Yalçın Doğan

Silah tüccarları soykırım tanımaz

20 Ağustos 2008
ŞAŞKINLIĞINI gizlemiyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Konuyu öğrendiğinde, "bu da nereden çıktı" diyerek, hatta sinirleniyor. Çankaya’da görev yapan ekip, "Sayın Başbakanımız davet etmiş" dediğinde, ister istemez "Allah, Allah" diyerek, başını sallamakla yetiniyor.

Geçen yıl Lizbon’da Afrika-AB Zirvesi. Tayyip Erdoğan, orada da nefretle karşılanan Sudan Devlet Başkanı El Beşir’i Türkiye’ye davet ediyor.

Kim bu El Beşir? Dünyanın lanetlediği bir darbeci ve soykırımcı.

İktidara darbeyle geliyor. 2.9 milyon insanı evinden, yurdundan ediyor. 300 bin insanın ölümünden sorumlu. Yüzyılın en büyük birkaç soykırımcısından biri.

Davet üzerine, adam geçen ocakta Türkiye’ye geliyor, dünya geziyi kınıyor. Gül’ün şaşkınlığı o davetle ilgili.

EL BEŞİR’İN PAYANDASI

Şimdi aynı herif yine Türkiye’de. Türkiye-Afrika Zirvesi için.

Ocakta şaşıran Gül, ağustosta şaşkınlığını üzerinden atıyor. Darbeci, soykırımcı El Beşir, bu kez Gül’ün davetlisi olarak İstanbul’da.

Dünya ile birlikte, Türkiye’de ne kadar aklı başında insan varsa, herkes El Beşir’den nefret ediyor. İstanbul’a gelmesini kınıyor.

Bunca tepkiye rağmen, darbeci, soykırımcı El Beşir nasıl oluyor da, bizimkiler tarafından el üstünde tutuluyor?

Silah lobisi, silah tüccarları. Arada, önde ve arkada onlar var.

Ufak çapta da olsa, tabancı, tüfek, el bombası, kurşun v.s. satışları var. Bu satışlar bir ara duruyor. Ama, lobi durmuyor.

Sudan’a bizden silah satışları durdurulunca, ambargonun kalkması için araya kimler giriyor?

İnsani değerleri savunanları mı güçlü, silah tüccarları mı? AKP kimi dinliyor?

El Beşir’in Türkiye’ye gelişi bizzat ve bilakis ve hatta icabında normaldir.

TRT’nin bu zirveyi allayıp pullayıp, sözüm ona siyasi magazin üzerinden, iktidar yalakalığı yapması gibi normaldir.

El Beşir’in İstanbul’a gelişi, silah lobisinin gösterisi.

Ortakent’in alnı açık

BODRUM’da dağ, taş site. Dağ, taş beton yığını. Mandalina, limon ve portakal bahçeleri birer birer sizlere ömür. İmara aykırı binlerce ev. Binlerce dosya mahkemelerde.

Tek farklı ve güzel örnek Ortakent.

Ortakent Belediye Başkanı Mehmet Kocadon Bodrum’da görev yapan on bir belediye başkanından biri. Sadece o farklı bir karar alıyor:

"Gel istersen sen de ev yap, ama arsan beş dönümse, ev yapabilirsin."

Ortakent’te ancak beş dönümlük araziye ev izni var. Yoksa, yok. Ortakent onun için hálá yeşil ve yemyeşil.

Bodrum Yarımadasını şöyle bir dolaşın, beton yığınları arasında o yeşili siz de göreceksiniz.

Balık çiftliğine para var, proje yok

BİRLEŞMİŞ Milletler Çevre Fonu Başkanı Vladimir Mamayev. Rus asıllı başkan, bir buçuk yıl önce Bodrum’da ev alıyor.

Evinin önünde ve çevresinde balık çiftlikleri.

Pis kokusu, köpek balığı tehlikesi, turizmi öldürmesiyle balık çiftlikleri.

AKP Hükümeti’nin 2007 Mayıs ayında kaldırılacağını açıkladığı balık çiftlikleri.

Mamayev Çevre Fonu Başkanı ve fonda para var. "Balık çiftliklerinin buradan kaldırılması gerek" diyor ve ekliyor: "Çiftlikleri taşımak için hükümet proje getirsin, para bizden, Birleşmiş Milletler’den."

Aradan bir buçuk yıl geçiyor. AKP’den ne proje var, ne ses, ne nefes.

Nefes ve ses acı biçimde çıkıyor. Bodrum’da beşerden on milyar dolarlık iki turizm yatırımı var. Balık çiftlikleri yüzünden bu iki yatırım duruyor.

