Yalçın Doğan

Erdoğan Allah’ı şahit tuttu

26 Temmuz 2008
İLANDAKİ o cümle. Ben ilandaki o cümlenin peşinden gidiyorum. Çaykur’da çalışan işçilere aylardır baskı yapılıyor. Sendikal özgürlüğe ters, sendikal adaba aykırı baskılar. Üyesi bulundukları Tekgıda-İş’ten ayrılıp, AKP iktidarına yakın Özgıda-İş’e üye olmaları için.

Baskı, dalga dalga. AKP Rize milletvekilleri, Çaykur yönetimi, Rize AKP il ve ilçe başkanları, hepsi birden Çaykur işçisine yükleniyor, "sendikanı değiştir".

Baskılar karşısında Rize’de çadır kurarak eyleme geçen Tekgıda-İş Başkanı ki, aynı zamanda Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türkel gazetelere ilan veriyor. O ilandaki bir cümle, üzerine roman yazılacak türde.

İLANDAKİ CÜMLE

Tayyip Erdoğan’a açık mektup yazan Mustafa Türkel o ilanda şunu söylüyor:

"Çaykur işçilerinin Tekgıda-İş’ten ayrılıp, Özgıda-İş’e üye olmaya zorlanması yolunda en küçük bir işaret ya da imada bile bulunmadığınız, hatta parti yönetim kademelerini sendikal meselelere asla müdahale etmemeleri için uyardığınıza dair beyanınız, sizi makamınızda ziyaret ettiğimizde, Allah’ı şahit tutarak, bizzat tarafımıza yapılmıştır".

İşte ilandaki cümle bu. Az, buz iddia değil.

Erdoğan, Allah’ı şahit göstererek, Çaykur işçisine müdahalede bulunmadığını söylüyor. Koca Başbakan, yalan söyleyecek hali yok. Hele de, mümin ve inanmış bir adem olarak.

MAKAM ODASINDA

2007 Kasım ayı. Türk-İş kongresi yaklaşıyor. Türk-İş yönetimi, Erdoğan’ı kongreye davet etmek için, Başbakanlığa gidiyor.

Odada Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, o günkü Türk-İş Başkanı Salih Kılıç, bugünkü Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu, Türk-İş yönetiminden Ergün Atalay ile Mustafa Türkel var.

Çaykur’da işçilere baskı meselesi açılıyor. Başbakan Erdoğan isim sayarak:

"Çaykur genel müdürüne, Rize AKP il başkanına ve diğerlerine söyledim, Allah şahidimdir, bu işe karışmayın, dedim."

Mümin ve inanmış bir adem olarak, üstelik Başbakan, Allah’ı şahit tutarak, yalan söyleyecek hali yok.

KILIÇDAROĞLU SORDU

O zaman, Rize milletvekilleri, AKP il Başkanı, Çaykur yönetimi işçilere baskı yapma cesaretini kimden alıyor?

Bu kritik soru ve Çaykur’da işçilere baskıyla ilgili, CHP Gurup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan Erdoğan’a soru önergesi veriyor. İlandaki gibi, madem baskı yok, "şimdi baskı ile ilgili soruşturma açacak mısınız" sorusu.

Mümin ve inanmış bir adem olarak, Allah’ı şahit gösteren Başbakan Erdoğan, Çaykur’da işçilere yapılan baskı karşısında ne yapar?

1- Ben öyle bir cümle söylemedim, der. Odadakiler yanlış duymuş olabilir.

2- Köpeklere ekmek dağıtır, yemini geride kalır.

3- Yeminine sadık kalır, AKP Rize ve Çaykur yönetiminin altından girer, üstünden çıkar.

Sadece ihtimalleri sıralıyorum, yoksa bence, kesinlikle ve mutlaka üçüncü şık.

Delikanlı ve harbi bir Başbakan olarak, bunların anasını ağlatmak, onun boynunun borcu. Allah’ı şahit göstermiş, mümin bir Başbakan olarak, sözünün altında kalacağını hiç sanmıyorum.

Siz hangi şıkkı işaretliyorsunuz? Siz de, üçüncüyü değil mi?
Yazının Devamını Oku

Nafile emir: Çaykur’a hücuuuum

25 Temmuz 2008
ÇADIRI Rize’de Çaykur binasının tam karşısına kuruyor. Baskılara karşı protesto için.Türk-İş Genel Sekreteri, aynı zamanda Tekgıda-İş Başkanı Mustafa Türkel dört gündür Rize’de eylem yapıyor. Aziz Türk basınında bu eylemle ilgili henüz tek satır yok. Oysa, Çaykur işçilerine yönelik, "bak ha, yoksa işinden olursun" türünden gözdağı, almış başını gidiyor. YİNE ERGENEKON

Dün telefonla konuştuğum Mustafa Türkel:

"37 yıldır sendikacıyım, ben böylesine bir siyasi baskı görmedim."

