Yalçın Doğan

Avrupa’da parti kapatma dersi

22 Mayıs 2008
REKORU bu sefer sürpriz biçimde kaçırıyoruz. Göz göre göre başkasına kaptırıyoruz. Gerçi, sıralamada ikinciyiz, ama olsun rekor başkasına ait. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Rusya’dan yirmi üç bin başvuru var, Türkiye on bin başvuru ile Avrupa’da ikinci sırada.

Bunun Türkçesi şu. Türkiye’de devletle mahkemelik olan ve fakat hakkını elde edemediğine inanan, sonuçta bunu AİHM’e taşıyan bunca insan var. On bin dosya. Devletle anlaşmazlık dosyaları.

Avrupa’da, Rusya’dan sonra ikinciyiz. Bu normal değil.

Hakkının çiğnendiğine inananlar, iç hukuk yolları tükendiğinde, soluğu AİHM’de alıyor.

Bu kadar çok dosya, AİHM için bir sorun.

OLAĞAN ZİYARET

Geçenlerde Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve dört üye AİHM’i ziyaret ediyor.

Ziyaret AKP kapatma davası öncesine denk düşüyor, ancak bu ziyaretler olağan.

Önceki Anayasa Mahkemesi başkanları da, örneğin Mustafa Bumin ve Tülay Tuğcu da, Strasbourg’da AİHM Başkanı ve üyelerini ziyaret ediyor.

Başka ülkelerin anayasa mahkemesi ya da benzeri kurumları, yine benzer ziyaretlerde bulunuyor.

O açıdan, olağan dışı bir durum yok.

Son ziyaretteki olağan dışı durum, kapatma davası öncesine rastlamış olması.

KAPALI KAPILAR

Strasbourg’da kapatma davası ile ilgili olarak, Türk hukukçularının düzenlediği bir brifing var.

Bu brifingde AİHM’in kapatma davaları karşısındaki tutumunu anlatan farklı örnekler veriliyor.

Ama, brifingi veren bizim hukukçular. AKP davasının adı geçmiyor.

Yine de, kapatma kararını ele alacak mahkeme üyelerine kapatmayla ilgili Avrupa’daki zihniyet dersi.

Teorik bir ders.

Dikkat çeken ziyaret, bizim başkan ve üyelerin AİHM Başkanı ile yaklaşık birbuçuk saat başbaşa görüşmesi. Yarısı tercümeyle geçse, 45 dakika. Kapatma orada ele alınıyor mu, o kapalı kapılar ardında kalıyor.

BİREYSEL BAŞVURU

AKP yeni anayasa taslağı hazırlarken, Anayasa Mahkemesi taslağa konulması amacıyla, bir madde gönderiyor.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınması.

Bu AİHM’de biriken on bin dosyanın sayısını azaltan bir girişim. Gerçi, bu kez Anayasa Mahkemesi’nin işi çoğalıyor, ama AİHM de böyle bir düzenleme istiyor.

Ne var ki, AKP’nin hazırlattığı tasarıda, bireysel başvuru yine yok.

AİHM en çok bundan yakınıyor. Bizim başkan ve üyelere en çok bu yönde telkinde bulunuyor.

Kapatma meselesi derste kalıyor.

’Akreditasyonu ben yaparım’

BASIN Konseyi Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarına bir yazı gönderiyor.

"Çeşitli anlaşmazlıklarda, zaman zaman bazı medya guruplarına özel akreditasyon uygulanıyor ya da bazı gazete ve TV’ler akreditasyon dışı tutuluyor.

Oysa, Batıda böyle değil.

Size kimlerin akredite olabileceği ya da kimlerin akreditasyon dışına çıkartılacağına siz değil, bir başka kurum karar versin".

Çok yerinde, akreditasyon veren kurumu zaafa düşürmeyecek bir uygulama.

Ancak, Basın Konseyi’nin bu yazısına, yazı gönderilen hiç bir makamdan yanıt gelmiyor.

Bir haber nedeniyle, o haber yanlış olabilir, Genelkurmay Başkanlığı Vatan gazetesini akreditasyon dışına çıkartıyor.

