Yalçın Doğan

Son CHP: Ayçiçeği ve güneş

24 Nisan 2008
PARTİYE 43 bin acele üye kaydı var. Mahkeme bunun 10 bin 394’ünü iptal ediyor. Davası biten 10.394. Geride kalan 33 bin üye kaydının mahkemesi sürüyor. Üyeliği iptal edilen 10.394 üye içinde 100 tanesi kurultay delegesi.

CHP’de kurultay süreci 14 Ekim 2007’de başlıyor. O süreçle birlikte, tüzükte yer alan bir madde, genel başkana istisnai üye yazma hakkı tanıyor. Buna dayanarak, son beş ayda partiye 43 bin üye kaydediliyor. İptal edilen 10 bin küsur üyelik, işte bu 43 binin ilk parçası.

Eğer üyelik iptal ediliyorsa, iptal edilen üyeler arasında kurultay delegesi varsa, bu kurultay hukuken geçerli mi?

Kurultay başlamadan kurultayın üzerine hukuk gölgesi düşüyor. Hukuk mu? Söz konusu CHP, hangi hukuk?

MUTLAKA BEKLENTİ

Genel başkan adayı olmak için, en azından 253 delegenin başkanlık divanı önüne gelip imza vermesi gerekiyor.

Kesinleşen son rakama göre, kurultayda 1231 delege var. 1231 içinde 253 babayiğit çıkacak ve Baykal dışındaki diğer adaylardan birini önerecek, imza verecek.

Aralarında benim de bulunduğum birkaç gazeteci ile önceki akşam buluşan genel başkan adayı Haluk Koç kendinden emin, "ben yeterli imzaları buldum" diyor.

Halktan kopuk, kendi içine kapanmış, ne sosyali, ne demokrasisi kalmış sosyal demokrat CHP hep seçim kaybediyor. Artık iktidar iddiası da yok. Türkiye’nin yarısında hiç yok. Olduğu yerlerde geriden geliyor.

Böyle bir partide, politbüro yani, genel merkez hala orada oturabiliyor. Çünkü, delege hala bu politbürodan ve genel başkanından yana.

Ayçiçeği-güneş ilişkisi, havuç-sopa ilişkisi.

Ayçiçeği güneşe baktıkça açıyor. CHP delegesi genel merkeze baktıkça açmayı bekliyor. Ama, şu belediye meclis üyeliği, ama il ya da ilçe binasının kirası, ama sade CHP ilçe ya da il başkanlığı. Sonuçta, mutlaka bir statü, mutlaka bir beklenti.

"Bana oy verirsen şunlar olur, vermezsen, haydi yoluna" gibi havuç göstermeye kanmak.

Dolayısıyla, asıl sorun genel merkezde, politbüroda değil, sorun delegede. Genel merkeze karşı olursam, ben ne olurum kaygısına düşen delegede.

Oysa, kendisini aşıp, bu kaygıyı kırarak partide değişimi sağlasa, Türkiye’nin önü açılacak. İktidar şansını yakalayacak.

HALUK KOÇ MARATONDA

Genel başkan adayı Haluk Koç 66 ili dolaşıyor. Genel seçim gibi. Yüzlerce delege, binlerce parti üyesi ile konuşuyor. CHP’nin parti olarak gidemediği yerlere Haluk Koç gidiyor. Koç:

"Taban artık değişim istiyor. İktidar özlemi içinde. Partinin bugünkü yönetimiyle CHP’nin iktidar olamayacağını artık görüyor."

Haluk Koç maraton koşuyor. Kurultayda kazansa da kaybetse de, yürüyüşünün devamı var. Kazanırsa:

1- Liderlik anlayışı değişecek. Halktan kopukluk sona erecek. Güven ve inanç aşılayan liderlik süreci başlayacak.

2- Tüzük kurultayı toplanacak. Tüzük değişecek. Parti içi demokrasi ve parti üyeliği hukuk teminatı altına alınacak.

3- İktidara gelmeyi hedef alarak, sosyal demokrat niteliklere dönülecek. Demokrasi, laiklik ve Cumhuriyetin temel değerlerinin korunmasına devam edilecek.

Hayır, kaybederse, Haluk Koç maratonu sürdürmekte kararlı.
Yazının Devamını Oku

Haşim Kılıç bulut topluyor

23 Nisan 2008
O arabaya binmeyeceksiniz. O yemeğe katılmayacaksınız. O düğüne gitmeyeceksiniz. O daveti iptal edeceksiniz.<br><br>Eğer ülkenin kaderini çizecek karar organında görevliyseniz. O organın başında iseniz. Ve gözler vereceğiniz kararda ise. Araba, davet, yemek, bunlar söz gelişi örnekler.