Mamayev hálá soruyor, "hükümet neden proje getirmiyor" diye. Adam Birleşmiş Milletlerde. Buradaki bin türlü ilişkiyi nereden bilecek.

Turizm Bakanı Ertuğrul Günay festival konuşmalarıyla meşgul. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu verdiği sözü tutamayışın sıkıntısında. Tarım Bakanı Mehdi Eker bu işlere zaten teğet geçiyor. Kimin umurunda balık çiftlikleri?
Yazının Devamını Oku

Bodrum, cehenneme beş kala

19 Ağustos 2008
OTEL kaçak. Bodrum’da kaçak oteli yapanlar mahkemede. Kaçak otele izin verenler yine mahkemede. Ama, yerine göre, devlet törenleri, düğünleri, cartları, curtları kaçak otelde düzenleniyor. Helal olsun büyüklerimize bu yollar.

Kaçak otelin macerası Bodrum’un özeti. Bodrum’daki katliamı anlamak için, kaçak otele bakmak yetiyor. Bodrum’u yağmalayan, doğayı göz kırpmadan tahrip edenler, imar adına hiç bir kural tanımayanlar ile bu faciaya dur demekle yükümlü olanlar, aynı gemide.

İmar demek rant demek. Rantı paylaşmak gerek.

CAN PULAK’LA

Eski dostum, acar gazeteci Can Pulak yıllardır Bodrum’da yaşıyor. Can, kendini çevreye ve turizme adıyor. Bu alanda bilgili ve tecrübeli.

Bodrum’da iki haftalık tatil sırasında, geçen hafta Can beni alıyor ve birlikte yarım gün Bodrum Yarımadasını dolaşıyoruz.

Bugün felaket ve rezalet. Kısa sürede sefalet.

Portakal ve mandalina bahçeleri birer birer imara açılıyor. Her yerde imar var. Dağ, taş betonlaşıyor. Betonlaşırken, Bodrum kuralı yerle bir.

İki kat kuralı çoktan geride, binalar, evler, artık ne ise, üç katı buluyor, hatta ek yarım katla birlikte, dördüncü kata uzanıyor.

Hani, iki kat kuralı?

İmar demek rant demek. Rantı paylaşmak gerek.

DAĞ TAŞ SİTE

Doğa hunharca, canavarca yerle bir oluyor, Bodrum Cenneti elden gidiyor. Felaket ve rezalet burada.

Sefalet yakında. Yakında Bodrum’da yaz nüfusu üç milyona tırmanıyor. O zaman, yol ve özellikle asıl suyu belki bulursunuz.

Bodrum’da dağ, taş site. Site isimleri İngilizce ve İspanyolca. Elin oğlu dersini çoktan alıyor. Ev hazır, telefonu üzerine, geldiğinde ev yerine çıplak dört duvarı görünce, yabancılar şimdi büyükelçiliklere bağlı emlak büroları kanalıyla mülk ediniyor.

Dağdaki, taştaki evlerin büyük çoğunluğu sadece duvardan ibaret. Bir bölümü yıllardır öyle duruyor, beton mezarlığı halinde.

YALIKAVAK

Kasabaların içi aynı biçimde, var gücüyle betonlaşıyor.

Örneğin, Yalıkavak. Tam ortasındaki mandalina bahçesi yerine şimdi çarşı yapılıyor. Çarşı lüks olacakmış, bilmem kim işletecekmiş. Bana ne. İnsanlar oraya lüks çarşı için gitmiyor, doğal zenginlik için gidiyor.

Yalıkavak öyle de, diğer yerler daha mı farklı? Abuk sabuk iş yerleri, yağmalanan kıyılar, sersem sepelek dükkanlar çirkin beton yığını.

Bodrum yakında betondan ibaret, Marmaris ve Kemer (Antalya) gibi. Ne çevre, ne turizm.

Oysa, bu bölgeler korunmak isteniyorsa, tek bir çivi çakmayı yasaklamak, çakanın da, çakma izni verenin de, hayatını söndürmek gerek.

Ama, mümkün değil. İmar demek rant demek. Rantı paylaşmak gerek.

İmara aykırılık nedeniyle, mahkemelerde binlerce dosya var. O dosyalara her gün yenileri ekleniyor. Kimsenin umurunda değil. İmara aykırı binalar mantar gibi türemeye devam ediyor.

Bu ülkede Çevre Bakanlığı var, ha tamam hatırlıyorum, bir de Turizm Bakanlığı var. Aaa, ne zamandan beri var?