Türkel
devam ediyor:

"Rize ve çevresinde ne kadar AKP il ve ilçe başkanı varsa, Çaykur yönetimiyle birlikte hepsi Çaykur işçisinin üzerine geliyor. Hatta, bizleri, bunlar Ergenekoncu, diye suçlamaya kadar vardırıyorlar işi."

Bu vahim, bu demokrasi dışı saldırının arkasında ne var?

ARKA BAHÇE

Çok basit. AKP’nin, Çaykur işçilerini, kendi yandaşı bir sendikaya üye yaptırma çabası var.

Çaykur’da 14 bin 277 işçi çalışıyor. Büyük çoğunluğu Türk-İş’e bağlı Tekgıda-İş üyesi.

Son sekiz aydır Çaykur işçilerine yoğun bir baskı uygulanıyor. Tekgıda-İş’ten ayrılıp, Hak-İş’e bağlı Özgıda-İş’e geçmeleri için.

Hak-İş Başkanı Salim Uslu’yu tanıyorum, zaman zaman sohbet ediyoruz. Biliyorum, itiraz edecek ama, Hak-İş, AKP’nin arka bahçesi. Zaten, AKP’nin Çaykur işçilerine Hak-İş’e bağlı sendikaya geçmeleri için yaptığı baskının altında yatan bu.

Yoksa, bir sendikadan ötekine geçmek için neden baskı yapsınlar?

ARTIK ZOR

AKP’nin istediği sendikaya geçince ne olacak?

Ne olacak, yarın toplu sözleşme yetkisi o yeni sendikaya verilecek, toplu sözleşmede de, işçilerin ücret artışı ve diğer hakları, AKP’nin istediği yörüngeye oturacak.

Her sektörde ve her kurumda kadrolaşma mantığının yeni bir uzantısı, "orası da bizim" çığlıkları.

Yoğun baskıya rağmen, AKP istediği sonucu elde edemiyor. Türkel:

"Sekiz aylık baskı sonucu Çaykur’da işçilerin 3 bin 040’ı, toplamın ancak yüzde 24.2’si diğer sendikaya geçti. Artık başarmaları mümkün değil."

Oysa, yetki için, işçilerin yüzde 51’nin üyeliği şart.

AB’YE MEKTUP

Mustafa Türkel, 22 Temmuz’da başlattığı çadır eylemini, 3 Ağustos’a kadar sürdürecek.

Çünkü, Çalışma Bakanlığı toplu sözleşme yetkisi yapmaya hak kazanan sendikayı eylülde belirliyor. Belirleme süresi, çalışan işçi sayısına göre, bir ay önceden belli oluyor. Yani, ağustos başında.

Türkel Türkiye içinde sesini duyuramıyor. Ama, dışarıya duyuruyor. AB ve Avrupa Parlamentosuna durumu anlatan mektuplar yazıyor. "Sizin demokrasi havarisi ilan ettiğiniz AKP’nin gerçek yüzü işte budur" diyerek.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi dayanışma için yarın Rize’ye gidiyor. Çelebi, "Hak-İş benzer bir haksızlık karşısında kalsa, ona da giderim, çünkü bir sendika mağdur ediliyor" diyor. Dayanışma ruhu.

İŞİN ÖZÜ

İşin özü, madalyonun öte yanında. AKP, Tekgıda-İş’i neden hedef alıyor?

Mustafa Türkel gerek 1 Mayıs’ta, gerek çeşitli sivil toplum eylemlerinde AKP karşısında. Her sefer tutarlı tavır sergiliyor, AKP’nin tekerleğine çomak sokuyor.

AKP şimdi Çaykur üzerinden onu zayıflatmayı deniyor. Ama, nafile.
Yazının Devamını Oku

Transferde dört gözde bir çürük

24 Temmuz 2008
ALFABEDEN dört harf, ama beş isim. Soldan sağa büyük çarkta beş kişi. Geçen yıl seçimlerde AKP listelerinden milletvekili seçilenler. Bilmece gibi. Ama, değil. Herkesin bildiği isimler. Bazıları çok sık, bazıları medyada şöyle böyle boy gösteren tanıdık isimler.

Soldan sağa çark ederken, dördü yeni yuvaya alışmakta pek güçlük çekmiyor. Biri hariç.

Dördü yeni yuvada kendilerini kabul ettirmek için, yırtınıyor. Sözde değil, özde ve safkan AKP’lilere bile taş çıkartacak laflar onlardan geliyor. Biri hariç.

HOOOP DEDİK

Onlardan biri Anayasa ile ilgili, kendi boyunu aşan ve eski kendisiyle çelişen büyük laflar ediyor. Ağzının payını alıyor. Ama, ona asıl zılgıt çeken bir AKP önde geleni:

"Hooop, burası muhafazakar bir parti, öyle her akla gelen söylenmez burada."

