Yalçın Doğan

Özdalga’dan son dalga

28 Haziran 2008
EN çok bu karikatürü anlatıyor Almanlar. CHP’yi eleştirmek üzere.Üzerinde CHP yazılı bir otobüs ana yolda sol şeritten gidiyor. Otobüsü görenler kenardan bağırıyor:<br><br>"Sol şeridi boşuna işgal ediyorsun, çekil oradan." Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile CHP’nin arası uzun süredir açık. Geçen ay Türkiye’ye gelen SPD milletvekilleriyle buluşuyorum. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, onlardan yine bol bol CHP eleştirisi duyuyorum.

İKİ TEMEL KONU

1- Kişisel olarak Deniz Baykal’dan şikayetleri var. Görüşmelerinde Baykal’ın nefes almadan ve sadece kendisinin konuştuğunu, onları dinlemediğini söylüyorlar. SPD’deki çoğunluk Baykal’ı antipatik buluyor ve artık onunla görüşmüyor.

2- Temelde yatan asıl anlaşmazlık, ideolojik. SPD, CHP’yi artık sosyal demokrat parti olarak görmüyor.

SPD öncülüğünde, Sosyalist Enternasyonal’de uzun süredir var olan bu görüş yeniden alevleniyor. CHP’nin Sosyalist Enternasyonal üyeliğine son vermek. Bu fikir yeni değil.

ÖZDALGA’NIN MEKTUBU

Yeni olan, AKP milletvekili Haluk Özdalga’nın Sosyalist Enternasyonal’e CHP aleyhinde gönderdiği mektup.

Haluk Özdalga
yıllarını CHP ve DSP’de geçiriyor. Hatta, bir ara Ecevit’in danışmanlığını bile yapıyor. CHP ve DSP’nin içini dışını biliyor. Özdalga şimdi CHP’yi Sosyalist Enternasyonal’e jurnal ediyor.

CHP’nin sosyal demokrat çizgiden uzaklaştığını bilmeyen yok. Ama, bunu dışarıya jurnal etmek, eskimiş bir sosyal demokratın görevi değil.

Genellikle böyle. Sonradan kamp değiştirenler, yeni katıldıkları kampın en ateşli savunucusu oluyor. Yıllarını geçirdikleri yere karşı taşıdıkları sınırsız öfke, onları kolayca ihanet çizgisine getiriyor.

AKP’li Özdalga bunun son örneği. Aramızda bol miktarda bulunan Özdalgalardan biri de, kendisi.

Özürlü konsey bizi Ortadoğu’ya itiyor

AVRUPA Konseyi için yüz kızartıcı. Mide bulandırıcı. Rezil. Kendi değerlerini inkar edici.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye ile ilgili bir rapor kabul ediyor. AKP’nin kapatılmasına karşı çıkan bir rapor. Çıksın, tamam, güzel. Ama, gerekçesi, Avrupa’nın kendi tarihini inkar ediyor. Karar şöyle:

"Avrupa Konseyi laiklik konusunda ısrarlıdır. Bununla birlikte, laiklik kriteri siyasi partilere uygulanamaz."

Kime uygulanır? Sana, bana mı uygulanır? Bunlar dalga geçiyor bizimle. Devamı daha şenlikli:

"Bir dinin manevi değerlerinden esinlenen bir partiler Konsey üyeleri arasında yaşarlar. (Hıristiyan Demokratları kastediyor, y.d.).Böyle bir parti hükümette ise ve hükümet Anayasa’ya aykırı kararlar alıyorsa, o zaman hükümete karşı önlem alınabilir, hükümeti kuran partiye değil."

Anlayan beri gelsin. Hükümeti bir parti kuruyor. Hükümete önlem alınıyor. Ama, hükümeti kuran partiye bir şey yok. Bu kaba bir oyun. Üstelik, kabalık yanlışlarla sürüyor. Raporun üçüncü paragrafı:

"2007 baharında siyasi kriz çıkınca, reformlar durdu."