Bodrum ve cehennem. Yan yana gelmesini düşünmek bile abes. Ne yazık ki, oraya doğru dört nala gidiyoruz.

Bodrum bir günde yazmakla bitecek gibi değil.

KİTAPÇI ARTIK YOK
TORBA’dan Yalıkavak’a kadar uzanan kıyıda ve hinterlandında yazları toplam 500 bin insan yaşıyor, üç, dört ay boyunca, toplam olarak.

Ve bu insanlar orta ve üst gelir gurubundan. Yani eğitimli, okur-yazar takımından.

Yalıkavak’ta bir kitapçı var. Arıyorum, artık yok. Kitapçı bu yıl kapanıyor. Zarar ediyor, masrafını karşılamıyor.

Orta ve üst gelir gurubundan, 500 bin insan bir kitapçıyı yaşatamıyor. Dağı, taşı doldurmaya meraklı insanlar kitapçıyı pas geçiyor.

Bu da, Türkiye’den başka bir özet.
Yazının Devamını Oku

Bir yanıyla cennet

2 Ağustos 2008
İYİ yazı var. Kötü yazı var. Yazanların içine sinmeyen yazı var, sinen yazı var. Zaman zaman ben de, kendi kendime, yazdığım bir yazıyla ilgili "yok bu iyi olmadı" diyorum. Bazen de, "bu iyi oldu " diyebiliyorum.

AKP kapatılmıyor. Ergenekon, evvel Allah, en az bir yılımızı alabilir. Yazılara ara vermek için uygun bir zaman.

Bizim ülkemizin değişmezleri var. Bunlardan biri de, Türkiye gazetecilik cenneti .

Nereye baksan haber, nereye el atsan haber, hangi kapıyı açsan haber. İyi de olsa, kötü de olsa, gazetecilik açısından mutlaka haber. Çünkü, Türkiye kuralsızlıklar ülkesi. Bu nedenle gazetecilik cenneti.

Yine de, olmaz olsun böyle cennet. Bir patlamadan bir başka felakete, dün Konya’da olduğu gibi kız çocuklarının bulunduğu yurdun çökmesinden, dün olduğu gibi Antalya’daki orman yangınına, dur durak bilmeyen bir ülke. Her an patlamaya hazır. Her sabah, her akşam televizyonları açarken bir ürperme, "acaba bugün hangi felaket var?"

Tahmini güç, sürprizleri bol, bin türlü sorunla boğuşan bir ülke.

Ülke boğuşuyor, gazeteci boğuşuyor, ülke yoruluyor. Ülke bu yorgunlukta mola vermiyor, ama gazetecinin mola vermesi gerekiyor. Biraz dinlenmek gerekiyor.

Bir süre sonra buluşmak umuduyla, cennette ya da bilmem nerde mola.
Yazının Devamını Oku

Acele etmeden umut diyalogları

1 Ağustos 2008
TEDİRGİN ve gergin bekleyiş. "Karar şöyle çıkarsa, ben böyle yaparım" gibi kişisel planlar. Ötesiyle ilgili hesap yapmak zor. AKP’de önde gelen bir gurup Anayasa Mahkemesi kararını bu ruh hali içinde bekliyor. TV’ler açık. Zaman öldürmeye dönük konuşmalar. Daha çok sessizlik hakim.

Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmadığı kararını duyduklarında, ilk tepki dozu ayarlanmış sevinç. Kısa süren bu an sonrasında, ortaya dökülen düşünceler, çok fazla inanmak istediğim sağduyu örnekleri.

UZLAŞMA ARAYIŞI

O önemli AKP’li gurup hem kendisiyle hesaplaşıyor, hem yarına dönük dileklerini sıralıyor. Aynı gurup hep birlikte:

"Ohh, biz ve Türkiye şimdi derin bir nefes aldı, karar sadece bizi değil, hepimizi ilgilendiriyordu."

Aynı gurup hep birlikte kendisini ve herkesi uyarıyor:

"Şimdi herkes kendi türküsünü söylemekten vazgeçmek, önyargılardan arınmak zorunda."

Makul. Ciddi uzlaşma arayışı.

EGO VE TATİL

Nasıl arınacağız? Nasıl kendi türkümüzü söylemekten vazgeçeceğiz?

1. AKP’li:

"Özellikle liderlerde ve kamu oyu önderlerinde üslup değişmeli."

2. AKP’li:

"Sayın Başbakanımız çok yoruldu, üslubunu değiştirmesi için, biraz dinlenmesi gerek, sonra salim kafayla yeni bir yol haritası çizilmeli."

