Paylaş
O milletvekilleri Beşşar Esad’la fotoğraf çektirdikleri için Başbakan Erdoğan tarafından ağır sözlerle eleştiriliyor. Eleştirilere Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da katılıyor.
Cüneyt Ünal’ın kurtarılmasına ilişkin hükümet düzeyindeki girişimlerin ne olduğu dün akşam geç saatlerde gün yüzüne çıkıyor. CHP Ankara milletvekili Levent Gök dün gece yarısı Meclis’te Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşurken bir belge açıklıyor.
Ondan önce hatırlatma gerek. Hem Erdoğan, hem Davutoğlu “Suriye ile çeşitli kanallardan sürekli bağlantı halindeyiz, Ünal’ı kurtarmak için her türlü çabayı harcıyoruz” diyor. Ünal’ın kurtarılmasını için gerekli çabanın öyküsünü Levent Gök Meclis kürsüsünden aktarıyor.
AİLENİN DİLEKÇESİ
Cüneyt Ünal’ın annesi ve babası Arife ve Hikmet Ünal 24 Eylül 2012 tarihli dilekçe ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan’a oğullarının kurtarılması için yardım isteminde bulunuyor, dilekçe veriyor.
Cumhurbaşkanlığı aileye cevabi yazısında, “başvurunun konusu gereği Dışişleri Bakanlığına iletildiğini” bildiriyor.
Başbakanlık ise, 15 Ekim 2012 tarihli cevap yazısında ki, bu elektronik posta ile gönderiliyor, aynen şöyle diyor.
MİT’E BAŞVURUN
“577918 sayılı başvurunuz incelenmiştir.
Başvurunuzda belirtmiş olduğunuz konu ile ilgili evrakınız Dışişleri Bakanlığına sevk edilmiş olup, Dışişleri Bakanlığından gelen cevap üzerine, Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) başvuru yapmanız gerektiği bilgisi alınmıştır”.
Elektronik postanın altında, imza yerine “BİMER 12” diye not var.
Günlerce her sorulduğunda, “biz bu işi takip ediyoruz” diye açıklama yapan yetkililer, tam bir bürokratik mekanizma içinde, ailenin oğulları için MİT’e başvurmasını öneriyor.
Aile bu yazı üzerine MİT’e başvuruyor. Ancak bakıyor ki, Dışişleri, MİT derken, oğulları hala Suriye’de, onlar da, çareyi CHP’de buluyor.
Dört CHP milletvekili bunun üzerine Esad’a gidiyor ve Cüneyt Ünal’ı Türkiye’ye getiriyor.
Belgeleri açıklayan Levent Gök kürsüde “Suriye’de hapisteki gazetecileri kurtarıyoruz, ama Türkiye’deki gazetecilere kurtaramıyoruz” diye ekliyor.
Buradan çıkan ahlak dersi şu. Bir yakınımızın başı derde girdi mi, hepimizin canını ve malını korumakla yükümlü siyasi iktidar çare değil. Çare MİT.
Eğer MİT de çare bulamıyorsa, ya CHP ya da artık kadere teslim.
Ergenekon bugün hücuuuum
Dört buçuk yıldır devam eden Ergenekon davasında savcıların bugün son görüşlerini açıklaması bekleniyor.
Ancak, yandaş basın beklemiyor. Dün gazete ve TV’leri ile hücuma geçiyor. Harp Okulunda isyan bildirilerinden başlıyor, geçmiş yıllarda darbeler, faili meçhuller ve o alanda artık ne varsa, hepsini sayıp döküyor. Sanki onlar bilinmeyen değil, sanki onlara toplumun tamamı karşı değil. Yandaş basın göğsünü vatan için siper ediyor. Ergenekon için bir kez daha kamu oyu oluşturmaya çabalıyor.
Kaderin cilvesi, Avrupa Konseyi aynı gün Türkiye’deki gazetecilerle ilgili yayınladığı raporda, tutuklu gazeteci sayısına dikkat çekerek, durumun felç edici olduğunu kayda geçiyor.
Yandaş basına bakınca, çok başka bir açıdan durum gerçekten felç edici. Kendi meslektaşlarını ihbar eden, kendine göre andıçlar hazırlayan, mahkeme kararları öncesinde çığırtkanlık yapan, çifte standartta sürekli tahterevalli oynayan bir basın “felç edici” değil de, ne.
Başı açık başı kapalı
İleri demokraside her gün yeni bir aşama kaydediyoruz.
Bir zamanlar okula giden türbanlı kızlara başlarını açmaları için baskı yapılırken, günümüzde durum tam tersine dönüyor.
Şimdi başı açık kız öğrencilerin kapanması için baskı dönemini yaşıyoruz. Zorla baş açtırılmasını demokrasiye ve insan haklarına aykırı bulanlar, şimdi zorla örtünme baskısını uyguluyor.
Bir baskı gidiyor, yerine ters yönde bir başka baskı geliyor. Eskisi demokrasi ve insan haklarına aykırı ise, bugünküne aldırmazlık hangi demokrasi ölçüsüne
sığıyor?
Paylaş