Siyasi kriz, yani AKP için kapatma davası. Bunların dünyadan haberi yok. Reformlar duralı üç yıl oluyor.

Rapor Türkiye’yi hiç tanımadan çalakalem yazılıyor. Daha çok AKP kaynaklı.

Mantık, zeká ve bilgiden yoksun böyle bir raporun hedefi başka.

Avrupa bizi istemediği gibi, bizi sıradan bir Ortadoğu ülkesi olmaya itiyor.
Yazının Devamını Oku

El Kaide’ye karşı Fethullah

27 Haziran 2008
BAZILARININ hiç bir manevi bağlantısı yok, ama bazıları Fethullahçı.Olan ve olmayan Türkler ve Amerikalılar, Amerika’nın Fethullah Hoca’ya yeşil kart vermesi için kefil oluyor. Yeşil kart, yabancıların Amerika’da kalabilme izni. Kefil olanlar arasında Türkler olduğu gibi, eski CİA ajanları, Amerikan üniversitelerinden bol bol teoloji öğretim üyeleri, papazlar ve bazı kiliseler var.

Dinler arası diyalog adına, Fethullah Hoca Hıristiyanlardan destek görüyor. CİA’dan gördüğü destek ise, tam devlet desteği. State Department antetli.

ABD VİZESİ

Yeşil kart verelim mi, vermeyelim mi, diye sözüm ona, kefalet arayan Amerika, Fethullah Hoca’ya çoktan destek çıkıyor. Adam kaç yıldır orada, hala ne yeşil kart maskaralığı. Dışarıya karşı, politik manevra.

Oysa, Fethullah Hoca Amerika tarafından şu sırada en çok destek gören Müslüman. El Kaide’ye karşı.

Bu destek, Fethullah Gurubuna ait dünyanın çeşitli bölgelerindeki okullara sağlanan destekle atbaşı gidiyor.

En olmadık, en akla gelmeyecek ülkelerde okul açan Fethullah’a, o ülkelerin okul izni Amerikan vizesinden geçiyor. Okullar dünyada onun için bu kadar yaygın.

SELEFİLİĞE KARŞI

Amerika’nın Fethullah desteğinin kaynağı El Kaide ve o terör örgütünün inandığı Selefilik felsefesi.

Selefilik, El Kaide’nin inandığı İslami düşünce biçimi. Ne demek?

Selefiler ve aynı zamanda El Kaide sadece Kur’ana bağlı. Hadislere bağlı değil. Onlara göre, esas olan vahiy. O da Kur’anda yer alıyor.

Amerika devreye burada giriyor. Selefiler köktendincidir, denklemiyle.

Fethullah Hoca’yı ise, makul Müslüman olarak görüyor. ABD’ye göre:

1 - Fethullah Hoca katı değil. İslami tarz yaşamın modern yanı.

2 - Fethullah Hoca güçlü olmayı öne çıkartıyor. Bunu da, iş dünyasıyla birlikte yapıyor.

Amerika’ya göre, İslamiyet ile kapitalizmi barıştırıyor.

Hem El Kaide tipi terör örgütüne sübap, hem kapitalizme dini şemsiye.

UMURUNDA DEĞİL

Ama, bu arada Türkiye’nin pek çok kurumunda, devletin bazı kurumları dahil, Fethullah tipi örgütlenme Amerika’nın umurunda değil.

Türkiye, Amerika’nın nasıl olsa, her zaman baş edebileceğine inandığı bir ülke.

Amerikan dış politikası yanılgılarla ve yanlışlarla dolu. Son otuz yıl içinde İran ve Irak, hemen yanı başımızdaki tehlikeli yanlışlarından iki örnek. Ama, yanlışın ve yanılgının faturasını o ülkeler ödüyor. Amerika bazen tehdit, bazen savaşla, Amerikan ekonomisine yeni ufuklar açıyor.

AKP VE FETHULLAH

AKP ile Fethullahçılar arasında bir sorun yok. Tersine, bazı AKP’liler Fethullah takımına yakın duruyor. Bu bilinmeyen değil.