Yanlış.

Kızgınlık ifadesi.

Basın Konseyi önerisi subjektif davranışları, bu yanlışları önlüyor.

Ama, "bu iş bana ait" mantığı devam ediyor.
Yazının Devamını Oku

Panayır adasında panayır

21 Mayıs 2008
HEPSİ yerinde. Henüz bir kıpırdama yok.Bin kez söz veriliyor. Bakanların nutukları, tok ses ve çatık kaş eşliğinde kararlı ifadeler ve de tebliğ, yönetmelik, vs. bilumum bürokratik emirnameler, nafile. Kalkacak, taşınacak denilen balık çiftlikleri hálá yerinde. Yerinde ama, bu kez garip bir hareket var.

Geçenlerde Tarım Bakanlığı’nda toplantı. Üniversitelerin su ürünleri hocaları, ayrıca balıkçılar, trolcüler, gırgır tekne sahipleri bu toplantıya katılıyor.

ŞİKAYET VAR

Toplantıda ele alınan konulardan biri, balık çiftlikleri.

Herkes balık çiftliklerinden şikayetçi.

Artık saklanamayan kirliliğe yol açtığı için.

Turizmi öldürdüğü için.

Kokuya yol açtığı için.

Köpek balıklarına davetiye çıkardığı için.

Yıllardır kangrene dönüşmüş balık çiftliklerine hiçbir iktidar müdahale edemiyor.

Oysa, şu tarihe kadar taşınacaklar, diye Resmi Gazete’de yönetmelik bile yayınlanıyor.

Geçen yıl mayısta.


Aradan bir yıl geçiyor.

Iııh, hepsi yerinde.

Tarım Bakanlığı’ndaki son toplantıda yeniden karar veriliyor, bunlar taşınacak, lafıyla karışık.

KÜÇÜKLERİN ALANI

Taşınacak mı, taşınmayacak mı, bilmek artık güç.

Ancak, bilinen bir şey var. Taşınırlarsa, nereye taşınacaklar?

Panayır Adası’na.

Panayır Adası, Didim açıklarında. Karar uygulanırsa, balık çiftlikleri açık denizdeki bu adaya taşınacak.

Ancak, karar adanın adı gibi, tam panayır vaziyeti.

Çünkü, Panayır Adası küçük balıkçıların avlanma alanı.

Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de, balık çiftliklerinin açık denizlere taşınması için yıllardır yer aranıyor, sonunda bula bula, küçük balıkçıların avlanma alanı seçiliyor. Pes.

Balık çiftlikleriyle küçük balıkçılara zıpkın atmak.

Küçüklerin önünü kesmek.

Doğrusu, tam isabet.

Panayır Adası küçük balıkçıların geçim kaynağı.

Asıl panayır, çiftlikleri Panayır Adası’na taşımak.

Patlatmış yumruğu

BİNGÖL Vali Yardımcısı Tolga Polat, Bingöl Karayolları Şube Şefi Mahfuz Koşan ile tartışıyor.

Tartışma uzayınca, vali yardımcısı şube şefinin gözüne yumruğu indiriyor.

Adamın kaşını patlatıyor.

Vali yardımcısı dediğin, boks da bilecek ki, devletin işleri kolayca halledilsin.

Gerisi daha vahim.

Bingöl Valisi İrfan Balkanlıoğlu hastanede tedavi gören şube şefini ziyaret ediyor.

Sorular üzerine, "Olayı büyütmeyin, devlet işlerinde bu tür şeyler olur" diyor.

Hep birlikte ve bir kez daha ve de yetkili bir ağızdan öğreniyoruz ki, tekme, tokat, yumruk devlet işlerinin yürümesi için olağan.

Yumruğu patlatacaksın ki, devlet işleri aksamasın.

Vali Bey bir yandan olayı kapatmak istiyor, öte yandan devlet işlerinin nasıl yürüdüğü konusunda bizleri veciz biçimde aydınlatıyor.

Doğru, bunda büyütülecek bir şey yok.

Alt tarafı, şiddet devletin işlerliğinde sıradan bir alışkanlık.

Tekme, tokat, cop, yerine göre işkence olmasa, zaten devlet olmaz.

