Yalçın Doğan

İkinci bir emre kadar

8 Temmuz 2008
FAKS çekmek ve faks almak yasaktır. Bundan böyle gelen fakslar okunmadan ve anında yetkili makamlara bildirilecektir. Cep telefonuyla mesaj, ayrıca e-mail göndermek ve almak yasaktır. Gelen mesaj ve e-mailler okunmadan ve anında yetkili makamlara bildirilecektir. Telefonlarda ve özel sohbetlerde hükümet aleyhine söz söylemek, ülkenin ekonomik durumunu eleştirmek, dış politikaya ilişkin tereddüt belirtmek, futbol şampiyonasında şansımızın az olduğuna işaret etmek, su sıkıntısı çekildiğini söylemek yasaktır. Bunu yapanlar anında yetkili makamlara bildirilecektir.

Faks, sms, e-mail ve telefon konuşmaları haberleşmenin en yüksek aşaması olarak, bir darbe hazırlığının ilk adımıdır.

İKLİM, TENİS, ARABA

Türü ne olursa olsun nişan, nikah, yemek, gösteri, konser, sergi için davetiye göndermek ve davet almak yasaktır. Gelen davetiyeler okunmadan ve anında yetkili makamlara bildirilecektir.

İklim değişikliği, tenis maçları, araba satışlarıyla ilgili paneller başta olmak üzere, her türlü panele katılmak yasaktır.

İklim değişikliği ile hükümet değişikliği anlatılmak istenmektedir. Tenis, (aman penisle karışmasın), belli bir hazırlığın kod adıdır. Araba satışları ile ülkenin satışa çıkarıldığı anlatılmaktadır.

Panelleri düzenleyen, düzenlenmesi için salon veren ve panele katılanlar anında yetkili makamlara bildirilecektir.

Başka ülkelerin büyükelçileriyle yemek yemek, onlarla görüşmek, onların ulusal günlerine katılmak yasaktır. Bunu yapanlar anında yetkili makamlara bildirilecektir.

BÜYÜK BALIKLAR

Lokantalarda, meyhanelerde, her türlü eğlence yerlerinde, içki içerken, "ne olacak bu memleketin hali" demek yasaktır. Bu cümleyi kullananlar anında yetkili makamlara bildirilecektir.

Bütün bunlar bir darbe hazırlığının ilk adımıdır. Halkımızın mutluluğu, ülkemizin güvenliği için, ikinci bir emre kadar, bu önlemlere uyulması hayati çıkarlarımızdandır. Aynı çerçevede:

Günde birden fazla tuvalete gitmek, çorapsız ayakkabı giymek, şişeden meşrubat içmek, göz kırpmak, alçak ve yüksek sesle konuşmak, başkalarına saati sormak, evde kuru fasulye pişirmek gibi hükümetimizi küçük düşürücü eylemler ikinci bir emre kadar yasaktır.

Bu yasaklara uymayanlar haindir. Büyük balıklara ulaşmak, ancak bu yasaklarla mümkündür. Radikal gazeteler büyük balıklara ulaşmanın öncüsüdür. Milli ve manevi değerlerimizi artık radikal gazeteler korumaktadır.

İkinci bir emre kadar, Allahın duası üzerinize olsundur. İkinci bir emre kadar, yaşasın hükümetimizdir.

IPI kaygıyla izliyor

KISA adı IPI, Uluslararası Basın Enstitüsü. Dünyadaki en etkili ve saygın basın kuruluşu.

Türkiye’de basın özgürlüğünün ve gazetecilerin tehdit altında olduğuna inanıyor. Gazetecilerin ellerinin arkadan kelepçelenmesi, gözaltına alınması ve meslekleri gereği, çeşitli çevrelerle görüşmelerinin suç sayılması karşısında Türkiye’yi izlemeye alıyor.

Ancak, askeri darbe dönemlerinde ve demokratik hakların kullanımının engellendiği ortamlarda ülkeleri izleyeme alan IPI, gözlerini Türkiye’ye çeviriyor.

Siyasal anlamda Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu ne ise, basın uygulamaları açısından da IPI aynı ağırlıkta. Nepal, Uganda, Zimbabwe gibi, demokrasinin yerlerde süründüğü ülkelerin yanı sıra, IPI’ın Türkiye’yi izlemesi alması yoruma gerek bırakmıyor.
Yazının Devamını Oku

Öğrencilere: Hasır altı etmiyoruz

6 Temmuz 2008
60’ı kız, 60’ı erkek üniversite öğrencileri. "Gençlik Meclisi" için Ankara’da toplanıyor. Türk Parlamenterler Birliği ile Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü’nün ortak girişimiyle oluşuyor bu meclis. Öğrenciler siyasi partilere dağılıyor. CHP’ye giden yok , CHP ilgilenmiyor. Diğer partilere, meclise ve bakanlıklara dağılıyor öğrenciler.