Bir süredir herkes gibi, ben de Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ı izliyorum. Her davranışı ister istemez, haber değerinde. Çünkü, önünde iki partinin kapatma davası var. Ayrıca, türbanla ilgili anayasa değişikliği.

Bir normal zamanda Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerinin ne yaptığı ile kimse ilgilenmiyor. Kime ne? Ama, şu sıralarda onlar kapsama alanı içinde. O zaman, onların her zamandan daha fazla dikkatli davranmaları gerek.

İÇİM BURKULDU

Geçenlerde Çankaya’da verilen bir davette Haşim Kılıç var, içim burkuluyor.

Protokol olarak Çankaya’da davete katılması normal. Ama, gün o gün değil, her türlü gölgeden uzak durmak gerek. Davetine katıldığı Cumhurbaşkanının siyasi kaderi, Kılıç’ın elinde.

Yetmiyor, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ı kızının düğününe davet ediyor. Normal zamanda, davet çok normal. Ama, şimdi değil. Gül ve Erdoğan düğüne katılmıyor, doğru davranıyor.

Oysa, asıl doğru davranışları Kılıç’tan beklemek gerek.

Son ayak sürçme, bir panel. İki gün sonra Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü. Kılıç yıldönümünde "Yeni Anayasa Arayışları ve Yargının Konumu" başlıklı bir panel düzenliyor. Panelin oturumlarından biri "Parlamento ve Yargı Organı İlişkileri".

AKP VAR, DTP YOK

Oturuma Meclisteki partilerin temsilcilerini çağırıyor.

Hayır, DTP hariç, diğer parti temsilcilerini çağırıyor. Kılıç’ın ayağı bu çağrı ile üç kez sürçüyor.

1-DTP ile ilgili kapatma davası var. Dava onun önünde. Onun için çağırmıyor, diyelim. Güzel, yerinde. Ama, kapatma davası bulunan AKP’yi neden çağırıyor? AKP’yi çağırıyorsa, DTP’yi neden çağırmıyor? Partiler arasında fark gözetmek, ne zamandan beri Anayasa Mahkemesinin görevi?

2-Ben hukukçu değilim, hukukta buna ihsas-ı rey deniyor. Oyunu önceden belli etmek anlamında. Birini çağırmak, ötekini dışlamakla AKP ve DTP’ye karşı farklı tutum sergilemiş olmuyor mu?

3-Farklı tutum, AKP ve DTP kararlarında lehte ya da aleyhte vereceği oyu şimdiden gölgelemiyor mu?

Farklılığın farkına varan CHP ve MHP o oturuma katılmayacağını bildiriyor. Kılıç da, oturumu iptal zorunda kalıyor.

"Paneli iptal edilmek zorunda bırakılan bir Anayasa Mahkemesi", bu durum hoş değil. Kılıç, bugünlerde üzerine gelebilecek bulutları mümkün olduğu kadar dağıtmalı.

Oysa, o toplamakla meşgul.

Kiev’de yalnız bir bakan

GEÇEN
hafta sonu Ukrayna’nın başkenti Kiev. Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantısı.

Bu birliğe on bir ülke üye. Üye ülkelerin Dışişleri Bakanları belli bir takvim çerçevesinde toplanıyor. Geçen haftaki toplantı bunlardan biri. Toplantıya ev sahibi Ukraynalı bakan dışında, tek bir bakan katılıyor. Ali Babacan. Ukraynalı da, zaten ev sahibi olduğu için orada.

Diğerleri yok. Ali Babacan bir saat kalıyor, sonra çaresiz ayrılıyor. Çünkü, kendisi bakan ve siyasi kimliği var, diğer ülkelerden gelenler bürokrat. Zor bir durum.

Dışişlerinde bunlar ince işler. Ayar bir kez kaçınca, nerede dikiş tutacağı belli olmuyor. Dikkat, özen, saygınlık hep bu çerçevede.
Yazının Devamını Oku

Arş yiğitler Japon çıkarmasına

22 Nisan 2008
GEMİNİN üzerinde yüz yirmi yıl önceki aslına uygun, Ertuğrul yazacak. Ama gemi, daha doğrusu büyük bir transatlantik bulunamıyor. Abdullah Gül’ün Japonya seyahati. Akıllara durgunluk veren bir proje. Üç gün önce, "Japonya’ya gidiyoruz" diye açıkladığı gezinin bir hazırlık öyküsü var ki, siz deyin Aziz Nesin’in ruhu şad olsun, ben diyeyim, Adnan Veli’nin skeçleri size derman olsun.