Buna rağmen, ben Tayyip Erdoğan’ın Fethullah Hoca’nın Türkiye’ye dönmesinden pek memnun olacağını sanmıyorum. Dışa karşı değil, kendi içinde.

"Uzakta kal, sevgin bana yeter" şarkısı. Fethullah Hoca Türkiye’ye dönerse, kendi karşısında yeni bir güç dengesi oluşabileceğinden AKP’nin kaygı duyma olasılığı yüksek.

Fethullah’ın yayın organları bu telaşın farkında ki, yayınlarında çok yer verseler bile, yine de alçaktan uçmayı tercih ediyorlar.
Yazının Devamını Oku

Siz asıl bu vatandaşa bakın

26 Haziran 2008
GEÇMİŞTE Marx’ı Türkçe’ye çeviriyor. Bir ara pansiyonculuk yapıyor. Aynı ilgiyle küçük oteller rehberi hazırlıyor. Özel yaşamı kendisine ait. Ama, çalkantılı. Eşiyle karakolluk oluyor. "Aile içi şiddet" nedeniyle. Bu şiddetin sonucu değil, ama yine bir ara hapis yatıyor.

Sevan Nişanyan adındaki bu Ermeni vatandaşımız bir kitap yazıyor. Kitap, daha adıyla, kendini ele veriyor. "Yanlış Cumhuriyet".

Hafta başında Taraf gazetesinde Neşe Düzel bu vatandaşımızla, kitabıyla ilgili bir söyleşi yapıyor. Baştan sona Cumhuriyet’e ve Atatürk’e öfke dolu sözler, değerlendirmeler.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT

Ben her konuda, herkesin düşüncesini sonuna kadar açıklamasından yanayım. Bana ters gelse de, katılmasam da, dinlenmesi gerektiğine inanıyorum.

Örneğin, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın linç edilmesini anlamıyorum. Söylediklerinin çoğuna katılmıyorum. Ama, devrimlerin travma yarattığı gözlemine katılıyorum. İşte Fransız Devrimi, işte Sovyet Devrimi ve işte Türk Devrimi.

Bir geceden ertesi sabaha bütün bir düzen değişiyor. Değişim halkın tüm kesimlerine eşit biçimde yansımıyor. Bir bölümü sevinç içinde, çünkü yeni düzenden beklentisi var, diğer bölümü tedirgin, başına ne geleceğini bilmiyor.

Fırat’ta katılmadığım, "Bir gecede kıyafetleri, dilleri değiştirildi, dinleri altüst edildi" sözü.

Kimsenin dini altüst edilmiyor. Herkes inancında ve ibadetinde özgür. Eğer Fırat, hilafetin kaldırılmasını kastediyorsa, o dinin altüst edilmesi değil, siyasetle, biraz daha ilerisi, saltanatla dinin kökten ayrılması. Laikliğe geçişin bir dönemeci.

Kaldı ki, "bir gecede değişen kıyafet" için çevreye bakmak yetiyor. Şalvar, türban, cüppe ve hatta kara çarşaf.

CUMHURİYETE DÜŞMANLIK

Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP Genel Başkan Yardımcısı. Sözleri onun için bu kadar çok tartışılıyor.

Oysa, kenarda kalmış Nişanyan’ın sözleri tam Cumhuriyet düşmanlığı.

Olabilir, bu vatandaşımız Cumhuriyet’i içine sindiremeyebilir. Ama, tarihsel yanlışlara düşmeden.

Pek çok örnek var. Birkaçını alıyorum. Diyor ki:

"Kurtuluş Savaşı aslında Türk-Yunan savaşıdır, emperyalizme karşı savaş olduğu yönünde hayret verici bir görüş vardır".

Ya İngilizlerin İstanbul işgali? Fransızların Güneydoğu işgali? Kurtuluş Savaşı öncesinde olsa bile, Çanakkale’de Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere’ye karşı verilen savaş.

Lozan’a İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Sovyet Rusya, Amerika, Romanya ve Bulgaristan katılıyor. Hani, nerede sadece Yunanistan?

