Paylaş
Mektubu gönderen Balyoz Davası sanıklarından, Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Abdullah Can Erenoğlu. Mahkeme kararıyla on sekiz yıla mahkum oluyor.
Dava devam ettiği için mektubu o tarihte yayınlamıyorum. Ama, şimdi zamanı. Erenoğlu hem davayı anlatıyor, hem de gönderdiği ek belgelerle mahkemeye sunulan kanıtların sahte olduğunu öne sürüyor. Erenoğlu özetle:
“Balyoz olarak isimlendirilen davada, işlemediğim, işlemeyi hiç düşünmediğim, bir başkasının işlemesine de kesinlikle karşı olacağım iftira niteliğindeki sözde darbe teşebbüsü suçlamasıyla aylardır tutukluyum.
Haksız yere tutuklanmam sonucu en temel hakkım olan özgür yaşama hakkım elimden alındı. Aynı zamanda Deniz Kuvvetlerimizde büyük emekler ve özverili çalışmalarla elde ettiğim 45 yıllık başarılı, onur ve gurur verici kariyerim sona erdirildi”.
“1500 SAHTECİLİK
Koramiral Erenoğlu mektubunda şöyle devam ediyor:
“Askeri vesayetin sona erdirilmesi ve hiç kimsenin hukukun üzerinde olmadığını göstererek Türkiye’nin demokratik sürecini güçlendirme örtüsü altında Türk Silahlı Kuvvelerinin Atatürkçü ve vatansever askerlerini tasfiye etmek, geride kalanları sindirmek amaçlı bir tertip olan bu davada sayısı 1500’ü geçen sahtecilik, gerçeklere aykırılık ve çelişki açıkça ortaya kondu.
(...) Bu davada sahteliği ispat edilmemiş tek bir delil ve ciddiye alınacak hiç bir yasal dayanak kalmamıştır.
(...) Davanın çıkış noktası olarak iddia edilen ve 05-07 Mart 2003 tarihleri arasında 1. Ordu Komutanlığında icra edilen plan seminerine üç gözlemci dışında, denizci personel katılmamasına rağmen, 365 sanıktan 156’sı denizcidir. 156 denizcinin 106’sı tutukludur ve bunların içinde şahsım dahil, çok önemli görevlerde bulunan 25 muvazzaf amiral vardır”.
ADİL YARGILAMA YOK
Erenoğlu mektubunu şöyle bitiriyor:
“(...) Adil bir yargılama yoktur. Peşinen suçlu ilan edip, önce tutukla, sonra yargıla, anlayışıyla aylardır, kimimizin yıllardır tutukluluk halinin sürdürülmesi, ileride telafisi mümkün olmayacak insan hakları ve hukuk ihlalidir”.
Mektubun on iki sayfalık ekinde “Sahtecilik Örnekleri” anlatılıyor. Kanıt olarak sunulan belgelerin tarihleri ile darbe planı tarihi birbirini tutmuyor. Örneğin, 2002’de NATO Komutanlığında oluşturulan bir veriden söz ediliyor oysa, o komutanlık 2004’te kurulmuş. Ya da darbe planı 2003’te ama, 1998 ve 2000’de vefat eden iki tuğamiral “darbeci” görünüyor.
Koramiral Erenoğlu mektubunda on altı ayrı örnek anlatıyor.
Mahkeme bunları ne kadar dikkate alarak karar verdi? Zaten sorun bu. “Adil yargılama olmadığı” iddiaları. Hem bu çok temel iddialar, hem de sanıklara “en üst sınırdan ceza” vermek adaletin ağır yara almasına yol açıyor. Kararda inandırıcılık kayboluyor.
Babalık, kocalık ve rütbe
BALYOZ kararında “sanıklar babalık ve kocalık haklarından yoksun” bırakılıyor. Saygın bir hukuk bürosundan aldığım bilgiye göre:
“Ceza hukukumuzda babalık hakkı kavramı var. Sanık, çocuğunun velayetini alamıyor. Ancak, modern hukukta kocalık hakkı yok. Eskiden erkeğin eşi üzerindeki egemenliği dikkate alınır ve kocalık hakkından söz edilirdi. Evrensel hukuk ailede artık eşitliği sağlıyor, kocalık hakkı diye bir kavramı kaldırmış bulunuyor. Uygulaması yok”.
Bu, Balyoz kararlarında merak edilen konulardan biri. İkincisi, rütbe konusu. Yine aynı bürodan aldığım bilgiye göre, cezalar kesinleştikten sonra, beş yılı geçen ağır hapis cezası nedeniyle, rütbeler geri alınıyor.
Gerekçeli karar edebiyatı
SALT hukuk açısından mahkemelerin verdiği kararlarda nihai söz söylemek, görüş açıklamak için pek çok kişi aynı noktada birleşiyor:
“Hele bir gerekçeli karar açıklansın”.
Gerekçeli karar, kararın nedenini, kanıtların nasıl değerlendirildiğini içermesi açısından elbette önemli. Ama, şimdi kararı içine tam sindiremeyen ve fakat özde karardan yana tavır alan pek çok kişi, “gerekçeli kararı görelim” diyor.
Karar ortada. Gerekçeyi görünce, fikirler çok mu değişecek? “Gerekçeli karar” edebiyatına inanmıyorum.
Paylaş