Haziran başında Abdullah Gül’ün büyük bir işadamı grubu eşliğinde Japonya’ya gitmesi öngörülüyor. Ekibe bakınca, gezi ötesi. Tam çıkarma.

İlk hesapta, bin dolayında işadamı. Neden bu kadar çok? Dillere destan olsun, dünyaya şan olsun. Japonlar şöyle bir şaşırsın.

Neden Japonya? Şarkılardaki gibi, para, para, para. Türkiye’ye Japon sermayesi çekmek.

GEMİ PAHALI


Madem ki, Japon sermayesi çekeceksin, o halde çok iyi resim vermelisin.

Etkileyici resim için, ilk soru, Japonya’ya nasıl gidilecek? Uzun araştırmalar sonucu, parlak fikir nihayet akla geliyor.

Çok büyük bir gemiyle gidelim, transatlantik kiralayalım, üzerine Ertuğrul yazalım.

Ertuğrul
ismiyle Japonları sarsmak. Yüz yirmi yıl önce, 1890’da Osmanlı’nın Ertuğrul firkateyni (savaş gemisi) Japonya’ya gidiyor. Okyanusun o kıyılarında Osmanlı sancağını gösterecek. Japonlar Ertuğrul üzerinden Osmanlı dostluğundan çok etkileniyor. Şimdi, aynı etkiyi yaratmak fikri.

1890’da ne yazık ki, Ertuğrul dönüşte Oşima Adası kayalıklarına çarparak batıyor. Tarihimize Ertuğrul Faciası olarak geçen kaza.

Dışişleri kolları sıvıyor, kiralamak üzere gemi arıyor. Hevesler kursakta kalıyor, 9-10 milyon dolardan aşağı öyle kiralık gemi yok.

Dükkan senin, helal olsun Abdullah Bey’e, ama çok para. Çaresiz, gemi kiralamaktan vazgeçiliyor. Tüh, oysa ne proje ama. Üstelik gemide saz, caz.

Önemli ayrıntı. Gemide Gül olmayacak, Gül uçakla gidecek. Tuh, oysa tam kalipso, o gemide sen de olsaydın, açık denizlere yol alsaydın.

THY’DE TELAŞ

Gemi pahalı, gemi yok, onca işadamı nasıl gidecek Japonya’ya? Yüzerek olmaz, Japonlara ayıp olur, o zaman uçakla.

Yaklaşık dört uçak kiralamak gerek, şöyle en büyüklerinden Airbus.

Şimdi de, THY su koyuveriyor. "Benim o kadar süre kiralayacak o kadar uçağım yok" diye.

Dışişlerini bir düşünce alıyor, almasın da ne olsun?

Ya kardeşim, aziz Cumhurbaşkanımız büyük bir heyetle Japonya’ya gitmek istiyor, siz ne gemi bulabiliyorsunuz, ne uçak.

Oysa, AKP işbaşına geldiğinden bu yana, siz dış politika üretmek yerine otel ve uçak rezervasyonları yapan seyahat acentelerine taş çıkartmıyor musunuz? Yok, olmuyor böyle, olmuyor.

Açarsınız Tayyip Erdoğan’a, anlatırsınız derdinizi, örtülü ödenekten şu kadar para, mesele çözülür. Tayyip Erdoğan, Gül’ün gezisi için o parayı verir mi, emin değilim. Orasına karışmam, o da sizin işiniz.

YOK SUYA DÜŞMEZ

Bir Japonya gezisi, şu kadar insanın başına büyük dertler açıyor.

Atalarımız ne demiş, büyük başın derdi, büyük olur, demiş. Eh, işte bu da tıpkı öyle.

Gezinin ucunda para var. Ölmek var, geziden dönmek yok. Nisan ayların en zalimi. Haziranda ölmek zor.

Arş yiğitler, Japon çıkarmasına.
Yazının Devamını Oku

Gazeteci Ku Ying Pu İki arada bir derede

20 Nisan 2008
Atletler mavi-yeşil bant takıyor. "İnsan hakları için spor" etiketiyle. Yüzücüler safran rengi mayo giyiyor, Tibetli rahiplere armağan olarak. 140 ülkeden gelen, çeşitli dallarda yarışan sporcular beyaz şala bürünüyor, Dalay Lama’ya selamın simgesi olarak. Ağustosta başlayacak 2008 Pekin Olimpiyatları daha şimdiden bu ve benzeri gösterilere gebe. Pekin daha şimdiden 1980 Moskova ve 1984 Los Angeles olimpiyatlarındaki politik tavırların, soğuk savaşın rekorunu kırmak üzere.