Devlet nasıl çalışıyor, bakanlıklar nasıl işliyor, bunun kursunu görüyorlar.

Önümüzdeki günlerde Gençlik Meclisi’nin TBMM’de toplanması söz konusu. Yasa önerisi verecekler, komisyon çalışmalarına katılacaklar.

ERDOĞAN’IN SÖZLERİ

120 öğrenci önceki gün Tayyip Erdoğan’la buluşuyor. Ona sorular yöneltiyor. Dışarıya yansıyan ile içeride söylenenler aynı değil. Başbakanlık onun için yalanlıyor.

Öğrenciler, Erdoğan’a Ergenekon’u soruyor. İçeride tutulan notlardan aktarıyorum. Erdoğan:

"Biz iktidara gelmeden önce mafya ve çetelerle mücadele sözü verdik. Belki yüzde yüz çözemedik ama önemli ölçüde çeteleri çökerttik. Ekonomide düzelme olduysa, onların hortumlarını kesmiş olduğumuz içindir."

Bu genellemeden sonra asıl soruya geliyor:

"Bu mücadele sırasında yargıdan talepler geliyor. Biz bu talepleri hasır altı etmiyoruz, yargıya intikal etmesine gayret gösteriyoruz. Yargı onları ama mahkûm eder, ama etmez, biz buna karışmayız."

Objektif, mesafe, dikkatli, sözler. Ama, çete vurgusu tam.

AKP İLE CHP FARKI

Ergenekon odakta. Tamam. Bu görüşmede öğrenciler sanki ikinci planda, oysa önemli. AKP’nin öğrencilere yaklaşımı açısından önemli.

AKP öğrencilere hemen kucak açıyor, CHP neden açmıyor?

Öğrenciler Baykal’a bunu sorduklarında, Baykal, onların CHP’de staj (çalışma) yapacaklarına izin vereceğini söylüyor, şu ana kadar böyle bir hareket yok.

AKP en küçük bir fırsatı kaçırmadan, kitlelerle bağ kuruyor. CHP ise ayak sürümekle meşgul.

Öğrencilerin gözleri faltaşı gibi açılıyor. Hele bugünlerde , devletin nasıl çalıştığını görünce.

Dinlenen Paksüt değildi

TELEFON dinlemede ve izlemede kızılca kıyamet Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Osman Paksüt’ün feryadı ile kopuyor.

Paksüt, dinlendiğini ve izlendiğini öne sürüyor, Ankara’da Tenis Kulübü’ne giderken.

Şimdi ilginç bir başka iddiaya ulaşıyorum.

Orada dinlenen ve izlenen Ergenekon’la bağlantılı olduğu öne sürülenler.

Aynı gün aynı saatte Osman Paksüt tesadüfen Tenis Kulübü’ne geliyor ve izlemeye takılıyor. Oysa, hedef başkaları.


Yusuf Ziya yenildi

YÖK Genel Kurulu’nda birkaç gün önce seçim var.

YÖK Genel Kurulu 7’si Cumhurbaşkanı, 7’si Bakanlar Kurulu, 7’si Üniversitelerarası Kurul tarafından seçilen 21 üyeden oluşuyor.

Geçen gün yapılan seçim Üniversitelerarası Kuruldan gelecek bir üye için.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, o üye için Marmara Üniversitesi’nden Prof. Muhittin Şimşek’in seçilmesini istiyor. Üniversitelerarası Kurulun eğilimi, dört yıldır YÖK üyeliğini yöneten Prof. Mustafa İlhan’dan yana.

Gizli oylama yapılıyor. Yusuf Ziya’nın adayı seçimi büyük çoğunlukla kaybediyor. Yani, Yusuf Ziya kaybediyor.

Mustafa İlhan yeniden seçiliyor.

Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun atadığı üyelerle siyasi niteliği zaten değişmekte olan YÖK’e hálá yandaş arama merakı, Yusuf Ziya’yı zor durumda bırakıyor.
Yazının Devamını Oku

Bu pazar ruhum Guernica gibi

6 Temmuz 2008
Bundan 48 yıl önce. 27 Mayıs 1960 müdahalesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi görüş ayrılıklarıyla çalkalanıyor. Ayrıca ordu içinde farklı cuntalar oluşuyor. Silahlı Kuvvetler Birliği bunlar arasında en güçlü olanı. Ama, onun içinde de, görüş ayrılıkları var. Durum şu; neredeyse sabah kim erken kalkarsa, yönetime o el koyacak. Ülkeyi çığırından çıkaracak olaylara gebe aylar yaşanıyor...
/images/100/0x0/55eae21bf018fbb8f89ccdb4
Silahlı Kuvvetler Birliği ordu içinde bazı atama kararlarının iptali için Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) ültimatom veriyor. Askeri jetler Çankaya Köşkü üzerinden uçuyor. (Sami Küçük, Rumeli’den 27 Mayıs’a, s.123).

