15 Ağustos 2000. Türkiye’nin imza attığı tarih. Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, insanın onurlu bir yaşam sürmesi için yeni bir kavram getiriyor: "Su hakkı." 188 ülkeden 137’sinin imzaladığı bu sözleşmenin altına Türkiye de imza atıyor.
Su hakkı, herkesin yeterli, uygun, sağlıklı, karşılanabilir ve fiziksel olarak ulaşılabilir suya sahip olma hakkı şeklinde tanımlanıyor. Ülkeleri yönetenlerin, kendi halklarına karşı hayati görevlerinden biri.
Türkiye’de bu hakkı hızla kaybetmeye doğru gidiyoruz. Ama, iklim değişikliği, ama küresel ısınma, bu hakkın elimizden alınması yeniden söz konusu. Geçmiş yıllarda büyük kentler sık sık su sıkıntısını çok yaşıyordu. Şimdi aynı sıkıntı yine kapıda.
Yılda kişi başına düşen 92 bin metreküp su ile, Kanada dünyada su zenginliğinde ilk sırada. Türkiye kişi başına yılda bin 430 metreküp su ile su yoksulu bir ülkeye dönüşme yolunda ilerliyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın yayınladığı Suyun Yeryüzündeki Serüveni adlı kitabın 176’ncı sayfasında aynen var bu bilgi.
Sadece pratik yaşamda değil, aynı zamanda felsefede de, su hatırı sayılır bir yer tutuyor. Antik Yunan filozofu Anaksagoras’tan İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci’ye ve fizikçi Albert Einstein’a kadar, su ile hayat arasında bağlantı kuran pek çok düşünür, sanatçı ve edebiyatçı var.
Tarihteki tüm uygarlıklar, günümüzün büyük kentleri hep su kenarlarında. Nil’den Amazon’a, Dicle’den Ganj’a kadar dünyanın her yerinde akarsular uygarlıkların önünü açıyor. Sümerler’den Aztekler’e, Mısır’dan Çin’e, Avrupa’dan Amerika’ya kadar geçmiş uygarlıklar ve günümüzün iddialı ülkeleri en az sanayileşme ve atom bombası üretmek kadar, suyu da hep ön planda tutuyor.
Suyun Yeryüzündeki Serüveni’ni okumaya devam ediyorum: İlk baraj Mısır firavununun emriyle milattan önce (s. 43). İlk hidroelektrik santral 1895’te Niagara Şelalesi’nde (s. 63). Evde ilk sifonlu tuvalet 1775’te, evde ilk duş 1810’da İngiltere’de (s. 70).
Suyun içilebilir hale gelmesi için, sağlık ve temizlik açısından, dünyada 70 ila 350 ölçüt var. Musluktan akan sularda bu ölçütler olmadığı için, içme suyu şişelerde satılıyor. Dünya şişe suyu pazarı yılda 22 milyar dolar ciro yapıyor. Dünyada 89 milyar litre su şişeleniyor.
Her ülke suyun büyük bölümünü tarımda kullanıyor. Ama, onu akılcı kullanmak gerek. Vahşi sulama denilen, saldım suyu çayıra, mevlam kayıra makamında sulama yapan Türkiye gibi ülkelerde, suyun yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. Bu yöntemle toprak tuzlanıyor, verim yarı yarıya azalıyor. Oysa, damlama yöntemle sulamak, aynı suyu birkaç kez kullanmayı sağlıyor, tarımda kullanılan su miktarı yüzde 50’lere düşüyor. Büyük tasarruf. Tasarrufla kalmıyor, tarladan alınan verim yüzde 90’lara yükseliyor.
SON ÇAREM AİHM
İstanbul’un ayrı bir yeri var. Nüfus yoğunluğu, konumu ve sanayii ile. Milattan önce 364 yılından beri Roma, Bizans ve Osmanlı’da İstanbul’a su getirmek, hep öncelikler arasında. İstanbul’un fethinden sonra, padişah Fatih Sultan Mehmed’in el attığı ilk işlerden biri su şebekesinin onarımı ve yeni su kaynaklarına ulaşmak.
Edirne’den İstanbul’a göçenler Büyükçekmece Gölü çevresinde yerleşmeye başlıyor. Kanuni Sultan Süleyman bir ferman yayınlayarak, "İstanbul’un suyu kirleniyor, fazla kullanıma yol açıyor" gerekçesiyle, Edirne’den gelenleri geri gönderiyor. Günümüze bakıldığında, bu duyarlılığa hayranlık duymamak mümkün değil.
İç hukuk yolları tükendikten sonra, ben de AİHM’ye gidiyorum, su hakkım için. Çünkü, Türkiye elindeki suyun sadece yüzde 34’ünü kullanabiliyor. Su yoksulu bir ülke olduğu halde, elindeki suyu kullanmaktan aciz. Ortada bir su krizi var ve bu kriz yönetilemiyor. Yönetilemediği için su hakkım elimden alınıyor. Onun için AİHM’ye gidiyorum.