Geleneksel olarak dünyayı dolaşan Olimpiyat meşalesi, gittiği her yerde Tibetlilerin protestosuyla karşılaşıyor. Tibet, Çin’in özerk bölgesi. Belli dönemlerde bağımsızlık için ayaklanan Tibetliler, Çin’in insan haklarını ihlal ettiğini öne sürüyor. Çin ise, Tibetlilerin ayrılık talep edeceği kaygısıyla, bu etnik ayaklanmaları zaman zaman silahla bastırıyor.

Pekin Olimpiyatları Tibetliler için bulunmaz bir propaganda aracı. Her yerde meşaleyi söndürmeye ve parçalamaya çalışıyorlar. Söndürmek istedikleri olimpiyat meşalesi, sanki onlara ışık tutuyor.

ŞİMDİ TİBET YA SONRA

Tibetlilerin tepkisi artık dünya politik arenasında. Batılılar arasında, "Pekin’e gitmeyeceğim" diyen lider sayısı her geçen gün artıyor. Hatta, Moskova ve Los Angeles misali, "Pekin’i boykot" lafları duyuluyor. Çin’in diplomatik protestoları etkisiz kalıyor.

Karşılıklı müthiş bir kampanya. Batılılar Tibet’e sempatiyle bakıyor ve Pekin yönetimini "baskıcı" davranmakla suçluyor. Buna karşılık Çin, Batı’nın Tibet’i "kışkırttığı" iddiasında. Çin basınında, Tibet’i destekleyen Batılılar için "Fransız domuzları, Tibet köpekleri" gibi başlıklı yazılar okumak mümkün.

Çin’de 55 ayrı etnik grup var. 55 etnik grup ülkenin yüzde 80’ine yayılmış durumda. O nedenle, Pekin yönetiminin işi zor. Şimdi Tibet ya sonra?

Olimpiyatları bile tehlikeye atabilecek bu karmaşa içinde, talihsiz biri var. Ku Ying Pu. Ateşten gömlek şimdi onun sırtında. Hem kara kara düşünüyor, hem çılgın gibi, dünyayı dört dönüyor. Olimpiyat meşalesiyle birlikte.

Ku Ying Pu Pekin’de İngilizce yayınlanan China Daily gazetesinin genel yönetmenliğine vekalet ediyor. Yetenekli, ama sadece vekalet ediyor. Çünkü, siyasal duruşu Çin yönetimiyle bağdaşmıyor. "Çin’de özgür ve bağımsız basını" savunanlar arasında. Ülkeyi yönetenlerin basından elini çekmelerini istiyor. Bu mücadelenin saflarında o da yer alıyor. Üstelik, ön sırada.

Pekin yönetimi ne yapıyor? Ku Ying Pu’ya müthiş bir görev veriyor.

Her yerde söndürülmeye çalışılan Olimpiyat meşalesini ayakta tutmak görevi. Protestolara karşı, basın bildirisi hazırlamak, halkla ilişkiler kurmak, Batı basınına Çin’in derdini anlatmak görevi.

Ku Ying Pu’nun ağzından sık sık, "Batı, ektiği bu kin tohumlarını nasıl biçecek, merak ediyorum" cümlesi duyuluyor. Kendi ülkesinde yönetimle mücadele ediyor, dünyada aynı yönetimin arkasında duruyor.

Çin yönetimi açısından, akıllı bir seçim. Ülkesindeki rejimi eleştiren bir gazeteci, Olimpiyat meşalesine gösterilen tepkilere karşı çıkıyor. Bundan daha inandırıcı ne olabilir?

Ku Ying Pu açısından ise dramatik. Kendi ülkesinde, yönetimle karşı karşıya. Olimpiyat meşalesiyle tur atarken, kendi ülkesinin arkasında. O iş ayrı, bu iş ayrı, demek mümkün.

Bu onun dramı. Tam münazara konusu.
Yazının Devamını Oku

Pinus Halepensis can veriyor

19 Nisan 2008
ÇOK nadide. Özel bir çam türü. Türkiye’de sadece Pina Yarımadası’nda var. Yarımada o nedenle koruma altında. Yarımada ismini bu özel çam türünden alıyor, Latince Pinus Halepensis ya da Halep Çamı.

Koruma altındaki Pina Yarımadası Bodrum, Güvercinlik Koyu doğusunda. Koruma altındaki Pina Yarımadası’nda iki yıl önce yangın çıkıyor.

Koruma altındaki Pina Yarımadası kıyısında MNG (Mehmet Nazif Günal) şimdi otel yaptırıyor.