Ayrıca, şiddetin hiyerarşisi var.

Sade vatandaşı polis dövüyor, şube şefine yumruk atmak vali yardımcısına kalıyor.

Kötü niyet yok, maksat devletin işi yürüsün.
Yazının Devamını Oku

Son kara delik

20 Mayıs 2008
KREDİ arıyor. Geçen yıldan beri canhıraş biçimde kredi arıyor. Zararını kredi ile karşılamaya çalışıyor.

Görünmeyen bir tehlike var. BOTAŞ’ın zararı.

Doğalgazın bizlere, halka zararına satışı. Bizim açımızdan iyi, genel ekonomik açıdan olumsuz.

BOTAŞ uzun süredir doğalgaz fiyatını frenliyor. Aslında, fren üçer aylık süreleri kapsıyor. Her üç ayda bir fiyat belirliyor.

Zaten BOTAŞ’ın zararı da, o üç aylarda netleşiyor.

Yazının Devamını Oku

Politikada insani çözüm yok sinemada her şey insana dair

18 Mayıs 2008
Parası olmadığı için otele gidemiyor, New York’ta deniz yatağında yatıyor. Ama, New York Tribeca Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alıyor. İktisat fakültesinde okuyor. Ama sonra güzel sanatlar fakültesini bitirerek, dördü kısa metrajlı on belgesel çekiyor, on ödül kazanıyor. İtalya, Şili, Mısır, İsrail, Belçika, Arjantin, Ankara ve Altın Portakal dahil.

Arkasında bir güç yok, onu destekleyen bir grup yok. Ama, çektiği filmler Arjantin’den Macaristan’a, Brezilya’dan Fransa’ya kadar 23 festivale katılıyor. Hepsi de davet üzerine.

Genç kuşağın en yetenekli yönetmenlerinden Hüseyin Karabey, Kürt kökenli. Geçenlerde kendisiyle uzun bir sohbet yapıyorum. "İnsan hakları belgeselleri yapıyorum. Politikada insani çözüm yok, oysa sanatta, sinemada her şey insana dair," diyor.

Son çektiği film, Gitmek. Tribeca Festivali’nde "Best New Narrative Film" ödülü kazanan filmi. Film, dış dünyada "My Marlon, My Brando" adıyla biliniyor. Nikos Kazancakis’in filme de çekilen, ünlü romanı "Zorba"dan alıntı.

ŞİMDİDEN ÜÇ ÖDÜL ALDI

Filmin senaryosu Türkiye’de Kültür Bakanlığı’ndan, ayrıca Hollanda ve ABD’de toplam üç ödül kazanıyor. Film Türkiye’de eylülde vizyona giriyor. Senaryo Cannes, Venedik ve Berlin festivallerinde anlatılıyor. Karabey: "Filmlerde olmadığım Türkiye’yi anlatmak istemiyorum. Yaşananları aktarmak istiyorum. Türkiye’de temsil sorunu var."

Tribeca, New York Manhattan’da bir semt. 11 Eylül saldırısı sonrasında, ABD’de yükselen ırkçılığa tepki olarak başlatılan festival, adını bu semtten alıyor. Tribeca Festivali’nin kurucuları arasında aktör Robert De Niro, yazar Salman Rüşdi ve festivalin direktörü Peter Scarlet var. 2002’de kurulan festival, her geçen gün sinema dünyasında saygınlık kazanıyor. Nedeni var. Amerikan Film Akademisi üyeleri, aynı zamanda Tribeca Festivali jürisinde üye. Tribeca’dan ödülle geçmek, Oscar’a yolculuk anlamında.

DE NIRO İLE SOHBET

Geçen hafta Peter Scarlet, Tribeca ödülünü kazanan Hüseyin Karabey ile filmin müziğini yapanlar arasında bulunan Erdal Güney’i New York’taki evinde verdiği partiye davet ediyor.

