En bol komünistin yetiştiği üniversiteden, yüzyılın en ünlü casusları çıkıyor. Dünya çapında tanınan Cambridge Beşleri ilk casuslar.
Philby, Blunt, Burgess, Cairncross, Maclean. Onlar arasında Philby’nin macerası filmlere konu oluyor. İlk casusları başkaları izliyor. O ünlü, komünizmin İngiltere’deki beşiği sayılabilecek bir üniversite, yüzyılın casuslarına yataklık ediyor.
Club Med. Dünyanın en gözde tatil köyleri zinciri. Eski bir komünist parti üyesi tarafından mini tatil ütopyası olarak kuruluyor. Kuran Cambridge’li.
Bir başkasının ölümünden sonra, geride kalan eşyalarının hepsi iki bavula sığıyor. İdealleri için yaşıyor. Romanya Komünist Partisi’nin Viyana’daki bürosunu kuruyor. Avusturya Komünist Partisi’nin bağlantılarını sağlıyor. Fransız Direnişi’ne katılıyor. Cambridge’li.
Bluejean yirminci yüzyılın ikinci yarısında her türlü ideolojiyi bastırıyor. Ana destek Cambridge’den.
*
Tatil köylerinden kadınlarda eteklerin yerini pantolon modasının almasına, okullarda tiyatro sahnelerine kadar uzanan çok farklı sosyal girişimler, pek az üniversiteye nasip olacak biçimde, İngiltere’deki Cambrigde Üniversitesi damgasını taşıyor.
Bilim ve sanat dünyasının devleri Cambridge mezunu. Sonra aynı yerde öğretim üyesi. Türlerin kökenini bulan Darwin’dengeliştirdiği teoriyle geçen yüzyılın ekonomilerine yön veren John Maynard Keynes’e, refah iktisadının babası Pigou’dan, fizikçi J.J. Thomson’a, ekonomik tarihçi Pollard’a, yüzyılın filozofu Russell’akadar devlerin geçit töreni gibi.
Ama, asıl damga Soğuk Savaş döneminde. Cambridge’de öğrencilerin yarısından fazlası komünist partisi üyesi ya da sempatizanı. İkinci Dünya Savaşı’na kadar kimi İspanya İç Savaşı’nda. Kimi örgütlenme peşinde. Kimi rejim savaşçısı. Kimi yıllar sonra kendi ülkelerinin cumhurbaşkanı ve başbakanı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise, büyük dram. En bol komünistin yetiştiği üniversiteden, yüzyılın en ünlü casusları çıkıyor.
Dünya çapında tanınan Cambridge Beşleri ilk casuslar. Philby, Blunt, Burgess, Cairncross, Maclean. Onlar arasında Philby’nin macerası filmlere konu oluyor.
İlk casusları başkaları izliyor. O ünlü, komünizmin İngiltere’deki beşiği sayılabilecek bir üniversite, yüzyılın casuslarına yataklık ediyor.
Beni asıl şaşırtan, yine geçen yüzyılın en önemli Marksist tarihçilerinden Eric Hobsbawm’ın Cambridge yıllarını anlatırken, "Bana sorulsa, tereddütsüz, ben de bu işi üstlenirdim" demesi.
*
Elimde Hobsbawm’ın otobiyografisi var. Tuhaf Zamanlar.
Cambridge ve komünist partiler ile liderler, adını bildiğimiz bilim adamları, tanımadığımız müthiş insanlar. Hobsbawm kıskanılacak bir yaşamdan geçiyor. Sadece bilim adamlığı yönüyle değil, yaşadıkları tarihin kendisi. Yaşamı 20. yüzyılın tarihi gibi.
Stalin’le tanışması, Che Guevara’yatercümanlık yapması. Fransız Başbakanı Jospin’leTroçkist maceralar. Joschka Fischer’esokak çocuğu muamelesi. Tony Blair’e68’den kalma isyancı nitelemesi. Öylesine görmüş geçirmiş biri.
Elli yılı komünist partisi üyeliği ile geçiyor. Moskova’ya ilk gidişi tam bir hayal kırıklığı. Stalin’le tanıştığında, "Biz bunun için mi uğraştık" sorusu, yüreğine çakılıp kalıyor.
Parti disiplini her şeyin önünde. Parti, özel ilişkilere izin vermiyor. Ne zaman ki, "Partiye kaydolma olasılığı bulunmayan biriyle ilişki kurduğumda, gençliğimdeki saf komünisti geride bırakmıştım" diyor. (A.g.k., s.181).
*
1933’Teki öğrenci hareketi, sanki 68’in tohumunu atıyor. O da o harekette. Sweezy ve Baran’ınyanında, sol teorinin başını çeken The Monthly Review ile Marxism Today yayınlarına katılıyor.
Duygularıyla, düşünceleriyle, eylemleriyle, ondan bir kuşak sonra, dünyanın her tarafında gençlik aynı deneylerden geçiyor. İspanya İç Savaşı yerine Vietnam, dünya savaşları yerine Peşte ve Prag kırıklıkları. Hatta, parti disiplini adına, özel yasaklar ve özel yaşam biçimleri, hiç farklı değil. Türkiye’deki 68 kuşağı dahil, kitaptaki tarihleri yenilersek, Hobsbawm’ın anıları bizim tarihimiz, bizim yaşadıklarımız.
Ama, casuslar. Aramızda belki ajanlar da var, casuslar herhalde değil. Cambridge casusları soğuk savaşta iki taraflı büyük rollere soyunuyor. Hepsinin sonu hüsranla bitiyor.
Dünyayı algılamak için, sol kültürden geçmek gerekiyor. Marx’ın deyimiyle, dünyayı yorumlamak yetmiyor, önemli olan dünyayı değiştirmek.