ANAYASA NE DER

Ormanlık alanlarda yangın çıktığında, bunun kuralı var. Anayasa madde 169:

"Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devredilemez. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir eyleme izin verilemez."

Pina Yarımadası’nda yanan ormanların yerine yenisi yetiştiriliyor mu? Anayasa’nın bu kuralı yerine getiriliyor mu?

Ayrıca, koruma altındaki bir yerde inşaat izni nasıl veriliyor? Bu izni kim veriyor? Hangi yetkiyle?

KIYI DOLDURMA

İnşaat izni yetmiyor, MNG şimdi aynı yarımadada denizi dolduruyor. Adam donuna doldurmuyor, denizi dolduruyor. Doldurmayla birlikte ortaya bazı sorular çıkıyor:

1- Denizi doldurmak için Kıyı Yasası’ndan geçmek gerek. Kıyılar kamuya açık alan olduğu için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

2- Denizi doldurmak için Çevre Yasası’ndan geçmek gerek. Çevreye zararı önlemek için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

3- Denizi doldurmak için Su Ürünleri Yasası’ndan geçmek gerek. Balıkların büyüme ve yumurtlama alanını korumak için. Doldurma bu yasaya uygun mu?

4- Bu yasalardan geçmek için, Çevre Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı izni gerek. Doldurmaya bu bakanlıkların izni var mı?

Varsa, bu yasalara rağmen, izin hangi yetkiyle veriliyor? Yoksa, MNG kıyıyı nasıl doldurabiliyor?

Doldurduğu için para cezası ödüyor. Ödenen para devede kulak. Çok kolay, ver parayı, doldur kıyıyı. İzin olsa da olur, olmasa da. Ne de olsa, burası Türkiye.

TÜY DİKEN PLAKET

Pinus Halepensis ağır yara alıyor. Kimin umurunda?

Koruma altındaki yarımada da cinayet. Kimin umurunda? Tarihi miras, doğal zenginlik nutuklarda süsten ibaret.

Yetmiyor, Milas Kaymakamı MNG’ye turizme katkı plaketi veriyor. "Aferin sen iyi dolduruyorsun" plaketi. Adam iyi dolduruyorsa, plaket almasın mı?

Devlet devlet ise, hükümet iktidar ise, buraya müfettiş göndermek zorunda. İnşaat izninden başlayarak doldurma iznine ve plakete kadar uzanan soruşturma için.

Meclis ilgili bakanlardan hesap sormak zorunda.

Doktorların görev günü

"ORASI da benim olsun, burası da benim olsun" tezinden şaşmayan AKP’nin bugünkü durağı İstanbul Tabip Odası.

Otuz bin üyeli İstanbul Tabip Odasının bugün ve yarın genel kurulu toplanıyor. Yeni dönem yöneticileri seçmek üzere. Bu seçimler yıllardır yapılıyor, ancak AKP ile birlikte, seçimin rengi değişiyor.

AKP şimdi İstanbul Tabip Odası’nı ele geçirmeye uğraşıyor. Türk-İş gibi, Futbol Federasyonu gibi. Ele geçirmek için, o kesimin doktorları bir ekip kuruyor, iktidar güdümlü bir listeyle seçimlere katılma kararı alıyor.

Ayrıca, milliyetçi bir gurup daha var. Yönetime onlar da talip.

Bunlara karşılık Demokratik Katılım Grubu var. Çağdaş, ilerici, demokrat hekimlerin oluşturduğu ve bugün yönetimde bulunan ekip. Yine güçlü, yine kazanmaya en yakın olan Demokratik Katılım Grubu.

Otuz bin doktor bugün sınavda, otuz bin doktor bugün görev başında.
Yazının Devamını Oku

Şaşkın muhalefetle tüzük kurtuldu

18 Nisan 2008
DAVA yanlış yerde açılıyor. Zaman doğru, yer yanlış.<br><br>CHP tüzüğünün iptali için, CHP içindeki muhalefetin açtığı davayı yargıç dün reddediyor. Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi görevsizlik kararı veriyor. Bunun pratik anlamı, CHP tüzüğü geçerli ve yerinde. Davayı açanlar kararı Yargıtay’a götürme hazırlığında.

CHP Yönetimi derin bir nefes alıyor. Kurultay öncesinde, tüzük iptali gibi, çok büyük bir dertten kurtulmuş oluyor.

BU BEŞİNCİ DAVA

Dün reddedilen son dava, farklı kişilerin tüzük iptali için açtığı beşinci dava. Hepsi de, mahkemeden geri dönüyor.

