcılığına başlıyor. Fikir aklına o sırada düşüyor:
Türkiyem, Türkiyem şarkısının orijinal kalıbını satın alıyor, şarkının bir daha basılmasını önlüyor, şarkıyı tarihe gömüyor. Darbelere ve işkenceye direnmek adına, bir sembol olarak.
Gerçi, Müşerref Akay isterse şarkıyı bir diske yeniden okuyabilir, ama o ilk orijinal kalıbını artık kimse basamaz. Kimse satamaz.
Dün telefonda Cem Yılmaz, “o şarkı çok can yaktı, ben işkence görürken bu şarkıyı çalıyorlardı, kalıbını satın alarak, o şarkıyı yok etmek istedim” diyor.
Bu çarpıcı sembolün haberi geçen 12 Eylül günü Radikal’de yayınlanıyor. Bir ay kadar önce de, bir Alman kanalı aynı konuyu bir programında işliyor.
Bugünkü iktidar Anayasa değişikliği çerçevesinde, 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu kapatan Anayasa’nın geçici 15. maddesini kaldırmayı öngörüyor.
Geçici 15 kalkarsa, darbeciler yargılanacak değil, zaman aşımı var. Ama, kalkması bir sembol. “Türkiyem Türkiyem” parçasına atılan pençe gibi.
Okuyan’dan ‘O Yıllar’ müthiş
“RACİ Albay, diye seslendim. Hışımla döndü. Zaten öyle serttir ki, on beş gün rüyanda görürsün sana baktığında. ‘Beni hatırladınız mı’ dedim, ‘hatırlamadım’ dedi. ‘Ben Yaşar Okuyan’ dedim, ters ters baktı. ‘Öyle mi’ deyip yürüdü”. (Yaşar Okuyan, O Yıllar, s.150).
Dramatik bir an. İşkenceden geçen bir tutuklu ile, işkencelerin kural haline geldiği askeri cezaevinin komutanı Albay Raci Tetik yıllar sonra karşılaşıyor. O tutuklu, bakan koltuğuna yükseliyor, işkenceden sorumlu komutan ise, bir an önce kalabalığa karışmak telaşında. Hayat böyle bir şey.
12 Eylül dönemi. Mamak Askeri Cezaevi. Bir başka işkence evi. Oradan geçenlerden biri de, o dönemde MHP Genel Sekreter Yardımcısı Yaşar Okuyan.
Okuyan 12 Eylül öncesinin siyasal atmosferini ve 12 Eylül’ü, içinden ve derinden yaşayan biri olarak, o yılları kaleme alıyor. Anılarını “O Yıllar” başlıklı kitapta topluyor. Sağ-sol çatışmasının nasıl körüklendiğini, darbe için nasıl kullanıldığını belgeleriyle ilk elden anlatıyor.
En acı olayları bile esprili bir dille aktarırken, hem kendisiyle dalga geçiyor, hem de yirmi yıla yakın dönemi, bilinmeyen yönleriyle sergiliyor.
İki can düşmanı, Ecevit ile Türkeş’in hapiste pingpong oynamalarından tutun da, cezaevinde gözünü karartarak askeri darbeye direniş, MHP’nin iç yapısı, sol ile MHP arasındaki ilişki, anlı şanlı insanların gerçek kimlikleri, darbenin lideri Kenan Evren ile karşılaştığında, Evren’in de yapılan işkencelerden dolayı, özür dileyen ibretlik tavrı, korkunç insan hakları ihlalleri, idamlar, özünde her yönüyle tam bir darbe sorgulaması.
Darbe tartışmalarının ayyuka çıktığı bugünlerde dehşetle, hüzünle, ama bazen acıyla gülerek okunacak müthiş bir kaynak kitap.
Resmi tarihi yerle bir eden, gerçek tarihe ışık tutan Yaşar Okuyan’ı kutluyorum. Geçmişte düşüncelerimiz yüzde yüz farklı olsa da, gerçeğe duyduğum saygıyla.
Paylaş