Diyor ki:

"Cumhuriyet diktatörlüğün kod adıdır".

Padişahlığın kalması, saltanatın sürmesi daha iyi yani. Atatürk diktatörlüğü için Cumhuriyeti ilan ediyor yani. Diktatörlük için padişahlık daha uygun değil mi?

Öyle bir Atatürk düşmanlığı ki, örneğin, "Arapça eğitimi ve eski yazıyı kaldırarak, Kur’an referanslarını toplumdan silmeye çalıştı".

1920 ile 1950 arasını toptan inkár ediyor, Osmanlı’yı yüceltiyor. Cumhuriyet, devrimler, demokrasiye geçiş denemeleri, sıfırdan başlayan ekonomik hamle, hepsi inkár çukurunda.

Lenin’in çubuğu tersinden yakmak sözü var. Gerçeğe ulaşmak için. Bu vatandaş ne çubuk yakıyor, ne düz, ne ters. Kendi kafa karışıklığını sergiliyor.

Şimdi moda Cumhuriyet düşmanlığı.
Yazının Devamını Oku

Kod adı Türkiye acil

25 Haziran 2008
TÜRKİYE’yi denetime almak gerek. O zaman, Avrupa ile ilişkiler stop. Kimse bu kadar aşırı bir karar beklemiyor, ama Avrupa koridorlarında Türkiye’ye kendinize çeki düzen verin, mesajı vermek için yanıp tutuşanlar çoğunlukta.

BİLİM ADAMI SPORCUDAN DAHA DEĞERSİZ

SPORCULARIN askerlik yaşı 38’e, akademisyenlerin askerlik yaşı 33’e yükseltiliyor.

Abdullah Gül’ün onayladığı yeni yasa yürürlüğe giriyor.

Buna göre, askerlik yapmamış olan sporcu ve bilim adamlarının askerlik yaşı, onlara zaman kazandırmak açısından, yukarı çekiliyor.

Yazının Devamını Oku

Kentlere göz kırpmak

24 Haziran 2008
KENTLERE artık daha çok para var. Çünkü, kentlerde seçim var... Gelecek martta, belediye seçimleri. Son anda değişiklik olmazsa, TBMM genel kurulunda bugünden itibaren yeni bir yasa önerisi görüşülüyor. Genel bütçe gelirlerinden belediyelere ek kaynak aktaran bir öneri.

Merkezi hükümet sanki özveride bulunuyor. Genel bütçe gelirlerinin bir bölümünden vazgeçiyor. Belediye gelirleri yüzde 27.5 oranında artıyor.

Yüzde 27.5 ortalama oran. Büyükşehir belediyeleri gelirleri yüzde 30, diğer belediye gelirleri yüzde 25 artıyor.

PAYIN KAYNAĞI

Ek vergi yok. O zaman para nereden aktarılıyor?

Özel Tüketim, Özel İletişim Vergisi gibi vergi gelirlerinden bugüne kadar yerel yönetimlere pay aktarılmıyor. Şimdi, bu kural değişiyor. Yani, bu vergilerden belediyelere pay ayrılması öngörülüyor.

DAĞITIMIN ÖLÇÜSÜ

Pay neye göre dağıtılıyor? Öncelikle, nüfusa göre.

Şimdi, buna yeni bir ölçü daha getiriliyor. Gelişmişlik endeksi. Pay dağıtımında nüfusun ağırlığı yüzde 80, gelişmişliğin payı yüzde 20.

Ayrıca, nüfusu on binden az olan belediyelere bir fon ayrılıyor.

HAMZAÇEBİ’YE GÖRE

CHP Trabzon milletvekili Akif Hamzaçebi öneriye yazdığı karşıoy yazısında gelişmişlik endeksini eleştiriyor:

"Gelişmişlik seviyesi, belediyelerin sunduğu mal ve hizmet dağılımında eşitsizliğe yol açar. Bu durum ülke genelinde, bu mal ve hizmetlerden fayda sağlayan kişiler arasında eşitsizliğin kaynağıdır".