CHP tüzüğünün parti içi demokrasiyi yerle bir ettiğini görmek için, hukukçu olmaya gerek yok. İlçe ve illerden başlayarak, genel başkanlık yarışına kadar, her türlü siyasal rekabeti genel merkez başta, yönetenlerin emrine verdiği ortada.

Buna rağmen, mahkemeden bu beşinci dönüş.

BAŞKA YERDE AÇMAK

İlginç olan dönüşün öyküsü. Dönüş, çünkü dava yanlış yerde açılıyor.

Siyasal Partiler Yasası’na göre, davayı asliye hukuk mahkemesinde açmak yanlış. Tüzük iptal istemiyle, Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmak gerek.

Orada hukuki süreç şöyle:

Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet ediliyor. Başsavcılık şikayeti yerinde görür, tüzüğü antidemokratik ve Siyasal Partiler Yasası’na aykırı görürse, "tüzüğü değiştirmesi" için CHP’yi uyarıyor, ihtar ediyor.

Hálá değiştirmiyorsa, Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açıyor.

İÇ MUHALEFET

CHP yönetimi belli. Sürekli seçim kaybeden bir genel başkan, çevresinde sorumluluğu sürekli başkalarına atan bir politbüro.

Şimdi parti içi muhalefete bakın. Daha nerede, nasıl dava açacağını bilmiyor. Oysa, dava doğru biçimde açılsa, belki tüzük çoktan değişebilir.

Tencere ve kapak. Öyle genel merkeze, böyle muhalefet.

AKP, CHP’den, CHP kendi iç muhalefetinden memnun. Canları sağ olsun.

Strasbourg’da sıra Anayasa Mahkemesi’nde

ANAYASA Mahkemesi Başkanı ile bazı üyeleri önümüzdeki günlerde Strasbourg’a gidiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile görüşmek üzere.

Günümüzün gözde mekanı Strasbourg. Orada Avrupa Konseyi var, orada AİHM var. Strasbourg, Türkiye’nin ya da Türkiye’de herhangi bir kurumun başı sıkıştığında, "yandım Allah" diye koşa koşa gittiği yer.

Sonuncu koşu bir skandal. Skandal Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı De Puig’in açıklamasıyla ortaya çıkıyor. De Puig, "AKP’ye açılan kapatma davasına karşı çıkan bildiri için, talepte bulunuldu" diyor.

Talepte bulunan kim? Strasbourg’da bulunan CHP ve MHP milletvekilleri "biz başkanla görüşmedik" diyor. Başkanla iki kez baş başa görüştüğünü söyleyen AKP milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu ise, "ben böyle bir talepte bulunmadım" diye ısrar ediyor. Demek, talep gökten zembille iniyor. Sırası geldiğinde, Avrupa’dan şikayet, sırası geldiğinde, "abi bana yardım et". Bu birinci perde.

İkinci perde, Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerinin AİHM ziyareti. Tam kapatma davası sırasında, kapatmaya karşı olduğu bilinen AİHM ile görüşmek doğru bir zamanlama mı? Bizimkilerin kapatmayla ilgili AİHM’den fikir soracaklarını sanmıyorum. Yine de, sorularla dolu bir ziyaret.

Avrupa Konseyi ve AİHM ile Türkiye ilişkilerinde, 12 Eylül’den başlayarak, tanık olduğum öyküler trajikomik.

"Bastır Avrupa Konseyi, bastır AİHM" naralarıyla dolu, inleyen nağmeler.
Yazının Devamını Oku

Savaşı göze alanlar değişti

17 Nisan 2008
GEMİLER pusuya yatmış, bekliyor. Akbabalar gibi, bizim kıyılarımızda tur üstüne tur atıyor. Filipinler, Mısır, Hindistan, Tayland ve Amerika’dan gelen gemiler. Marmara ve Akdeniz’de tur atarken, bekliyor. Buğday, pirinç, fasulye, nohut, mercimek yüklü gemiler.

Yüklerini Türkiye’nin limanlarına boşaltmak için bu ürünlerde fiyatların daha da artmasını bekliyor.

1- Global ısınma ve kuraklık, 2- Hindistan ve Çin’de gıda tüketiminin artması, 3- Doların düşmesi, petrol fiyatının artması bir araya geliyor. Dünya, gıda kıtlığı tehlikesiyle karşı karşıya geliyor.

20 YIL ÖNCE

Ama, bu yeni değil.