Silahlı Kuvvetler Birliği bazı generallerin emekliye sevk edilmesini önlemek üzere, MBK’ne ültimatom veriyor. (Sami Küçük, a.g.k., s.124).

Silahlı Kuvvetler Birliği Adnan Menderes ve arkadaşlarına verilen idam kararlarını onaylaması için MBK’ne ültimatom veriyor. Bu ültimatom üzerine, MBK idamları 9’a karşı 13 oyla onaylıyor. (Sami Küçük, a.g.k., s. 127-128).

Silahlı Kuvvetler Birliği içinde de, görüş ayrılıkları var. Bir kısmı, bir an önce seçimlere giderek, yönetimin sivillere devredilmesinden yana. Bir kısmı ise, ihtilali yapanları tasfiye ederek, Silahlı Kuvvetler Birliği’nin yeniden ihtilal yapmasından yana. (Şükran Özkaya, Adım Adım 27 Mayıs, s.340).

Milli Birlik Komitesi 27 Mayıs’ı gerçekleştiren örgütlenmenin adı. 27 Mayıs sonrasında MBK’nın kendi içinde görüş ayrılıkları çıkıyor. Ayrıca ordu içinde farklı cuntalar oluşuyor. Silahlı Kuvvetler Birliği bunlar arasında en güçlü olanı. Ama, onun içinde de görüş ayrılıkları çıkıyor.

Bir ihtilal sonrasında, sabah kim erken kalkarsa, yönetime o el koyacak gibi, ülkeyi çığırından çıkaracak olaylara gebe aylar yaşanıyor.

Ayrıca, MBK’ndeki anlaşmazlıkların haddi hesabı yok. Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarının tasfiyesi, 14’ler Olayı, MBK’deki anlaşmazlığın zirvesi.

BOŞA SÖYLENEN SÖZLER

Şükran Özkaya ve Sami Küçük 27 Mayıs’ı gerçekleştiren askerler arasında. Sami Küçük iki ay önce, Şükran Özkaya üç yıl önce anılarını kaleme alıyor. Mutlaka okunması gereken bu iki kitabı birlikte okuyunca, tarih yeniden canlanıyor. Pek çok açıdan. İktidar ve ordu açısından. Dün ve bugün.

Demokrat Parti’nin demokrasiyle uzlaşmaz adımları. İhtilalin mantığı. Ordunun içine düştüğü karmaşa. İhtilalin çıkmazı. Her şeye rağmen, büyük kazanım, 1961 Anayasası gibi, çağdaş bir anayasa.

O anayasayı dönemin ünlü bilim adamları hazırlıyor. İhtilalin lideri Orgeneral Cemal Gürsel anayasayı hazırlayacak bilim adamlarıyla yaptığı ilk toplantıda şöyle diyor: "Öyle bir anayasa yapın ki, bir daha ihlali mümkün olmasın. Dinin istismarına imkan bırakmasın." (Şükran Özkaya, a.g.k., s.212).

Bu sözlerin söylendiği tarih 1960. Tam 48 yıl önce. Gerçi, benzer sözler 48, hatta 78 yıl önce de söyleniyor. Ne yazık ki, ihlal ihlal üstüne, istismar istismar üstüne. Dine dayalı düzen özlemiyle.

BU TABLOYU KİM YAPTI

Ülkeler arasındaki farkı anlatan bir anekdot müthiş.

"İngiliz ordusunda subayların hemen tamamı Muhafazakár Parti sempatizanı. Askerlere verilen konferans listesinde yer alan konulardan biri de, Muhafazakár Parti’den gelecek bir milletvekiliyle, Muhafazakárları iktidara nasıl getiririz, idi."

Devamındaki cümle unutulacak gibi değil: "İngiliz Harp Akademisi çatısı altında yapılan bu toplantıya iktidardaki İşçi Partisi’nden, ima yollu dahi, en küçük bir ses gelmedi." (Sami Küçük, a.g.k., s.48).

İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar Paris’i işgal ediyor. İşgal günlerinin birinde, Alman askerleri Picasso’nun atölyesine giriyor. Tarihi katliamı anlatan ünlü Guernica tablosunu görünce, Almanlar, "Bunu kim yaptı" diye soruyor. Picasso’nun yanıtı tek bir kelime: "Siz."

Bu pazar ruhum, Guernica gibi. Bu pazar ruhum, Picasso’nun o tek kelimesiyle özdeş. "Siz", toptan hepiniz. Bu pazar ruhum, yıllardır yazmaya çalıştığım "pazar yazıları" türüne çok aykırı.
Yazının Devamını Oku

Ergenekon’da Türkiye çok para öder

4 Temmuz 2008
MATZNETTER, Avusturya davası, 10 Kasım 1969.Lettellier, Fransa davası, 14 Şubat 1976. Weber, İsviçre davası, 26 Ocak 1993.

Muller. Fransa davası, 17 Mart 1997.

Bir örnek de bizden. Yaşcı ve Sargın, Türkiye davası.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görülen bu davaların ortak bir yanı var.

Çok aşırı bir cezanın beklenebildiği durumlarda bile, alıkoyma halinin (gözaltı ve tutukluluk) de-va-mı-nı AİHM haklı bul-mu-yor.

Yukardaki örneklerde adı geçenler, gözaltı ya da tutukluluk süresinin uzaması üzerine, AİHM’ye başvuruyor.

AİHM adı geçen ülkeleri, adı geçen davalarda, o kişilere tazminat ödemeye mahkûm ediyor.

Davaların tarihleri, bu uygulamanın kırk yıldır sürdüğünü gösteriyor. Avrupa hukuku işte bu.

TAZMİNAT HAKKI

Ergenekon davasında bir yılı aşkın sürenin geçmiş olmasına rağmen, iddianame henüz ortada yok. Hazırlanıyor olması durumu kurtarmıyor.

Bu davada halen 49 tutuklu var. Aylardır hapisteler.

Şimdi hepsinin AİHM’de Türkiye aleyhine tazminat açma hakları var.

Darbe demokrasi dışı, hukuk bir eylem. Hukuk dışı bir eylemi önlemek üzere, o eylemi yapacakları iddia edilen kişilere uygulanan yöntem de, Avrupa hukukuna göre, kural dışı.

Türkiye’nin o hukukta imzası var. İmzası var ama, uygulama Türk usulü.

UÇ ÖRNEKLER

Avrupa hukukunda insan kutsal. Özgürlükler kutsal. Suçlu olduğu iddia edilenlerin korunması, bu kutsallığın sonucu.

Hatta, o kadar ki:

Zanlının kaçma ihtimalinin düşük olduğu durumlarda, belli adreste oturması ya da sık sık polise bildirimde bulunması koşuluyla, özgürlüğünden mahrum edilmiyor.

AİHM dosyalarında yine bu örnekler var. Wemhoff, Almanya davası, 27 Haziran 1968. Barfuss, Çek Cumhuriyeti davası, 1 Ağustos 2000.

Verdiğim örnekler dolandırıcılık, cinayet, siyasi ve kundaklama gibi farklı suçları içeriyor. Suçun türü ne olursa olsun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi işliyor. Örnekler bu sözleşmeye aykırı. Tazminat onun için.

DEMOKRASİ TANIMI

Ergenekon soruşturmasıyla ilgili pek çok gazetecinin etekleri zil çalıyor. Birilerini suç üstü yakaladıkları inancıyla.

Çünkü, Ergenekon üzerinden darbe önleniyor, demokrasi kurtuluyor.

Eteklerin zil çalmasıyla bununla sınırlı değil. Utanmazca ihbarlar eşliğinde zanlıları şimdiden mahkum eden, onları küçük düşüren yazılar, manşetler.

Demokrasiden anladıkları tek bir denklem var. Demokrasi eşittir askerin sözünün geçmediği bir sistem.

Doğru, kurallardan sadece biri bu. Ama, çok eksik.

O demokrasinin hukuku nerede? İnsan hakları nerede? Eşitlik nerede? Temel haklar ve özgürlükler nerede?

Sonuna, ama sonuna kadar darbelere şiddetle karşıyım.

1 - Düşünce biçimi, demokrasiye inanç, insana saygı gereği karşıyım.

2 - Darbelerin acısını fiilen çeken biri olarak karşıyım.

Ama, demokrasi aldatmacası üzerinden, başka bir düzenin getirilmek istenmesine de, aynı şiddetle karşıyım.