Dolayısıyla, az gelişmiş bölgelerin mali açıdan daha fazla desteklenmesi gerek. Oysa, pay dağıtımına gelişmişlik endeksini eklemek, bölgeler arasında varolan eşitsizliği biraz daha artırıyor.

Hamzaçebi nüfusla ilgili daha çarpıcı bir noktayı dile getiriyor:

"Turistik yörelerde yaz ve kış nüfusu arasında büyük farklar vardır. Örneğin, kış nüfusu 30 bin olan Marmaris’in yaz nüfusu 250 bindir. 30 bin nüfusa göre kurgulanmış pay sistemi ile yazın 250 bin kişiye hizmet sunmak mümkün değildir".

Ayrıntıdaki önemli eksiklikler bir yana, olayın özü belediye gelirlerini artırmaktan geçiyor. Bu elbette olumlu.

Ama, bunu yerel seçimlere sekiz ay kala yapmak, artık ezbere bildiğimiz politik bir manevra.

Yaşasın iki başlık açıldı

GEÇEN hafta bir sevinç, bir sevinç. Borazanlar çala çala bitiremiyor:

"AB’de iki başlık daha görüşmelere açıldı".

Görüşmelerde konular 33 başlık altında toplanıyor. Bunlar birer birer görüşmeye açılıyor. Her bir başlığın açılması ve daha sonra kabulü AB yolunda tam üyelik için bir adım daha atılması anlamına geliyor. O nedenle, ilk bakışta iki konunun daha görüşmeye açılması önemli.

Yalnız, bir karşılaştırma eksik. Gerçek, o karşılaştırmada.

Türkiye ve Hırvatistan AB ile görüşmelere aynı tarihte, 3 Ekim 2005’te başlıyor. O günden bugüne, Hırvatistan’la yirmi başlık açılıyor, Türkiye ile sadece sekiz.

Hırvatistan tam üyelik yolunun yarısını çoktan geride bırakıyor.

"İki başlık daha açıldı" gibi, aldatmacalara elin oğlu bıyık altından gülüyor.
Yazının Devamını Oku

İznik’teki çöplük şimdi sahipsiz bir hazine

22 Haziran 2008
Bir süredir İznik’te kilise, hamam ve camilerin restorasyonu var. İyi bir iş. Ama, restorasyonun nasıl yapıldığı da önemli. Restorasyon adı altında pek çok yer kazılıyor. O kazılarda çıkan sütunlar, sütun başlıkları, çiniler ve arkeolojik eserler öyle sahipsiz ki, doğrudan İznik çöplüğüne atılıyor. O çöplük şimdi sahipsiz bir hazine.

Dozerler vuruyor. Balyozlar parçalıyor. Kazmalar iniyor. Kepçeler dört bir yana savuruyor. Zümrütler çöplüğe düşüyor. İznik’te tam bir facia var.

Roma’dan, Bizans’tan, Selçuklular’dan, Osmanlı’dan kalan ne varsa insafsızca çöplüğe atılıyor. Sütunlar, sütün başlıkları, çiniler, kapı altları, alınlık parçaları, çanak, çömlek parçaları birer birer çöplüğe savruluyor.

İznik Milat’tan önce kuruluyor. Roma İmparatorluğu’nun önemli kentlerinden biri. Hıristiyan dünyası için önem taşıyan, ekümenik konsillere ev sahipliği yapıyor. Kralların adına sikkeler bastırdığı, su yolları, kiliseler ve sarnıçlarla donatılan bir kent. Roma bölündükten sonra, Bizans zamanında İznik yine aynı önemde.

Selçuklular İznik’i alınca, bu kez camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yapılıyor. İznik hac yolu üzerinde. İki din için de gözde bir kent.

1. Haçlı Seferi sırasında yine Bizans’a geçiyor. 1330’larda Osmanlı yönetimine giriyor.

İki ayrı din İznik’e kendi kültürünü taşıyor. Kendi eserlerini veriyor. Bugüne kalan tarihi miras.