Elimde Birleşmiş Milletler’in yirmi yıl öncesine ilişkin raporu var. World Resources 1988-89, (Dünya Kaynakları, 1988-89) başlıklı rapor, bugün ortaya çıkan tehlikeye, daha yirmi yıl önce işaret ediyor:

"Dünya ciddi bir açlık tehlikesine doğru hızla yol alıyor, çünkü gıda ürünleri dağılımı adil değil. Dağılım adil olsa, gıda üretimi, dünyadaki değil altı milyar, hatta yedi milyar insana bile yetebilir". (Anılan rapor, s.51).

400 sayfalık raporun her sayfasında, kaynak dağılımının her alanda (enerji, su, sağlık, vs.) adil olmadığı yazılı.

Bu satırların Türkçe’si var. Sömürü, gelişmiş ülkelerin sömürüsü.

Aynı rapor geçen yıl yenileniyor. Elimde Birleşmiş Milletler’in 2007 raporu var. Yazılanlar aynı, kaynak dağılımı eşitlik bir yana, daha kötü. Bir milyar insan açlık sınırında. (Anılan rapor, s.83)

Varolan sömürü, Birleşmiş Milletler’e göre, daha da artıyor. Açlık artık o hale geliyor ki, Dünya Bankası ile Birleşmiş Milletler feryat etmeye başlıyor. Çünkü savaş, çünkü göç. Ucunun sömürenlere dayanacağı artık belli.

PİRİNÇ VE BUĞDAY

Açlık nedeniyle, son tango buğday ve pirinçle başlıyor. Çünkü, açlık sınırında yaşayanlar ve yetersiz beslenenler en çok buğday ve pirinç tüketiyor.

Kuraklık, petrol fiyatındaki artış ile iki dev ülkedeki gıda tüketiminin artması, dünyadaki buğday ve pirinç üreten ülkeleri spekülasyona yöneltiyor. Pirinç fiyatı dünyada ton başına 460 dolardan 650 dolara, buğdayda 250 dolardan 630 dolara fırlıyor.

Aç kalanlar şimdi daha aç. Pek çok Afrika ülkesi ile bazı Asya ülkeleri. Uzun süredir var olan huzursuzluk şimdi daha yoğun.

Su ve buğday ile pirinç, ilk kez petrolden daha fazla önemli. Ve bir fark var. Eskiden petrol için gelişmiş ülkeler savaşı göze alıyor, şimdi azgelişmişler su ve ekmek için savaşı göze alır halde.

Mehdi Eker’in itirafı

TARIM Bakanı Mehdi Eker haklı, "pirinçte spekülasyon yapılıyor" diyor. Doğru, yapılıyor. Bu aynı zamanda bir itiraf.

Pirinçte üreticinin eline kilo başına sadece 60 kuruş geçiyor. 60 kuruşluk pirinç, toptancıda iki YTL. Perakende satış fiyatı ise, beş YTL. Bilinen aracılar zincirinde değişiklik yok.

O zincirin son mahkûmu Mehdi Eker, zinciri kıramıyor. İlk fiyat ile son fiyat arasında sekiz buçuk katlık fark, o zincirin kanıtı.

Madem pirinçte spekülasyon var, Tarım Bakanı’nın görevi ne? Spekülasyonu önlemek için elindeki araçları kullanmak. Bunları kullanamıyor, spekülasyon doğuyor. Mehdi Eker, spekülasyon var, derken aslında kendi beceriksizliğini itiraf ediyor.

Bakanlık dünyadaki gelişmeleri gerektiği gibi izlemiş olsa, zamanında ithalat yapsa, zamanında üreticiyle bağlantıya geçmiş olsa, kuraklığa rağmen, hálá çeşitli tarım ürünleri yetiştiren Türkiye’de sıkıntı doğması zorlaşır.

Buğday, nohut, fasulye, mercimek varken, pirinç aslında bizde temel gıda maddesi değil. Buna rağmen, dünyadaki pirinç sorunu bize de yansıyor. Kötü yönetiminin son halkası.
Yazının Devamını Oku

Yarın için CHP’de nefesler tutuldu

16 Nisan 2008
YARINKİ mahkeme kararını yüreği ağzında bekliyor. Baykal ve CHP Yönetimi.<br><br>Yarın Ankara Asliye 8. Hukuk Mahkemesi’nin CHP Tüzüğü ile ilgili bir karara varması bekleniyor. "Bu tüzük Siyasal Partiler Yasasına aykırıdır" ya da "burada mesele yok, tüzük yasaya uygundur". İkisinden biri. Ya da, kararın ertelenme olasılığı.

Ekim 2003’te CHP parti tüzüğünü değiştiriyor. Buna göre:

İl ve ilçe kongrelerinde başkanlığa, kurultayda da genel başkanlığa aday olabilmek için, kongrelerin ve kurultayın üye tam sayısının en az yüzde yirmisinin önerisi gerekiyor.