Davette Robert De Niro, eşi, Salman Rüşdi de var. De Niro, Karabey’i görür görmez, "Siz Kürtsünüz. Türkiye’de ve Irak’ta durum nasıl" diye soruyor. Aralarında sohbet koyulaşınca, "Beni Türkiye’de gerçekten bu kadar iyi tanıyorlar mı" sorusu, De Niro’nun memnuniyet ifadesi. Erdal Güney’in çaldığı bağlamayı görünce, "Bu aletten bu kadar çok ses çıkıyor" derken, şaşkınlığını dile getiriyor.

ABD Başkanlık seçiminde Barrack Obama’yı destekleyen Salman Rüşdi ise, partide daha sessiz. Salman Rüşdi aşk acısı çekiyor. Kendisinden otuz yaş küçük, aynı zamanda yazar olan, Hintli top model Padma Lakshmi’ye aşık. Ama, o evlilik bugünlerde sona eriyor. Yine de bir siyasi yorum yapıyor Rüşdi. "Bölgedeki gerici rejimler ve Amerikan müdahalesinden dolayı, Ortadoğu’ya barış geç gelir."

Partide, tanıdığımız diğer isim, İtalyan aktris Ornella Muti. O da, Fellini’nin bugüne kadar hiç bilinmeyen 37 dakikalık bir filmini keşfetmenin hazzını yaşıyor.

Asıl hazzı biz yaşıyoruz. Karabey’in Türkiye’ye getirdiği ödülle.

Ayça ile Hama’nın aşk öyküsü

Gitmek, gerçek bir öykü. Filmde baş rolü üstlenen Ayça Damgacı’nın gerçek aşk öyküsü. Gerçek hayattaki ve filmdeki adıyla yine Ayça, gerçek hayattaki ve yine filmdeki adıyla Hama Ali Khan’a aşık oluyor. Ayça Türk, Hama Iraklı Kürt. Ayça ile Hama gerçekte ve filmde bir sette tanışıyor ve aşk başlıyor. Yeşilçam’ın ve hayatın akışının tersine, kız Batı’ya değil, Doğu’ya kaçıyor. Ayça aşkının peşinden Irak’a gidiyor. Irak’a yolculuk uzun ve güç. Savaş var. Irak’a geçmek zor. Ayça, İran üzerinden Irak’a geçiyor. Filmin çekildiği her yer, o zaman ve halen operasyon altında. Yani, çekim koşulları çetin. Benim merakım gerçek aşkın son durumu. Onu soruyorum. Karabey: "Aşk, doğru kişiye değil, belki doğru koşullara ihtiyaç duyuyor. Savaş aşkı bitiriyor. Ayça ile Hama arasındaki aşk bitti, şimdi sadece dostlukları var."
Yazının Devamını Oku

Suyu asıl kirletenler

17 Mayıs 2008
MİMED bulanıyor. Bu kadar sığlık karşısında. Midem bulanıyor. Bu kadar çiğlik karşısında.

Midem bulanıyor. Bu kadar düşmanlık karşısında.

Cehaleti, hazımsızlığı, kıskançlığı bir yana bırakıyorum. Kültür mü, o da ne? Nerede satılıyor o lüks lambası?

Bunlar hep aynı mahallede oturuyor. Epey ezik. Onun için, hayli saldırgan. Kendine güven Kaf Dağının ardında.

Acaba bize yöneltilen eleştirilerde bir haklılık payı var mı, acaba bizim bir hatamız var mı, diye bir an durup düşünmek yok. Ama, bu bilimsel bir duruş. Mantık ve akıl içeriyor. Onlar için çok uzakta bir liman.

Bu haliyle eğer yine de dikkat çekmek istiyorsa, yolu var, çoğunluğun karşı çıkacağı uç davranışlar, saçma ifadeler. Hatta, ara sıra tehditler.

KİM KİRLETİYOR

Örneğin, türban eleştirisi karşısında, ağızlarından köpükler çıkararak, küfürlerle kendinden geçenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Çünkü, onlara göre, onlar artık memleketin sahipleri. Yok ya, ne zamandan beri?

Dayandıkları hiç bir dini kural olmadan, atış serbest. Cehalet de, zaten böyle bir şey. Küfürde dozun artması. Bugün nereye saldırmalıyım, onların tipik ruh hali.