O nedenle, bu adi ihbar furyasını, hukukun geri plana düşmesini ve demokrasi teorisindeki cehaleti anlamakta güçlük çekiyorum.
Yazının Devamını Oku

Hollandalı 12’den vurdu

3 Temmuz 2008
Riaoomen Ruijted. Ben de, sizin gibi bunu okumakta zorlanıyorum. Ruijted Hollandalı, Hıristiyan Demokrat milletvekili. Mart 2008’de Avrupa Parlamentosu’nda görüşülmek üzere, Türkiye raporu yazıyor. 44 paragraflık, dokuz sayfalık rapor taslağında bugün Türkiye’yi sarsan büyük gözaltı ile ilgili çarpıcı bir öneri var:

"Ergenekon hadisesinin üzerine kararlılıkla gidilmeli, bu şebekenin devlet içindeki bağlantıları tam anlamıyla gün yüzüne çıkartılmalı ve sanıklar adalete teslim edilmelidir."

Hollandalı bir milletvekili, Hollanda’dan ya da Brüksel’den Ergenekon’u çok iyi biliyor. Devlette bir şebekenin varlığından o kadar emin ki, sanıkların adalete teslim edilmesini istiyor.

Hükümete yapılan bu öneriyi içeren rapor taslağı, 13 Mart 2008 tarihli Zaman Gazetesi’nde yayınlanıyor.

MERAK BU YA

Bu gibi raporların nasıl yazıldığı sır değil.

Raporu hazırlayan yabancı milletvekilleri genellikle Ankara ve İstanbul’a geliyor, çeşitli çevrelerle görüşüyor. İzlenimler daha sonra rapora dönüşüyor.

Hollandalı milletvekilinin Türkiye’ye gelip gelmediğini bilmiyorum. Gelsin ya da gelmesin, raporu yazmadan önce kimlerle görüştüğünü çok merak ediyorum. Mutlaka ve mutlaka AKP’liler ve AKP yandaşları ile görüştüğü ortada.

Hollandalı 12’den vuruyor. Onun 12’den vurmasını sağlayanları merak ediyorum.

Tam bu merakım depreşmişken, bir yıl önce o sırada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bazı gazetecilere fısıldadığı cümle aklıma geliyor:

"Ergenekon’u iyi izleyin, o iş çok büyüyecek."

Çok iyi izleyenler arasında, tesadüfe bakın ki, Hollandalı milletvekili de var.

O kadar iyi izliyor ki, rapor taslağında yine çarpıcı bir cümle var:

"2007’de askeri müdahale girişimlerine karşı, demokrasinin galip gelmesi memnuniyet vericidir."

BİZ ATLIYORUZ

Geçen yıl müdahale girişimi mi var? Geçmiş yıllarda İspanya’daki gibi Meclis baskını ya da bizde kırk yıl önceki 22 Şubat ya da 21 Mayıs gibi girişimler mi var? Yetmiş milyon insan, biz hepimiz geçen yıl bu girişimleri atlıyoruz muyuz? Biz atlıyoruz, Hollandalı atlamıyor.

Hollandalı masum. Bu taslak AKP’nin yurtiçinde olduğu gibi, yurtdışında da, nasıl çalıştığını gösteriyor. AKP’deki yaygın inanç şu:

İktidarını devirmeye yönelik demokrasi dışı arayışlar var.

BİÇİM KÖTÜ


Bu tezi işleyerek, kendi istediği düzeni kurmak istiyor. Bir yandan bu gibi rapor taslaklarıyla, bir yandan kendi açıklamalarıyla. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın şikayet ettiği, "Türkiye’de Müslümanların dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşadığı" palavrası gibi.

Ergenekon’la ilgili iddialarda belli bir gerçek payı olabilir. Ona yargı karar verecek. Bir bölüm insan ve medya, "evet darbe girişimi var" tezinde çok imanlı. Başkaları da, "bu AKP’nin komplosu" tezinde.

Belki ikisinin de doğru ve yanlışları var. Belki, gerçek ile komplo arasında denge var. Olayın özü ise çok daha vurucu.

Eğer öyle bir girişim varsa, darbe yanlıları, hayır eğer yoksa, AKP, aynı yerde buluşuyor: Rejim değişikliği girişiminde. Çoğunluk ikisini de tepkili.

Ayrıca, olup bitenlerin biçimine. Yaşadıklarımız darbe günlüğü gibi.
Yazının Devamını Oku

1944 Turancılar 1951 komünistler 2008 ulusalcılar

2 Temmuz 2008
OLAĞAN buluşmalar dün aniden erteleniyor. Olağan görüşmeler dün aniden geriye itiliyor. Olağan telefonlaşmalar dün aniden garip bir dikkate bürünüyor. Milyonlarca ilgisiz kişi dün aynı kaygıda birleşiyor. "Benim başıma da bir şey gelir mi" korkusu.