Öneri genel başkanlık için daha kapsamlı. Genel başkan adaylığı için öneriyi delegelerin kurultay başkanlık divanı önünde tek tek imzalaması zorunlu kılınıyor.

SORUN GİZLİ OY

Tüzük değişikliği kurultayda iki kez oylanıyor. İlk oylamanın sonucu belli olmadan, ad okunarak ikinci oylamaya geçiliyor ve tüzük kabul ediliyor.

Değişiklik çeşitli çevrelerde, parti içi demokrasiye aykırı, olarak niteleniyor. Orada kalmıyor, tüzük iptali için iki dava açılıyor.

Biri Ankara Asliye 8. Hukuk, öteki Ankara Asliye 22. Hukuk Mahkemesi. Davalardan birini CHP İstanbul milletvekili Ali Topuz açıyor.

Geçen oturumda CHP’nin avukatları, mahkemenin yetkisizlik kararı vermesini istiyor. Ancak, yargıç iki başvuruyu birleştiriyor ve iptal istemini esastan incelemeye alıyor. "Gizli oy ihlali var mı, yok mu" gerekçesiyle.

TOPUZ’UN İTİRAZI

Ali Topuz
mahkemeye sunduğu dilekçede il, ilçe ve genel başkan adaylarının bu tüzükle kendilerini tanıtma, programlarını açıklama hakkını kullanamadıklarını ileri sürerek can alıcı noktaya geliyor:

"Başkanlık Divanı gözetiminde imzalar alınırken, hangi delegenin, hangi adayı desteklediği herkes tarafından görülmektedir. Bu durum imza verir ve oy kullanırken, delegelere baskı yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Gizli oy kuralı ihlal edilmekte, yönetimi elinde tutanlar delege üzerinde sürekli denetleme ve yönlendirme yapabilmektedir. Bunun parti içi demokrasiyle bağdaşır yanı yoktur."

Mahkemenin yarın karar vermesi bekleniyor.

CHP Kurultayı gelecek hafta sonunda. Eğer, mahkeme tüzükteki bu maddeyi parti içi demokrasiye ve gizli oy kuralına uygun görürse, mesele yok.

Baykal ve CHP Politbüro yeniden derin bir nefes alabilir.

Yok, eğer iptal ederse, kurultayda genel başkanlık seçimi için yeni bir sahne kurulabilir. Çanlar kimin için çalar, hiç belli olmayabilir.

Ramses, Erdoğan ve Ali Bayramoğlu

MÜSTAKİL Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) eski başkanı Ali Bayramoğlu şimdi AKP milletvekili.

Arkadaşım Saygı Öztürk geçenlerde önemli bir habere imza atıyor.

Bayramoğlu’nun gümrüksüz çay ithal ettiği ve bunu piyasaya yasa dışı sürdüğü iddiası ile hakkında soruşturma açıldığını bildiriyor.

Bayramoğlu ve avukatları soruşturmayı iftira olarak niteliyor. Başbakan Erdoğan da, durumu incelemek üzere, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu görevlendiriyor.

Milattan 300 yıl önce Mısır Firavunu Ramses’in sadrazamı hakkında yolsuzluk iddiasıyla soruşturma açılıyor.

Sadrazam Ramses için çok önemli, üstelik onu canı kadar seviyor. Görmek için yanıp tutuştuğu halde, "yargıyı etkilerim" düşüncesiyle, soruşturma sürerken, Ramses sadrazamı asla görmüyor. Uykuları kaçıyor, yine de görmüyor. Ancak, soruşturma sonrasında, sadrazamı ilk ziyaret eden yine Ramses.

Tayyip Erdoğan Katar’a resmi ziyarette bulunuyor.

Erdoğan’a Katar’da eşlik eden milletvekilleri arasında kim var? Hakkında soruşturma yürütülen Ali Bayramoğlu.

Bayramoğlu suçlu mu, değil mi, elbette bilmiyorum.

Yanlış anlaşılmasın, Ramses ile Erdoğan’ı karşılaştırmak aklımdan bile geçmiyor.

Nerede o lüks, o şans nerede? Sadece Milattan önce 300’de Mısır’da ve Milattan sonra 2008’de Türkiye’deki zihniyeti sergiliyorum.

Ramses, kararı etkilerim, kaygısıyla sadrazamını görmüyor. Erdoğan, o milletvekilini kanatlarının altında Katar’a götürüyor.

İbretle izliyorum.
Yazının Devamını Oku