Adını yazmak bile istemiyorum. Birkaç gün önce, biri Leyla Gencer’in vasiyeti ile ilgili bir yazı yazıyor. Gencer’in küllerinin Boğaz’a serpilmesi isteğine karşı, Leyla Gencer hangi dine mensuptu, başlıklı yazıda, Gencer’in annesinin Katolik olduğunu belirterek:

"Şimdi bu kimlik küllerini Ortaköy’e saçtırıyor, madem öyle, külleriniz İtalya’da kalsın, niye kirletiyorsunuz suyumuzu".

Sizce, suyu gerçekten kirleten kim? Kimler? Aynı mahallenin sakinleri mi? Bu saçmalığın neresinden tutacaksınız?

UYGARLIK FARKI

Leyla Gencer ve bu yazıyı yazan o vatandaş! Aralarında herhalde birkaç yüzyıllık uygarlık farkı var.

Kaldı ki, hani nerede Müslümanlıktaki hoşgörü? İnançlara ve düşüncelere saygı nerede?

Tipik Ortaçağ zihniyeti. Engizisyon mantığı.

İstanbul Müftüsünün de, bu yazı karşısında sabrı taşıyor, "13. asırdan daha mı geriyiz bugün" diyerek, isyan ediyor. Dine sahip çıkmak adına celallenenlerin aslında hurafelerden ibaret takkelerini al aşağı ediyor.

Leyla Gencer ile bu vatandaşın adının yan yana gelmesi bile, onun için bir onur. Bu onuru ona vermek, Gencer’e saygısızlık.

Leyla Gencer’in sanatı ve kişiliği karşısında saygıyla eğiliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

Av haftada üç gün

YANILMIYORSAM, 21 Mayıs’ta Merkez Av Komisyonu toplanıyor. Olağan ve gerekli bir toplantı. Haftalık av günlerine karar verilecek.

İllerden gelen isteklere göre, haftada üç gün av, kararının çıkması bekleniyor. Makul ve mantıklı.

Bununla birlikte, makul ve mantıklı olmayan bir başka gerekçe öne sürenler var. Örneğin, bir müsteşar yardımcısı, "av her gün olsun, insanlar kahvehane yerine, ava gider, fena mı" tezini işliyor.

Doğadaki dengeyi unutan, dünyadaki uygulamaları arkaya iten bu öneri, bir fanteziden ibaret olsa gerek.

Gerçi, silahçılar ve fişekçiler üç günden elbette memnun değil ama, yine de "av üç gün olsun" düşüncesi ağırlık kazanıyor.
Yazının Devamını Oku

Sanki ölümüne erken seçim

16 Mayıs 2008
İLAHİ tesadüfler arka arkaya. Teknik deyimler, karışık laflar eşliğinde.<br><br>İstihdam paketi. AKP bu paketle farklı kitlelere aynı anda kıyak çekiyor.

a)SSK primlerini beş puan düşürüyor.

Sermayeye kıyak.b)SSK ve Bağ-Kur prim borçlarını affediyor.

Çalışanlara kıyak. Bu af son otuz yılda on bir kez yapılıyor, bu on ikincisi. Tesadüf bu ya, af hep seçim öncesine rastlıyor.c)İşsizlik Sigorta Fonunda 33 katrilyon lira var. AKP bu fonu kullanmak için yasa değiştiriyor.

Fondan yararlanacak herkese kıyak.

Yazının Devamını Oku

Akbabalar Anayasa Mahkemesi’nde

15 Mayıs 2008
9’a 2 mi? 8’e 3 mü? 7’ye 4 mü? Yoksa 6’ya 5 mi? 10’a 1 ya da 11’e sıfır da mümkün. İki taraflı, lehte ya da aleyhte işleyen oranlar. Bunlar Anayasa Mahkemesi’nin AKP kapatma davasında vereceği kararla ilgili teorik oranlar.

On bir üyeli Anayasa Mahkemesi’nin kapatmanın lehinde ya da aleyhinde alacağı karar, bu oranlardan birine göre.

Oranlar önemli, mahkeme üyeleri şu sıralarda olağanüstü önemli.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde siyasal kaderi onların elinde.