O günden beri sesi çıkmaz oluyor. Sigara yasağı genişlerken. O ağzından sigarayı eksik etmiyor.

SABAH OLURSA

Öteki hırçın çıkışlarla kendini hatırlatmak çabasında.

Soldan geliyor ya, kendini kanıtlamak istiyor ya, AKP’nin kendisini "ay bu ne iyi çocukmuş" diyerek, bağrına basmasını bekliyor ya, ne yapması gerek? Çok kolay. Önemli olaylarda en sivri çıkışlara o imza atmak hevesinde.

Kendine biçtiği bu rolü ara sıra hakkıyla oynuyor. Tevfik Fikret’e aykırı, "bir gün bu ülkede sabah olacak" demeden, atını dört nala, bu sefer tersine sürüyor.

BÜYÜK KALE

Üçüncü çocuğun sesini duyan yok.

Yaşıyor mu? Aman, yoksa başına bir şey mi geldi, diye telaşa kapılanlar bile var. Ama, değil. Çok şükür sağlık yerinde, nabız tamam.

İyi bildiği Ege sularında kulaç atarken, aklı fikri yaklaşan yerel seçimlerde. Yeni abilerine, "bu büyük kale nasıl fethedilir" canhıraş feryatlar eşliğinde, plan üstüne plan sunuyor. Büyük kentin inceliklerini anlatıyor. Canını dişine takıyor, yeter ki, kırk yıldır kendisini besleyen kalenin gözünü oysun.

Sessiz ve derinden gidiyor. Yo, filmdeki gibi değil, gerçekten öyle.

KARŞI OY VE RET

Transferlerden dördüncüsü şimdi sanki peri kızı.

O alımlı, o çalımlı, bir zamanlar hiç bir düşüncesinden ödün vermeyen, sular seller gibi ön planda savaşan o bahçe kızı şimdi hayata küskün gibi. Koptuğu yere de kızıyor, geldiği yere de. Koptuğu yere de uzak, geldiği yere de. AKP bir süredir ona kuşkuyla bakıyor. Çünkü:

Meclis komisyonlarında bazı oylamalarda AKP’nin değil, vicdanının sesini dinliyor ve muhalefetle birlikte oy kullanıyor.

Soldan sağa transferde, AKP’ye göre, çürük çıkan o. Her muhalif oylama sonrasında AKP, onun hanesine bir çentik daha atıyor.

CİCİ ÇOCUK

Huzurlarınızda dillere destan bir çarkın öyküsü.

Koptuğu yerde bir zamanlar en çok konuşanlardan biri o. Geldiği yerde, yine çok konuşma rekoruna doğru emin adımlarla ilerliyor. Ama, içerik yüzde yüz ters. E, çark ettin mi, Levent Kırca üslubunda, "olacak o kadar."

AKP asları gözünü ondan ayırmıyor. Önemli bir çıkış mı yapılacak, görev ona veriliyor. "İşte eski solcu bile böyle düşünüyor" imajı yaymak için.

Solun stratejisi ne olabilir? AKP ona soruyor. CHP ne yapabilir? AKP ona soruyor. Solun önü nasıl kesilir? AKP ona soruyor. Sola karşı taktikler ondan. O çocuk cici. O çocuk bir tanelerin nur tanesi.

AKP’liler manzaraya bakıyor, bıyık altından gülümsüyor.
Yazının Devamını Oku

Şener’in gaz pedalı

23 Temmuz 2008
İSMAİL Y.K. alanda kendiliğinden toplanan beş, altı bin kişiye sahneden sesleniyor:<br><br>"Sıfır kilometre yeni bir araba satın alırım / Mahallede ben kızlara hava atarım." Geçen hafta sonu Sivas’taki bu konserde, İsmail Y.K. bu dizeleri söylüyor, Sivas’lı gençler hep bir ağızdan karşılık veriyor:

"Bas gaza, bas gaza, aşkım bas gaza."

CD satışları dört milyona tırmanarak rekor kıran İsmail Y.K. hip hoplarıyla gençleri ayaklandırırken, ben alanda nabız yokluyorum. Abdüllatif Şener’in memleketi Sivas’ta.

ŞENER’İN ARABASI

Abdüllatif Şener, İsmail Y.K.’nın söylediği gibi, yeni bir araba satın alıyor. Yani, yeni bir parti kuruyor. Kızlara hava atmak için değil. Mahalleyi yönetmek için.

Alanda konseri izleyen gençlere, orta yaşlılara soruyorum:

"Abdüllatif Şener yeni arabasıyla Türkiye’de hava atar mı?"