ÇİNİ GALERİSİ YERİNE TOST VE AYRAN SATIŞI

Bir süredir İznik’te kilise, hamam ve camilerin restorasyonu var. İyi bir iş. Ama, restorasyonun nasıl yapıldığı da önemli.

Restorasyon adı altında pek çok yer kazılıyor. Örneğin, 1. Murat Hamamı onarılırken, antik yola kadar kazı yapılıyor. Hamamın içinde, "çini ve seramik galerisi olsun" derken, orada tost ve ayran satılıyor.

İznik’te dört kapı var. Bunlardan biri olan Lefke Kapısı da, kazılıyor. İznik’i kazdıkça Roma, kazdıkça Bizans, kazdıkça Selçuklu, kazdıkça Osmanlı çıkıyor. Zengin bir miras.

O kazılarda çıkan sütunlar, sütun başlıkları, çiniler ve arkeolojik eserler öyle sahipsiz ki, doğrudan İznik çöplüğüne atılıyor. Dört yüz yıl önce Evliya Çelebi’nin gözlemi var: "Burada bukalemun nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir." Dört yüz yıl sonra, çinilerin çöplüğünü anlatmaktan dil aciz.

Amerikan Hastanesi’nden odyoloji (işitme bozuklukları) uzmanı Ayşen Erdil, İznik’te restorasyon yapıldığını öğreniyor. Arkeoloji ve sanat tarihi merakı var. "Kazılar nasıl yapılıyor" merakı yolunu İznik’e düşürüyor. İznik’te bir faciayla karşılaşıyor. Çöplüğe atılan tarihsel kalıntıları fotoğraflarla belgeliyor.

KAZMALAR SÜTUNLARI PARAMPARÇA EDİYOR

Restorasyonu yürüten Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü. Restorasyon parası oradan veriliyor. İlk kazıya Yeşil Cami çevresinden başlanıyor. I. Murat Hamamı’ydı, Lefke Kapısı’ydı, Ayasofya Kilisesi’ydi derken restorasyon genişliyor.

Genişlemesinde ve restorasyona gidilmesinde mesele yok. Hatta, tarihi mirası ayakta tutmak açısından, iyi niyetli ve yerinde. Mesele, bin küsur yıllık tarihin çöplüğe hoyratça atılması. Eline kazma verilen kişilerin sütunları, çinileri, sütün başlıklarını, ne olduğunu bilmeden, har vurup harman savurması.

Ne Başbakanlığın, ne Kültür Bakanlığı’nın, ne genel müdürlüğünün çöplüğe atılan zümrütlerden haberi yok. Haberi olsa, herhalde birileri "dur" der. Şimdilik, diyen yok.

Yolunuz İznik’e düşerse, koca sütunları taşımak zor ama, çinilerden birkaç parça da sizin payınıza düşebilir. O çöplük şimdi sahipsiz bir hazine.
Yazının Devamını Oku

Altınkum’da köpüklü dalgalar

21 Haziran 2008
DİZİNİN ilk halkası Didim Belediyesi. İkinci halkada Aydın Valiliği var. Üçüncü halka Çevre Bakanlığı. İlk bakışta dizide görülmeyen, aslında son halkayı oluşturan ve en sorumlu konumda olan ise, AKP partizanlığı.

Didim kıyılarında insanlar çılgına dönüyor ve döne dolaşa Didim Belediyesi’ne giydiriyor. Giydirmekte, çılgına dönmekte haklılar.

Çünkü, Didim’in dünyaca ünlü Altınkum plajlarını, kıyılarını üç yıldır köpüklü dalgalar vuruyor. Köpük, yani pislik, yani kanalizasyon denize akıyor.

Altınkum altın kum olmaktan çıkıyor. B...’lu kuma dönüşüyor.

DERİN DEŞARJ

Didim Belediyesi Altınkum’da kanalizasyonun denize akmasını önlemek üzere, arıtma tesisi kurmak için kolları sıvıyor.