Üyelerden biri de, Osman Paksüt.

Arabasını önceki gün polis izliyor.

Neden izlediğine ilişkin, Emniyet Müdürünün açıklaması pek bir şey açıklamıyor.

ÖZCAN’IN MARİFETİ

AKP’liler dahil, Ankara’da yaygın bir tahmin var.

Bu sadece bir tahmin ve bana ait değil.

Tuttuğum nabzın göstergesi.

Bu tahmine göre, AKP kapatılabilir.

Neden?

Danıştay’ın türban genelgesini iptal etmesinden dolayı.

AKP bunu kendi atadığı YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a boçlu!

Tamamen Özcan’ın marifeti. AKP’lilere saç, baş yolduran bir marifet.

Türbanla ilgili Anayasa değişikliği ardından, Yusuf Ziya yemiyor, içmiyor, hemen aynı gün bir genelge patlatıyor:

"Üniversitelerde türban serbesttir."

Üniversitelerin başvurusu üzerine, Danıştay genelgeyi iptal ediyor.

DAYANAK TÜRBAN

Anayasa Mahkemesi’nde bir de türban davası var.

Türbanla ilgili Anayasa değişikliğinin iptal davası.

Danıştay’ın o genelgeyi iptal etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin bakacağı türban davası için bir örnek, hukuki deyimle, karine.

Anayasa Mahkemesi, Danıştay’ın türban kararından hareketle, türbanla ilgili Anayasa değişikliğini iptal edebilir.

Bu iptal, AKP’nin kapatma davasını etkileyebilir.

Çünkü, kapatma davasının dayanaklarından biri, türban.

İlk bakışta çok bilinmeyenli denklem gibi.

Oysa karışık değil, sadece birbirine bağlı davalar zinciri.

Ve türbanla ilgili kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkması, Başkan Haşim Kılıç’ın geçen hafta yayınlanan bir röportajında verdiği işarete göre, artık yakın.

Karar yakın, Akbabalar da Anayasa Mahkemesi’ne yakın.

Osman Paksüt’ün polis arabasıyla izlenmesi ya da telefonlarının dinlediği kuşkusu hafife alınacak gibi değil.

Meclis’in el koymasını gerektiren bir kaygı.

Havada sis, havada pus var.

Emekliler Maliye’yi dava ediyor

ENFLASYON TÜİK’in resmi rakamlarına göre, yüzde 9-10’larda. Piyasanın pratiği öyle değil.

Özellikle gıda maddelerinde fiyatlar bu rakamın çok üstünde.

Memur ve emeklilerin, hatta özel kesimde çalışanların ücret artışı, altı ayda bir TÜİK’in endeksine göre belirleniyor.

Emekli ve memurlarda bunu düzenleyen bir yasa var.

TÜİK rakamlarıyla piyasa oranlarının birbirini tutmayışı Maliye Bakanlığı’a dava açmaya konu oluyor.

Geçenlerde bir gurup emekli açtıkları davada, emekli aylıklarında artış oranının uluslararası örgütlerin sözleşme ve standartlara uygun olarak belirlenmesini istiyor.

TÜİK’e, Türkiye İstatistik Kurumu’na güvensizliğin işareti olarak.

Bu tür bir dava ilk.
Yazının Devamını Oku

Tek tip düzene yeni kural

14 Mayıs 2008
BÖYLE şey olmaz, diye yaklaşık üç yıldır bastırıyor. Değiştir şunu, diye üç yıldır söylemediğini bırakmıyor. Parti kapatma davasıyla birlikte, AKP’ye verdiği siyasal destek, AB ile AKP arasında neredeyse, bir anonim şirket, nam-ı diğer A.Ş. oluşturuyor.

Bu ortaklığa rağmen, AB Türkiye’deki ihale düzeninden rahatsız. Bunu da sık sık dile getiriyor, "bu ihale düzeninde rekabet yok".

Oysa, serbest pazar ekonomisinde serbest rekabet sistemin özü.