Bunun adı, faşizmin kitle ruhu. AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta. Kapatma davasına AKP rövanşı.

* * *

Aniden ikili görüşme.

Başbakan Erdoğan ile Kara Kuvvetleri Komutanı ve iki ay sonraki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ arasında.

Emekli generallerin, komutanların oturduğu askeri lojmanlara polisin elini kolunu sallayarak girmesi mümkün değil.

Birebir bilgi yok. Ama, büyük olasılıkla Erdoğan, Orgeneral Başbuğ’a, o ani görüşmede dün sabahki depremi haber vermiş olabilir. İki emekli komutanın, emekli orgeneraller Hurşit Tolon ile Şener Eruygur’un gözaltına alınacağını.

Aksini düşünmek saflık.

İKİ MİTİNG

Aniden iki miting.

AKP’ye yakın bir sivil toplum örgütü, Malatya ve İstanbul’da aniden miting düzenliyor. "Darbeye hayır" mitingleri. Bayram değil, seyran değil, sanki Türkiye’de birileri darbe hazırlığında ve bu mitinglerle o hazırlık gün ışığına çıkartılıyor.

Ve dün sabah bir yılı aşkın süredir ortada dolaşan ve ne olduğu hala bilinmeyen Ergenekon örgütü çerçevesinde anlı şanlı emekli generaller, Sinan Aygün gibi işadamları ve gazeteciler gözaltına alınıyor.

1944 Turancılar, 1951 komünistler, askeri darbe dönemlerinde yaşanan toplu gözaltıları anımsatan, tarihe geçecek bir uygulama. Dünkü uygulamanın da, bir adı var.

2008, AKP karşıtı, ulusalcılara gözaltı.

Son bir hafta geriye gidince, dünkü gözaltılar "geliyorum" diyen bir fırtınanın işaretlerini taşıyor.

ÇİÇEK’İN İTİRAFI

12 Haziran 2007. Ümraniye’de bir evde 27 el bombası bulunuyor. Ve adına Ergenekon denilen, darbe girişimi iddiasına dönük soruşturma başlıyor.

Arada yüzü aşkın gözaltı, 49 tutuklama var. Bugün 2 Temmuz 2008. Ortada hálá bir iddianame yok. Sadece Türkiye’de değil, herhalde dünya hukuk tarihinde bir rekor. İnsan haklarını yerlerde süründüren bir rekor.

Bir yılı aşkın süredir Ergenekon kapsamında gözaltılar dalga dalga geliyor. Bu beşinci dalga. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek dün itiraf ediyor: "Hukuk siyasallaşmıştır."

Hükümetin iki numaralı sorumlusu bu iki kelimelik cümlesiyle, olan biteni özetliyor. AKP iktidarıyla hukuk arasındaki bağı itiraf ediyor.

Yargı elbette dokunulmazlık tanımıyor. Gerektiğinde Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar dahil, belli usul içinde herkesten hesap sorma hakkı var.

Ama, bunu bir yılı aşkın süreye yayarak, dalga dalga, hangi gün, kimin başına ne geleceğinin bilinmediği bir ortam yaratmak, Türkiye’yi Cemil Çiçek’in itiraf ettiği noktaya getiriyor.

Kapatma davasının rövanşını AKP fena halde alıyor. Koca bir ülkeyi çok sancılı bir maceranın kucağına atmaktan çekinmiyor.

Malezya’da sırıtan sığınma

MALEZYA’da ikisi de İslamcı parti. AKP birine daha yakın.

Dünkü Ergenekon fırtınası her olayı gündemden düşürüyor. Ancak, önemli bir olayı tarihe düşmek yine de, gerekiyor.

Malezya’da muhalefet lideri Enver İbrahim kişisel güvenliğinin tehlikeye düşmesi üzerine, Türk Büyükelçiliğine sığınıyor. Onca büyükelçilik varken, neden bizimkine sığınıyor?

Enver İbrahim, kamu oyunun haberi olmadan, ama AKP’nin bilgisinde sık sık Türkiye’ye geliyor. AKP yöneticileri ve danışmanlarıyla görüşüyor. Malezya’daki dostlukların uzantısı olarak.

Enver İbrahim’in muhalefet partisi ile Başbakan Abdullah Ahmet Bedevi’nin iktidar partisi özünde aynı, dinci, İslamcı. AKP’nin Enver İbrahim’e yakın olması Başbakan Bedevi’nin hışmını çekiyor.

AKP Bedevi’yi uzun süredir Ankara’ya davet ediyor. Ama, o ısrarlı davetleri sürekli geri çeviriyor.