Gerçekte Didim kıyılarının bir bölümünde arıtma yapılıyor. Ancak, kıyının devamındaki sitelerde kanalizasyon denize akıyor. Bu yeni bir arıtma tesisi, yani para demek.

Oysa, para yok. Proje var, ama para yok.

Yöre halkı ayağa kalkıyor. Önce belediyeyi şikayet ediyor, olay Aydın Valiliği’ne yansıyor. Derken Ankara’da Çevre Bakanlığına uzanıyor. Halk-belediye-valilik-bakanlık arasındaki dilekçe ve yazışmalar, evet tahmininiz doğru, şöyle kalın bir klasör oluşturuyor.

Kalın klasörden ince karar bir türlü çıkmıyor. Kanalizasyonun denize akmasını önleyecek Derin Deniz Deşarjı, arıtma için para bir türlü bulunamıyor.

BAŞKAN CHP’Lİ

Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı’yı (CHP) arıyorum. Kamacı:

"Sitelerde kanalizasyon yok, foseptik var. Bir yerde denize iğne atsanız görüyorsunuz, o kadar temiz, ama siteler kirli, denize sızma var."

E, o zaman hala neden arıtma tesisi yok? Kamacı:

"Derin Deniz Deşarjı iki milyon dolarlık bir proje. Ama, bize bu parayı vermiyorlar. İller Bankası ayda 190 milyar lira veriyor, o günlük ve zorunlu harcamaları karşılıyor. AB’den hibe yardım için başvuruda bulunduk, oradan da ses çıkmadı."

Çevre Bakanlığı bu kirliliği biliyor. AKP Hükümeti biliyor. Ama, ne İller Bankası’ndan bu yatırım için para çıkartıyor, ne de AB’den hibe yardım sağlamak için kolunu kıpırdatıyor.

Çünkü, Didim Belediyesi CHP’li.

"Halkımıza hizmetten bizi hiç bir şey asla alıkoyamaz" nutuklarını her gün tekrarlayan Tayyip Erdoğan, bir yerde belediye CHP’li ise, orada ala koyuyor. Altınkum’da dalgalar köpüklü. Her köpük Ankara’ya uzanıyor.

AKP’nin STÖ’leri bugünler için

NE zaman gerekirse, o zaman kullanacaksın. Kullanacağın zamanı bilmediğin için, baştan mümkün olduğu kadar hepsini kendi yanına çekeceksin.

TÜSİAD her zaman görüştüğü ve zaman zaman aynı platformlarda buluştuğu Türk-İş, DİSK, Hak-İş, TOBB, TİSK gibi sivil toplum örgütlerini Anayasa Konvansiyonu için toplantıya çağırıyor.

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın ilk telefonuna hepsi olumlu yanıt veriyor. Hiç tereddüt etmeden.

Ancak, saatler ilerledikçe TOBB, Türk-İş ve Hak-İş mırın kırın. "Bize sadece beş dakika konuşma hakkı verilmiş, oysa Anayasa gibi bir konuda beş dakika kime yeter" gerekçesiyle. Ve bu üçlü toplantıya katılmaktan vazgeçiyor.

Oysa, katılmayışın sırrı başka.

"En büyük AKP, başka büyük yok" şarkısından şaşmayan TOBB, Türk-İş ve Hak-İş, hükümetin bu toplantıdan hoşlanmadığı izlenimini alıyor.

O zaman katılmanın ve AKP’yi küstürmenin alemi yok.
Yazının Devamını Oku

90+2’de dün Ecevit yarın Erdoğan

20 Haziran 2008
UZUN yıllar pek çok özeline tanıklık ediyorlar. Bülent Ecevit’in avukatları olarak. Şahin Mengü ile Hasan Bıyıklı. O yıllarda ikisi de siyasetin dışında. Ecevit için, pek çok olayı ve düşüncesini Mengü ve Bıyıklı ile paylaşması daha kolay.

Çünkü, aralarında siyaset yok, hukuk var.

Şahin Mengü, yıllar sonra, Ecevit aramızdan ayrıldıktan sonra politikaya giriyor. Son seçimde CHP’den Manisa milletvekili seçiliyor.