İlk anda, birkaç genç, sahneden alana yayılan şarkıya eşlik ediyor:

"Kim tutar seni, bas gaza / Yollar senin için durma."

Yani, önü açık. Şansı bol. Ama, sonra derin bir nefes alıyorlar:

"Aman yanlış anlaşılmasın abi, Abdüllatif Bey gaza basacak ama, gaz pedalı bozuk".

Parti yarı yolda tökezleyecek mi? Gaz pedalı neden bozuk?

"Başta iyi yaptı, bıraktı, ama sonra fırsat bekledi, bu olmadı be abi."

Alandan ayrılıyorum, Sivas’ın çarşı, pazarında dolaşıyorum. Rasgele soruyorum. Şener’in memleketi Sivas’ta, Şener’e karşı bir tereddüt, bir mesafe var.

SİVAS BİLE

AKP kurulurken ve daha sonra, Şener Sivas’ta AKP il ve ilçe başkanlarını kendi seçiyor. Sivas’ı kendi örgütlüyor. Şimdi oradaki AKP’lilerin iddiası:

"İlçe başkanlarından biri hariç, şimdi hiç biri Şener’i desteklemiyor."

AKP iddiası olduğu için, dikkatli bakmak gerek. Ancak, halkın nabzı bu iddiaları doğrular türde:

"Abi, Abdüllatif Bey şimdi bağımsız aday olsa, valla zor seçilir."

Daha kendi memleketinde bu kadar zorlanacak gibi görünen Abdüllatif Şener, yeni partisiyle Türkiye’de ne yapar? Şansı ne kadar?

Belli ki, Şener’in Sivas’taki tabanıyla sorunu var. Belli ki, o eski taban, Şener’in yeni partisine uzak duruyor. Eminim, AKP bu havayı dalga dalga bütün Türkiye’ye yaymak için elinden geleni yapıyor. Bu da, yeni partiyi zora sokuyor.

İsmail Y.K. sahneden seslendikçe, Sivas’taki kalabalık hep bir ağızdan, "bas gaza, bas gaza" diye kendinden geçiyor.

Abdüllatif Şener gaza basacak ama, hız yapacak benzin şimdilik yok, gibi.

YÖK’te el çabukluğu marifet

REKTÖR adaylarını belirlerken, YÖK tam AKP yörüngesinde. Bir adım ötesi, rektörleri atayacak Abdullah Gül’ün işini kolaylaştırıyor.

21 üniversitede rektör adaylarını belirlemek üzere seçim yapılıyor. O seçime göre, adaylar sıralanıyor. Ne var ki, YÖK seçim meçim dinlemiyor, kendi siyasal eğilimi doğrultusunda, seçim kazanmış rektör adaylarını ya liste dışı bırakıyor ya da sıralamada aşağıya atıyor. Hem de, büyük üniversitelerde.

Örneğin, İTÜ’de seçimde birinci olan Prof. Dr. Faruk Karadoğan üçüncü sıraya alınırken, muhafazakarlığı ile tanınan Prof. Dr. Muhammed Şahin’i ilk sıraya getiriyor.

Örneğin, Gazi Üniversitesi’nde birinci seçilen, Atatürkçü Düşünce Derneği yönetiminde yer alan Prof. Dr. Kadri Yamaç aday listesine bile alınmıyor. Yamaç’ın yerine, milliyetçiliği ağır basan Prof. Rıza Ayhan ilk sıraya konuluyor.

Madem bu iş bu kadar keyfi, o zaman rektörlük için üniversitelerde seçim hokkabazlığı neden? Her üniversitede kendi adamlarını cımbızla seç, ona göre sırala, Çankaya zaten ona göre kerteriz almaya hazır, atama yap, geç, git.

YÖK boğazına kadar siyasete batıyor. Boğazına kadar sorumluluğu da beraberinde.
Yazının Devamını Oku

Bu sorular 12 Eylül’de bile yok

22 Temmuz 2008
ARALARINA bir gizli yazı giriyor. Aralarındaki hemşerilik, dostluk ve dayanışma böyle bir yazıyı kaldırmıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hiç beklemediği çıkışı TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan görüyor. Ama, TOBB Başkanı da, hiç beklemediği bir gizli ve resmi yazıyı Gül’den alıyor. İddiaya göre, Hisarcıklıoğlu, Gül’e soruyor.

"Bundan önce hiçbir cumhurbaşkanının yapmadığını, şimdi siz bize karşı neden yapıyorsunuz?"

Gül masum: "Benim haberim yok, arkadaşlar yapmış."

HESAP SORMA


Kelimesi kelimesine böyle olmayabilir, ama anlamı böyle.

Daha önce hiç yapılmayan ne?

Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) mayısta bazı sivil toplum örgütlerine (STÖ) gizli bir yazı gönderiyor. Gönderilen STÖ’ler arasında Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği, veteriner, eczacı, diş hekimleri, ziraatçılar, muhasebeciler, mimar ve mühendisler, noterler, bankalar, seyahat acentaları birlik ve odaları ile TOBB da var.

Yazıda, DDK bu kuruluşlardan hesap soruyor.

İKİ ÖRNEK


Örneğin, Türk Tabipler Birliği’ne:

Faaliyet alanınız nedir? Onur kurulundan hangi hekimlere, ne ceza verdiniz? Mali durumunuz nedir?

Örneğin, Türkiye Barolar Birliği’ne:

Beş yıllık geriye dönük mali durumunuz nedir? Türkiye’de son dönemde baroların yönetimlerine kimler seçilmiştir?

Her STÖ’nün mali durumu mutlaka soruluyor. Bayram değil, seyran değil, DDK bu kuruluşları neden öpmeye çalışıyor?

12 Eylül askeri darbe döneminde bile sorulmayan bu sorular neden? Her ne kadar, Anayasa’nın 135. maddesine göre, DDK’nın böyle bir yetkisi varsa bile, neden şimdi? Hele de aralarında Gül’ün kankası TOBB da varsa.

ERGENEKON

Durup dururken sorgulama. STÖ’ler bunu psikolojik sindirme olarak algılıyor.

İktidara karşı değişik nedenlerle eylem yapan, karşı söylemde bulunan STÖ’ler sindirilmeye çalışılıyor. Demokratik haklarını kullananlara fren.

Ayrıca, Ergenekon. Acaba, iddianamede adı geçenler arasında bu oda ve birliklerde görevli olanlar var mı? Ya da, bu kuruluşlar Ergenekon’a para aktarmış mı? Senaryolardan senaryo beğenmek serbest.

Gül’ün haberi yoksa, DDK’ya bu görev gökten zembille mi iniyor?

Maliye’nin kıdem tazminatı merakı

DDK bazı sivil toplum örgütlerini sorgularken, Maliye Bakanlığı boş durmuyor. Maliye de, sendikalara soruyor:

Kime, ne kadar kıdem tazminatı ödediniz?

Hoppalaaa. Maliye’nin bu tavrı, sendikalarda aynı yankıyı yaratıyor.

Bazı demokratik eylemler sonrasında, Tayyip Erdoğan çıkıyor ve sendikalara "Bu otobüsleri nereden buldular" diye soruyor. Kıdem tazminatını öğrenerek, "işte bunlar sendika ağası" diye ferman yayınlamak için mi?

Sendikaların hükümet karşıtı eylemlerine, baskı denemesi. Bugüne kadar, tarihte kim, kimi baskıyla kendi yanına çekebilmiş ki, şimdi AKP çeksin.

Kendinden yana olmayan, kendisi gibi düşünmeyen her kesimle kavga etmek adeti, şimdi bu gibi sorularla resmiyete dökülüyor.
Yazının Devamını Oku

Albrecht’in şansı bu sefer yaver gitti

20 Temmuz 2008
Dağa çıkmak için gelen Alman grubu içinde, PKK’nın Almanya’daki macerasını ayrıntılarıyla bilen, kriptodan haberi olan biri var. Cep telefonuyla ülkesini arayan dağcı. Her şeyi bildiği halde, içindeki dağcılık tutkusunu önleyemiyor, bu tura katılıyor.

Gecenin karanlığına silah sesleri karıştığında, aklına bir hafta önceki kripto geliyor. 3.200 metre yükseklikte, silah seslerine el fenerleri eklendiğinde, artık hiç kuşkusu kalmıyor. Kendisini ve arkadaşlarını şimdi bilinmeyen bir yolculuk /images/100/0x0/55ea5539f018fbb8f879100dbekliyor.

Kripto uyarı niteliğinde. Alman İstihbarat Örgütüne haziran başında gönderiliyor. Gönderen Türk istihbaratı. Kriptoda şu yazıyor:

"Kürtlerin yaşadığı bölgelerde son zamanlarda huzursuzluklar artmış bulunmaktadır. Önümüzdeki günlerde bu bölgelerde saldırı ve adam kaçırma olaylarına rastlanabilir".

Bu kriptoyu Alman İstihbarat Örgütü Almanya’da bütün eyaletlerin içişleri bakanlıklarına iletiyor. (Der Spiegel, Sayı 29, s.22).

9 Temmuz 2008. Ağrı Dağı. Türk istihbaratı 12’den vuruyor. 2 Haziran’da gelen uyarı, 9 Temmuz gecesi gerçeğe dönüşüyor. Ağrı Dağı’na tırmanmak üzere gelen dokuz Alman’dan üçü kaçırılıyor. PKK tarafından.

