Sarkozy-Merkel zirvesi Türkiye’nin AB yolundaki kaderini çiziyor. Oradaki anlaşma önceki gün Hannover’de Merkel’in partisi CDU’nun Kongresinde acı bir sonuca dönüşüyor.
Avrupa’da bir parti, tarihinde ilk kez kendi programına Türkiye ile ilgili bir bölüm koyuyor:
"Türkiye için AB’de en geçerli yol imtiyazlı ortaklıktır."
Yani, AB üyeliği değil. Bu cümle ve bu cümleyi parti programına yazmak hayati önemde:
1- Parti programına yazarak, CDU Türkiye’ye AB üyelik kapısını kapatıyor. CDU iktidarda kaldıkça, AB Türkiye için bir ütopya.
2- İki yıl sonra Almanya’da seçim var. Seçim sırasında, bunun propaganda malzemesi olacağı ortada. Merkel bu yolla daha fazla oy alacağına inanıyor.
Kongrede, Türkiye’yi dışlayan önerge parti tabanından veriliyor. Bu parti yönetimi tarafından önceden tezgahlanmış olabilir. Nasıl olursa olsun, sonuç bizim için vahim.
SCHENGEN OYUNU
AB ülkelerine gitmek için vize almak gerek. Adı Schengen Vizesi.
Bu vizenin bizimle macerası ilginç. Hele de, AB’ye yeni giren üyelerle karşılaştırıldığında, daha da heyecanlı.
AB tam üyelik için Bulgaristan ve Romanya ile görüşmelere başlıyor. Görüşme başladığı gün, daha üye olmadan onlara Schengen kalkıyor.
AB, Hırvatistan’la görüşmelere bizimle birlikte eş zamanlı başlıyor. Vize Hırvatistan’a da kalkıyor. Ama, bize vize hálá var. Üstelik, inanılmaz zorluklarla. Kural üstüne yeni kurallar getirerek.
PUTİN KOPARDI
Bırakın Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan’ı, AB ile uzak yakın ilgisi olmayan Rusya’ya bile, 1 Ocak 2008’den itibaren vizede büyük kolaylıklar sağlanıyor.
Geçenlerde Merkel-Putin zirvesi var. Putin, o zirvede vize kolaylığı kopartıyor.
Ruslara bu kolaylık, bize bu zorluk, üyelik hikayesinin ötesinde, ekonomik anlamda ciddi sorun yaratıyor. Örneğin, turizmde. Schengen’i artık hemen alacak Rus turistlerini Avrupa kıyılarına çekmenin yollarından biri.
Ruslara Antalya ve çevresi şimdiki gibi cazip gelmeyebilir.
ANKARA PEŞİNE DÜŞMEDİ
Bir süre önce bir Türk vatandaşı vizeyle ilgili olarak İngiltere’de mahkemeye başvuruyor.
Mahkeme Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan örneklerinden hareketle, Türk vatandaşının itirazını yerinde buluyor ve "Türklere Schengen kalkmalı" kararına varıyor. Ama, bu bireysel bir karar. Ülkeyi kapsayan bir karar değil.
Dışişlerinin tembelliği burada. Mahkeme kararının peşine düşmüyor. O bireysel kararı, ülke kararına dönüştürmek amacıyla, gerekli işlemleri ve girişimleri yerine getirmiyor.
Kaçan fırsatlar AB’nin önümüze getirdiği engellerle bütünleşiyor. Ondan önce, yeni göç yasasıyla, konulan başka bir engel var.
Türkiye’den evlenip eşlerini Almanya’ya getirmek isteyenlere konulan engel, Almanca bilme zorunluğu.
Ancak, karşımıza şimdi Türkiye-AB ilişkileri tarihinin en çetin engeli dikiliyor. Bir parti, kendi programına, "Türkiye AB’ye tam üye olamaz" anlamında bir madde koyuyor.
Türkiye’nin AB üyeliği Çin Seddi gibi.
Gül’ün YÖK’le savaşı
AKP’nin bir bakanı olarak Abdullah Gül’ün YÖK’e takıntısını anlamak mümkün. Arada kültür farkı var.
Ancak, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, hálá o takıntıda ısrar etmek, YÖK ve üniversite önyargısını itiraf etmek demek.
Atayacağı bir rektörle ilgili, kendisine ulaşan ihbar karşısında, "inanılmaz şeyler oluyor" diyerek, adını vermeden YÖK’ü eleştirmek, bir Cumhurbaşkanına yakışmıyor. Kaldı ki, Çankaya’ya her gün, çeşitli konu ve kişilerle bağlantılı onlarca ihbar mektubu yağıyor. Rektörle ilgili ihbarın YÖK’ten gelmediğini sonradan kendisi de düzeltiyor.
Gül, Pakistan yolunda konuyu gündeme getiriyor, çünkü üç beş gün içinde YÖK Başkanını atayacak. Kendi siyasal görüşüne göre, atayacağı rektör için, şimdiden yol yapıyor.
Oysa, YÖK Başkanlığına atanacak kişinin, "bizim oğlan" felsefesinin çok ötesinde, üniversite sorununu bilen birinin olması gerek. Sistemi bilen, hoşgörülü, esnek bir kimlik.
AKP’de iken YÖK’le kavga edebilir, ama Cumhurbaşkanı olarak, YÖK üzerinden üniversite ile barışmak zorunda