Enver İbrahim’in Türk Büyükelçiliğine sığınması, AKP ideolojisinin uluslararası uzantısının sonucu.
Yazının Devamını Oku

Sorun SE Başkan Yardımcılığı

1 Temmuz 2008
APO krizi had safhada. İtalya ile gerginlik müthiş. Apo İtalya’da, İtalya Başbakanı D’Alema, "Apo’ya siyasi iltica hakkı tanınabileceğini" açıklıyor. Yıl 1999. Cenevre’de Sosyalist Enternasyonal (SE) toplantısı var. Erdal İnönü SE’de Başkan Yardımcısı. Yıllar yılı SHP ve CHP adına SE ile ilişkileri düzenleyen Şule Bucak’ı arıyor. D’Alema’dan randevu istemesi için. D’Alema’nın partisi SE üyesi. Erdal Bey D’Alema ile görüşerek, Apo’ya iltica hakkı verilmesinin önlenebileceğini düşünüyor.

Ama, önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın D’Alema ile görüşmesinin daha doğru olacağını düşünüyor.

D’Alema’nın "Apo’ya iltica hakkı tanınacağını" açıklaması üzerine, Baykal, D’Alema ile görüşmekten vazgeçiyor. SE’ye gitmiyor.

Erdal Bey yine de gidiyor, D’Alema ile görüşüyor ve iltica verilmesini önlüyor.

PERES ÖRNEĞİ

İsrail-Filistin savaşı had safhada. Dünyadaki sosyal demokrat partiler İsrail İşçi Partisi’ni yerden yere vuruyor.

O sırada parti başkanı Simon Peres SE toplantısına katılıyor.
Toplantıda İsrail’e söylenmedik söz yok. Peres yine de katılıyor ve İsrail’i savunuyor.

Bizden ve başkalarından bu iki örneği bugün anımsamanın tam zamanı. SE’de CHP’ye yönelik eleştiriler nedeniyle, Baykal Atina’daki toplantıya katılmıyor. İlk bakışta öyle.

CTP’YE AÇILAN YOL

SE dünyadaki sosyal demokrat partilerin şemsiye kuruluşu. Dünyadaki ve kendi aralarındaki her sorun orada konuşuluyor. Ve oraya herkes, her koşulda katılıyor.

Taze bir örnek. SE, Kıbrıs Rum Kesimindeki sosyal demokrat parti EDEK’e de, CHP gibi, olumsuz bakıyor. Ama, EDEK yine de katılıyor.

EDEK’e olumsuz bakan SE, buna karşılık KKTC’deki sosyal demokrat parti CTP’ye üyelik için yeşil ışık yakıyor. CTP’nin gözlemci üyeliğinin Atina’da tam üyelik statüsüne yükselme olasılığı gündemde.

OLAY BAŞKA


SE’den CHP’ye eleştiri var, tamam. Ama, Baykal’ın katılmayışın nedeni o eleştiriler değil.

Avrupa’daki bazı sosyal demokrat parti üyelerinden öğrendiğim şu:

SE’de 21 başkan yardımcısı var. Onlardan biri de, Baykal. Onun Atina’da yeniden başkan yardımcılığına seçilme olasılığı hayli düşük.

Ancak, seçilmeyişin nedeni, sadece CHP’ye dönük eleştiriler değil. Belki onun da payı var, ama asıl neden çok başka.

Dünyada sosyal demokrat partilerde kadın kontenjanları hızla yükseliyor. Bu durum, Atina’da SE yönetimine yansıyacak. Kadın başkan yardımcılarının sayısı artacak. Baykal’ın şansı azalacak. Onun için gitmiyor.

SE’de başkan yardımcılığı, CHP’de ömür boyu genel başkanlık, gibi tüzük manevralarına el vermiyor. Bugün başkan yardımcısısın, yarın değil.

Kaldı ki, eğer SE’de CHP eleştiriliyorsa, pek çok örnek var, gidersin, savunursun. Kaçmak, sorunu çözmüyor.

Erdal Bey küçük hesap yapmıyor. Her türlü riski göze alıp, yine de gidiyor. Ruhu şad olsun.
Yazının Devamını Oku

Her şey 60 ile 90 saniye arasında

29 Haziran 2008
Düşüş hızınız saatte 250 kilometreye kadar ulaşıyor. Atlayanın kilosuna ve paraşütün cinsine göre, yere iniş süreniz 60 ila 90 saniye sürüyor. İşte her şey o 60 ile 90 saniyede olup bitiyor. Yere çakılmaya beş saniye var. 3 bin 300 metreden atlıyor. 3 bin 150 metreyi tüyleri diken diken eden saniyeler içinde tüketiyor. Yere 150 metre var. Paraşüt hálá açılmıyor.