Kaçırılanlar arasında yer almayan, ama dağa tırmananlardan biri, Almanya’da iken bu kriptoyu öğreniyor. Üzerinde durmuyor. Öğrenip, geçiyor.

Şimdi büyük pişmanlık içinde cep telefonuna sarılıyor. Almanya’daki dostlarını arıyor. Alman Hükümeti, kaçırma olayından böyle haberdar oluyor.

ALMANYA’DA 500 BİN KÜRT

Almanya’da beş yüz bin Kürt yaşıyor. PKK burada hayli faal. Her ne kadar, Alman Hükümeti 1993’te PKK’yı yasaklamış olsa bile, zaman zaman onun faaliyetine pek ses çıkarmıyor. Hatta, Kürtlere etnik yayın yapan ROJ TV’nin Wuppertal’daki bürosuna göz yumuyor. 2004’den beri.

Ancak, geçen mayıs’ta bir gece yarısı baskınıyla ROJ TV’yi kapatıyor. Hannover, Köln ve Bremen’de yaşayan PKK’nın önde gelenlerini tutukluyor. Kapatma ve tutuklamalara PKK öfkeyle karşılık veriyor. Başta Berlin, çeşitli kentlerde protesto mitingleri düzenliyor. Öfke, Ağrı Dağı 3.200 metrede zirveye ulaşıyor.

9 Temmuz gecesi Ağrı Dağı’na Alman kampına gelen PKK’lılardan biri, kötü bir İngilizceyle, Kürt halkının Almanya’da gördüğü baskı üzerine uzun bir nutuk atıyor. Yanlarına üç Alman’ı alarak ortadan kayboluyorlar. Ertesi gün PKK merkezinden yayınlanan bir haberde, "Almanya’nın PKK’ya karşı düşmanca sürdürdüğü politika devam ettiği sürece, kaçırılan Almanların serbest bırakılmayacağı" bildiriliyor. PKK’nın Türkiye’ye açtığı savaş, Almanya’ya sıçrıyor.

Her türlü kısıtlamaya rağmen, PKK Almanya’da yeraltına iniyor. Örneğin, Almanya’dan PKK’ya yılda on milyon Euro akıyor.

GRUPTA KRİPTO’DAN HABERİ OLAN BİRİ VAR

Üç Alman dağcının kaçırılmasının ardından, adam kaçırma üzerine uzmanlaşmış altı Alman polisi Türkiye’ye geliyor.

Dağa çıkmak için gelen Alman grubu içinde, PKK’nın Almanya’daki macerasını ayrıntılarıyla bilen, kriptodan haberi olan biri var.

Cep telefonuyla ülkesini arayan dağcı. Her şeyi bildiği halde, içindeki dağcılık tutkusunu önleyemiyor, 1700 Euro karşılığında bu tura katılıyor.

Hele o dağcılardan birinin durumu, tırmanma tutkusunu anlatan, dağın zirvesine ulaştığında, fetih duygusuyla, her şeye hakim olma zevkini içinden hiç atamayan biri. Albrecht L. zirvede o unutulmaz anın heyecanını sürekli yaşayan biri.

Aynı heyecanla yine Ağrı Dağı’na tırmanmaya geliyor. On beş yıl önce olduğu gibi.

Albrecht L. on beş yıl önce aynı yerde PKK tarafından kaçırılıyor. Dört hafta PKK’lılarla dağda yaşıyor. Sonra bir fırsat bularak, kaçmayı başarıyor. (Der Spiegel, sayı 29, s.23).

Şansı bu kez yaver gidiyor. Kaçırılanlar arasında bu kez o yok.

Gülistan, gülistan olarak kalacak!

İran’da başlayan bir çevre mücadelesinin sloganı bu. Ülkenin kuzeydoğusunda, Türkmenistan sınırına yakın bir noktada bulunan Gülistan Milli Parkı’ndan bir otoyol geçirilmesi için yürütülen proje, ülkedeki çevrecileri ayağa kaldırdı. Yol ve Ulaştırma Bakanlığı, mayıs ayında çalışmalara başlanacağını duyurunca, çevreciler ve bilim adamları Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’a ortak bir mektup gönderdiler.

Hükümet Ağustos 2003’te, Gülistan eyaletinde sellerden zarar gören bir otoyolun onarılacağını, milli parkın dışına da bir başka yol yapılacağını açıklamıştı. Beş yıl sonra, hükümet yeni bir yol yapmaktan vazgeçtiği gibi, onaracağı yolu da 11 metreden 50 metreye genişletmeye karar verdi. Çevrecilerin Cumhurbaşkanına yazdığı mektuba göre bu yol yapılırsa, 50 bin ağacın kesilmesi gerekecek. Şu anda parkın içinden geçen yolun 8 kilometresi 6 metre yükseklikte beton duvarlarla kesilmiş durumda. Çevreciler hayvanların da bu nedenle hareket edemediğini söylüyorlar.