AB, A.Ş.’deki ortaklığımız buraya kadar, diyor ve yeni bir ihale yasası için yeniden bastırıyor. Artık kaçacak yer kalmıyor, AKP yeni bir ihale yasa tasarısı hazırlıyor. Tasarı Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıyor.

TEK TİP

Son zamanlarda üç ayrı ihale yapılıyor. Üç ihale, ama tek tip. Tek tip ihalenin tanımı çok kolay:

1-İhaleye sadece tek bir firma giriyor. Başka firmalar nedense giremiyor.

2-Tek firma, ihalede tahmin edilen bedelin üzerine çıkmıyor. Kıyak iş.

Son moda ihale tipi, rekabeti ortadan kaldırdığı gibi, AKP Hükümetine yönelik soruları yoğunlaştırıyor. İlerde çok baş ağrıtabilecek uygulamalar.

ÜÇ ÖRNEK

Sadece tek bir firmanın girdiği ihale tipinin üç örneği var.

1- Sabah-ATV’nin Çalık Gurubu tarafından alınması. 1.1 milyar dolara.

2- Mecidiyeköy Tekel Likör Fabrikası arsası. Kiler’e 295.7 milyon dolara.

3- Biraz daha eski, beş yıl önce Balıkesir Seka Fabrikası Albayrak’a 1.1 milyon dolara.

Tekel Likör fabrikası arsa ihalesini Emlak Konut yapıyor, kendi yönetmeliğine göre. Tıpkı TMSF gibi. İlk iki ihale kurumların kendi yönetmeliklerine göre yapılıyor. Bu yönetmeliklerde firma sayısı koşulu yok.

Buna rağmen ve ama...

Geçmiş yıllarda, Özelleştirme İdaresi, tek firmanın katıldığı önemli kamu ihalelerini, tek firmayla rekabet olmaz, diyerek iptal ediyor. 2004’de Petkim’in yüzde 88’i, 2006’da İETT otobüs alımları, 2007’de Telekomünikasyon üçüncü nesil telefon hizmetleri ihaleleri hep bu nedenle iptal ediliyor.

Şimdi moda, tek tip ihale. AB’nin bastırdığı yeni ihale yasası, AB’nin istediği gibi çıkarsa, tek tip bundan sonra hayal. Yapılmış olanların hesabı ayrı.

Ne yaptın Tuncay

TUNCAY Özkan gazeteciliğe Ankara Cumhuriyet’te başlıyor. O sırada Cumhuriyet Ankara Temsilcisi benim. Onu, bütün yönleriyle çok iyi tanıyorum.

Yıllar içinde Tuncay basamakları hızla çıkıyor ve sonunda bir TV’nin patronu oluyor. Kanaltürk, AKP iktidarına karşı en sert, en ulusalcı nitelikte, dudak ısırtan bir muhalefet sergiliyor.

Her lafın başında ne AKP kalıyor, ne dinci basın ve de diğerleri. Bu muhalefeti kitlesel ve fiziki hale dönüştürmek için, "biz kaç kişiyiz" diyerek, üyelik sitesi açıyor.

Bu arada maddi olarak müthiş sıkışıyor. Kanaltürk’ün muhalefetini kesmek için, her yol deneniyor. Ve Kanaltürk önceki gün satılıyor. AKP’ye yakın bir gruba.

Kanaltürk, şimdi o kale de düşüyor. Bu AKP’nin startejisi. Ona diyecek yok.

Ya Tuncay’a? Sen canını dişine tak, o muhalefeti yap, sonra git, can düşmanın bellediğin bir kesimin temsilcilerinden birine 25 milyon dolara sat, çoğu borçlara gidecek.

Madem maddi güçlük var, bir başka gurupla masaya oturması mümkün değil mi? Madem satacaksın, başka alternatif yok mu?

Tamam, AKP her yönden kuşatıyor. Tamam, ayrıntıda kim bilir, neler var. Yine de, gidip AKP’li gruba satmak, işte bu olmuyor.

Orada çalışanlar dahil, herkes için tam hayal kırıklığı. Meydanlarda atılan nutuklar, miting düzenlemeler şimdi dökülen yapraklar gibi.

Sen şimdi kaç kişi kaldın Tuncay?
Yazının Devamını Oku