"Bütün hayatımı süratle gördüm. Hayatım, milyon defa hızlanmış slayt şovu gibi karşımda. En ince ayrıntısıyla. Baba evi, ilkokul, kız arkadaşlar... Her şey gözümün önünde. Hiç eksiği yok. O kadar kısa sürede."

Mucize gerçekleşiyor. Paraşüt yere çakılmaya beş saniye kala açılıyor. Ömer Erdem, yıllarca atladığı paraşüte sarılıyor. Hayata yeniden sarılıyor.

Dört kişilik paraşüt ekibi, 36 yıl önce paraşütten atlamaya başlıyor. Yaş, baş kemale erince, ara veriyorlar. 24 yıl sonra paraşütle atlamaya yeniden başlıyorlar. Döndüklerinde, kendilerine "Deli Anlılar" adını veriyorlar. "Delikanlının" halk dilindeki adı.

DÜNYADA KUTLANSIN

Türkkuşu 1935’te Atatürk’ün emriyle faaliyete geçiyor. Ankara’da İnönü tesislerinde. Atatürk’ün şoförün Abdurrahman Türkkuşu paraşütçü olmak istediğini söylüyor. Bunun üzerine Atatürk onu eğitim için Rusya’ya gönderiyor. İleriki yıllarda Ruslar Ankara’ya geliyor, Türkiye’de paraşütçü yetiştiriyor. Rusya’dan dönüşte, Abdurrahman Türkkuşu Türkiye’de paraşütle ilk atlayışını gerçekleştiriyor. Tarih 10 Eylül 1935.

"Deli Anlılar" şimdi bizim Dışişleri Bakanlığı üzerinden Birleşmiş Milletler’e başvuruyor. 10 Eylül’ün "Dünya Paraşütçüler Günü" ilan edilmesi için. 10 Eylül, Türkiye’de zaten Türkiye Serbest Paraşütçüler Günü olarak kutlanıyor. Aynı günün dünyada kutlanmasını sağlamak üzere, Deli Anlılar Başbakanlığın yardımını istiyor. Başbakanlık, Birleşmiş Milletler’e yapılan başvuruyu destekliyor.

Türkiye’de paraşütçülerin ilk toplu gösterisi 1965’teki 19 Mayıs törenlerinde. Uluslararası bir yarışmaya ilk katılma tarihi 1973. Kuruluştan yaklaşık kırk yıl sonra.

DÜŞÜŞ HIZI: 250 KM

Ömer Erdem her atlayışta aynı heyecanı yaşıyor: "Paraşütle atlamaya giderken, içimdeki korkuyu tarif edemem. Tam uçağın kapısından aşağıya atlayacağım sırada, kendi kendime kızıyorum, bağırıp çağırıyorum, burada ne işim var, diye. Korkum öylesine büyük. Kalp atışlarım hızlanıyor. Kapıdan çıkıncaya kadar on, on bir saniye böyle geçiyor. Ama, kapıdan çıkınca, adrenalin keyfi başlıyor. O esnada dünyanın sahibi artık benim. Erişilmez bir duygu."

Düşüş hızı saatte 250 kilometreye kadar ulaşıyor. Paraşüt açıldıktan sonra, atlayanın kilosuna ve paraşütün cinsine göre, yere iniş süresi 60 ila 90 saniye.

İşte, her şey o 60 ile 90 saniye arasında. Bağıran, şarkı söyleyen, birbirine kenetlenen, birbirinden kopan. Yalnız ve tek başına. Sonsuzluğun tadı. Kendi kendine söz vermeler, geleceğe dönük planlar, her şeye hükmetme hırsı, bazen pişmanlıklar. Gösteri için ayrı, ama tek başına, üstün insan inancıyla yumrukların sıkılması.

O eskiden, ya paraşüt açılmazsa, korkusu. Şimdi her şey otomatik. Deklanşöre basmasanız bile, paraşüt otomatik olarak açılıyor. 3 bin 300 metreden atlandığında, en geç 1200 metre kala açılıyor. 60 ile 90 saniye arasında dünyanın tek sahibi olmak. O boşlukta, en iyi benim duygusuna erişmek, akla gelebilecek her şeyi yapmaya muktedir olmak inancı.

Bu yaşa gelmiş kişileri "deli" yapan, yeniden paraşüte döndüren onların tadı damaklarından hiç silinmeyen bu duygular. Onları hayata bağlayan bir tutku.
Yazının Devamını Oku