90 bin hektarlık bir alana sahip olan Gülistan Parkı, ülkedeki ormanlık alanların yüzde 5’ine ve 1362 çeşit bitkiye sahip. Sadece İran için değil, dünya botanikçileri için de çok önemli bir rezerv. Tahran Üniversitesi biyologlarından Dr. Akhani ise, başkentte yayınlanan Kargozaran’da çıkan yazısında "Bu park, tarihi mirasımızın en önemli parçalarından biridir" diyor.
Yazının Devamını Oku

18 milyon hane, 18 milyon yatırımcı

19 Temmuz 2008
<b>Sivas</b><br>Ooooo , görkemli bir karşılama. Bir bakanın karşılanmasını aşan, olağan "hoşgeldin" konuk severliğini katlayan bir tören. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’i Sivas’ta dün müthiş bir konvoy karşılıyor. Vali ve diğer bürokrasi tamam, ama asıl kalabalık halktan insanlar.

Neden böyle bir karşılama? Geçen yıl Hilmi Güler Sivas’ta madencileri topluyor. Sivas ve çevresi değişik maden yataklarıyla kaynıyor. Krom, bakır, demir madencilerle toplantılar yapıyor. Dün de, yine bir enerji sunumu. Sivas, bakana hakkını veriyor.

81 İLDE MADEN VAR

Ankara’dan Sivas’a uçarken Hilmi Güler’le sohbet elbette enerji üzerine.

"81 ilde hangi maden, hangi mineral var, artık biliyoruz, her türlü maden var. Altın, gümüş, bor, kurşun, bakır, toryum, uranyum, kömür. Türkiye’yi sevindirecek rezervler."

Petrolde de, umut veren sismik araştırmalar sürüyor.

Madenleri maden olarak satmak yerine, katma değeri yüksek uç ürünlere geçiliyor. Kimya sektöründe, tarımda, inşaatta kullanılan ürünler.

DIŞ DENKLEM

Petrol deyince, ardından doğalgaz hatları geliyor.

Güler Moskova, Washington, Dubrovnik, Tahran, Bağdat’ta arka arkaya enerji görüşmelerine katılıyor. Bazen tek başına Türkiye’yi temsil ediyor, bazen Başbakan Erdoğan’la birlikte.

Hepsinden ortaya çıkan bir özet var:

"Türkiye’siz enerji denklemi kurulamıyor."

Bunlar başka ülkelerle ortak yatırımlar. Dışardakilerin denklemi. Ya içerde?

30 MİLYAR DOLAR YATIRIM

Parlak sözler iyi de, enerji yatırımlarında neredeyiz? Yatırım var mı, varsa eksik mi, yoksa bir enerji darboğazına mı gidiyoruz. Hilmi Güler:

"Şu anda 30 milyar dolarlık yatırım sürüyor. Rüzgár, güneş, hidrolik santral olarak. Üstelik kamuya tek kuruş yük olmadan. Özel sektör yapıyor, öyle bir model kurduk. Eski usul yapsaydık, 6 ayda yapardık, ama devlete yük olurdu."

Çankaya’da onay bekleyen bir yasadan söz ediyor Enerji Bakanı:

"Eskiden bir elin parmakları kadar enerji yatırımcısı vardı, şimdi üç bine yakın yatırımcı var. Yeni yasa ile şirket kurmadan, ruhsat almadan her apartman güneş ve rüzgárla kendi elektriğini üretecek. Türkiye’de 18 milyon hane var. Demek ki 18 milyon yatırımcı olacak."

Bakanın sözleri insanın moralini düzeltiyor. Umarım sözde kalmaz.

Sohbet sırasında dikkatimi çeken bir nokta var. Güler siyaset konuşmuyor. Siyasi soruları dönüp dolaşıp enerji tekniğine bağlıyor.

Teşekkür özellikle kadınlara

ELEKTRİK kesintileri artıyor. Elektrik fiyatı da artıyor. Hilmi Güler itiraz ediyor:

"Elektrik fiyatında, Avrupa’da hálá en ucuzlar arasındayız. Elektrikte ve doğalgazda."

Türkiye elektrik ve doğalgaz tüketiminde, artış oranı olarak, Çin’den sonra dünyada ikinci. Peki nedir bu elektrik kesintileri? Güler:

"Yetmiyor da kesiliyor değil, bakım ve onarımdan dolayı."

Bu çok klasik ve kolay savunma değil mi? Bakan Güler:

"Değil, Yunanistan’a bile elektrik veriyoruz. ENVER, yani enerjide verimliliği arttırdık. Fidel Castro’nun yaptığını yapıyorum, 100 vatlık ampulu 20 vatla değiştiriyoruz. Hem iki ağaç dikmiş oluyoruz, hem Keban Barajı yapmış oluyoruz, hem çevreyi ısıtmıyoruz."