MAÇ ÜZERİNDEN

Geçenlerde Tayyip Erdoğan grup toplantısında Çek maçı üzerinden siyasal mesajlar veriyor:

"Milli takım 90 dakikanın içine futbolun güzelliklerini ve heyecanını sığdırdı. Uzatmalara bile sığdırabiliyor bunları. Demek ki, başarı için 90 dakika yeterli değil, son nefese kadar bu işi sürdürmek gerekiyor."

90 artı 2’ye kadar mücadele etmek maçlarda, siyasette ve hayatta yerinde bir inat. Peşini bırakmamak.

Ancak, 90 artı 2’de pişmanlık duymamak koşuluyla. Hem de tarihsel bir pişmanlık.

ÜNLÜ SLOGAN

70’li yıllarda Ecevit’i Karaoğlan yapan, kitlelerini ayağa kaldıran, CHP’ye yüzde 42 gibi tarihsel rekor kırdıran ünlü sloganlar var.

"Bu düzen değişmeli. Ne Ezilen Ne Ezen, İnsanca Hakça Düzen."

Ve, "toprak işleyenin su kullananın."

İşçisi, köylüsü, memuru, özetle halk bu sloganlarla dağa taşa, "Karaoğlan" yazıyor ve Ecevit’i iktidara taşıyor. CHP’ye sosyal demokrat nitelik kazandıran sloganlar.

DSP KURULURKEN

Geçenlerde Şahin Mengü ile özel sohbetimiz sırasında, Mengü anlatıyor:

"DSP’nin kuruluş aşamasıydı. 83’ten sonra. Sayın Ecevit’le sohbet ediyorduk. Hasan (Bıyıklı’yı kastediyor), Bülent Bey’e, "sizin eskiden ünlü sloganlarınız vardı, toprak işleyenin su kullananın gibi" dediğinde, Bülent Bey susturdu ve..."

Ecevit
’in devamındaki sözü inanılmaz:

"Aman susun, o benim büyük yanlışımdı."

Mengü
ve Bıyıklı büyük şaşkınlık içinde. Neden yanlıştı, ne oldu, gibi sorulara Ecevit izin vermiyor ve konuyu kapatıyor.

90 artı 2’de Ecevit’ten tarihsel pişmanlık.

Daha da önemli olan, bir zamanlar kitleleri peşinden sürükleyen bir bakış, bir ideoloji, bir tutum, belli süre sonra, o sloganı yaratan, o uygulamayı yapanları pişman edebiliyor.

Müthiş bir dram. İnsani ve siyasi olarak.

CEZBEYE KAPILMAK

O sırada kitleler o bakışın, o ideolojinin cazibesine tutuluyor.

O sloganlar o insanları iktidara taşıyor. Ancak, yıllar sonra pişmanlık büyük.

Ecevit neden "o benim en büyük yanlışımdı" diyor, ne yazık ki, bunu öğrenmek artık mümkün değil.

Büyük pişmanlık sır olarak kalıyor.

Ama, mümkün olan, yarın Tayyip Erdoğan’ın 90 artı 2’de pişmanlık katsayısını düşürebilmesi.

Meydanlarda konuşurken, halk cezbeye geliyor, bu Erdoğan’ı müthiş memnun ediyor. Tıpkı, Ecevit’i memnun ettiği gibi.

Ya Erdoğan yarın 90 artı 2’de, bazı konular için, "o benim yanlışımdı" derse...

Bugünden 90 artı 2’ye bakınca, "benim yanlışım yok" diyebilir.

Ama, kendisiyla başbaşa kaldığında, insan kendisine itiraf ediyor.

Dünyanın her yerinde siyasi tarih pişmanlık sayfalarıyla dolu.

90 artı 2’de buluşmak yerine, 90 dakika içinde düzgün oynamak varken, heyecan, dram ve hatta pişmanlık son iki dakikaya sığdırılıyor. Erdoğan şimdi o son iki dakikayı hesaplıyor.
Yazının Devamını Oku