Güler özellikle kadınlara teşekkür ediyor. Enerji verimliliğine büyük destek kadınlardan geliyor.

60 bin ihale

AKP’nin altı yıllık döneminde en çok ihaleye çıkan bakanlık Enerji Bakanlığı. Rakam akıl almaz. Bakan Hilmi Güler:

"Bu süre içinde tam 60 bin ihale yaptık. Enerjinin her alanında, madenden elektriğe, doğalgazdan jeotermale kadar."

Türkiye, özellikle ihalelerde yolsuzluklar zirvesi. 60 bin ihalede neler dönüyor? Güler:

"Topluma yansıyan pek çok operasyonlar yapıldı. 400 firmayı ihalelerden yasakladık."
Yazının Devamını Oku

Aaaaa, böyle bir forum görmedim

18 Temmuz 2008
ONLARA kimse dokunamayacak. Dokunulmazlıkları olacak çünkü. Diplomatik çerçevede. Kendileri gibi, binaları ve arşivleri de, dokunulmazlık zırhı altında. El koyma, haciz, kamulaştırma gibi işlemler bu binalara işlemeyecek.

Orada çalışanların maaş ve ücretlerinden vergi alınmayacak.

İstediği malı, gümrüksüz olarak yurda sokacak.

Bütün dolaysız vergilerden bağışık olacak.

Her türlü para operasyonu yapacak. Yurt dışından para transfer edecek, bu fonu Türkiye’de istediği yere dağıtacak. Kimseye hesap vermeyecek.

Resmi haberleşme ve yazışmalarına sansür uygulanamayacak.

Ne o, devlet içinde yeni bir devlet mi kuruluyor? Bunca ayrıcalık, bunca öncelik. Ne bu?

MERKEZ İSTANBUL

Bu, şu:

İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu.

Bu forumun kurulması için Meclis genel kurulunda bir yasa tasarısı var. Önümüzdeki günlerde kabul edilecek.

İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) üye ükelerin dışişleri bakanları 28-30 Haziran tarihlerinde Yemen’de toplanıyor. Anılan gençlik forumunun kurulması o toplantıda karara bağlanıyor.

Bizimkiler üzerine atlıyor ve bu forum merkezinin İstanbul’da kurulması üzerinde anlaşmaya varılıyor.

Tasarı bu forumun kurulmasıyla ilgili. Onun kurallarını içeriyor. O kurallar, yukarda saydığım müthiş ve benzersiz niteliklere sahip.

ASIL AMAÇ NE

Tasarının altında Dışişleri Bakanı Ali Babacan, İKÖ adına Ekmeleddin İhsanoğlu ve bu forum adına da, Başkan olarak adı geçen Ali Sarıkaya isimli birinin imzaları var.

Tasarı 22 maddeden oluşuyor.

22 maddeyi tek tek okuyorum, bu forumun amacı ve görevine ilişkin tek satır yok. Bu forum ne yapar, ne eder, ne yer, ne içer, belli değil. Sadece müthiş dokunulmazlıklar ve ayrıcalıklar var.

Gerekçede ise şu yazıyor:

"Farklı medeniyetlere mensup gençler arasında kültürler arası diyaloğun geliştirilmesi amacıyla, uluslararası bir mekanizma tesis edilmesi öngörülmektedir."

Amaç iyi de, o amaç için kurulan bu forumda görev alacak olanlar neden böyle olağanüstü dokunulmazlıklara sahip? Neden her türlü para transferi yapabilecek? Neden her türlü vergiden bağışık tutulacak? Bu biçimde özel statüye sahip Türkiye’de başka hangi kuruluş var?

Açıklanması gereken pek çok soru.

GENÇLİK TİMLERİ

15 Ocak 2008’de Tayyip Erdoğan Madrid’de. İspanya Başbakanı Zapatero ile medeniyetler arası ittifakı konuşuyor.

Anadolu Ajansı o tarihte Madrid’den bir haber geçiyor. Bu gençlik forumu başkanı olacak Ali Sarakaya’nın açıklaması. Haber şöyle:

"Ali Sarıkaya, gençlik inisiyatifi olarak, politik kriz çıkan bölgelerde krizin aşılması için gençlik timleri göndereceklerini ifade etti".

Ne timi, kimin timi, kim kuracak o timi? Kime danışarak gönderecek? Kriz çözerek, kültürler arası diyalog mu kurulacak?

Bu yeni dolap, nasıl dönecek, neden İstanbul’da dönecek, o sınırsız yetkiler ve dokunulmazlıklar ne işe yarayacak, neden İslam Konferansı çerçevesinde, şimdilik sır.
Yazının Devamını Oku