Araya ben giriyorum:

"Tayyip Erdoğan’ın egosu çok yüksek, üslubunu değiştirmesi zor."

AKP’li gurup hep birlikte itiraz ediyor:

"Hayır, birkaç gün dinlenince, her şeye hoş görüyle bakıyor."

Demek ki, bundan sonra kaderimiz Erdoğan’ın tatillerine bağlı.

ALTERNATİF ŞART

3. AKP’li:

"Aslında bizi akılcı uyaran bir muhalefet yok. Her söylediğimize, her yaptığımıza sadece karşı çıkan bir CHP var."

4. AKP’li daha da açılıyor:

"Keşke bizim bir alternatifimiz olsa. Ciddi bir sosyal demokrat parti olsa. Biz daha az hata yaparız. Halk da, alternatifi hazır tutar."

Akıllı sözler. Mahkeme kararının hemen sonrasında söylenen bu sözler, belli ki, dava sürecinde üzerinde epey düşünülmüş başlıklar. Belli ki, kapatma davası AKP’yi derinden etkiliyor. Onları makul çizgiye çekiyor.

Ancak, o makul alanın yüzölçümünü, üzerinde yetişecek ürünlerini bugün görmek mümkün değil. Bunu bize kutsal pratik gösterecek.

Dört önde gelen AKP’liden aktardıklarım bizi geleceğe taşıyan umut.

UMUDUN ANAHTARLARI
AKP kapatma davasından ders alacak mı? Bu bazı koşullara bağlı.

1- Tayyip Erdoğan başkalarının da, haklı olabileceğini aklına getirir, doğruların sadece kendi tekelinde olmadığını farkedip kızgın bakışlarını, öfkeli tavrını frenlerse,

2- Abdullah Gül, herkesin Cumhurbaşkanı olduğunu düşünüp, Erdoğan’la birlikte içine düştüğü ayrımcı tuzaktan kurtulursa,

3- Bülent Arınç boğazın dokuz boğum olduğunu hatırlayarak, halkın büyük çoğunluğunu irkilten itici diline hakim olursa,

4- Özgürlük ve demokrasi kavramlarının arkasına saklanıp, çağdışı eylemleri sahneye koymaktan vazgeçerlerse,

5- "Sizden-bizden" saplantısından kurtulup, kabak gibi ortadan bölünmüş toplumu yeniden barıştırabilirlerse,

6- Dava sürecinde içerde ve dışarda ayarladıkları baskıları, DTP için de gösterirlerse,

7- Yolsuzlukla mücadelede dokunulmazlıkları kaldırırlarsa,

AKP’nin kapatılmayışı iyi. Yoksa, üffff, yine aynı hikayeler.
Yazının Devamını Oku

Haraç mezat satışta zirve

31 Temmuz 2008
BİRİ, trenleri işletiyor. Öteki, okullardan sorumlu.

Beriki, bol bol konut yapıyor.

Diğeri, özelleştirmelerin tek hakimi.

Şimdi hepsine yetki veriliyor. İmar planı yapma yetkisi. Ya da bazısında var olan bu yetki, şimdi biraz daha genişletiliyor ya da yeni olanaklar tanınıyor.

Komik mi, inanmak mı güç, birileri bizimle dalga mı geçiyor, hangisi gibi sorular artık geçersiz. Çünkü, ilgili yasa geçen hafta Meclisten geçiyor.

Şu anda Abdullah Gül’ün önünde onay bekliyor. Önüne arkasına bakmadan, Gül nasıl olsa, onaylayacak.

TCDD’DEN TOKİ’YE

Trenleri işleten TCDD’ye, okullardan ve eğitimden sorumlu Milli Eğitim Bakanlığına, konut yapmakla görevli TOKİ’ye imar planı yapmak yetkisi veriliyor. Ya da plan yapmanın önü açılıyor.

Özelleştirme İdaresi imar planı yapma yetkisine zaten sahip, şimdi o yetki genişletiliyor.

Kıyısından, köşesinden de olsa, kendi alanlarıyla sınırlı da olsa, dolaylı da olsa, bu kurumlar ile imar planları arasında sıkı bağ kuruluyor.

Oysa, imar planı yetkisi belediyelere, büyük şehir belediyelerine ve belli kamu projeleriyle bağlantılı olarak, sınırlı biçimde Bayındırlık Bakanlığına ait. Şimdi bu yetki genişletiliyor.

İŞTE YAĞMA BUDUR

Geçen hafta Meclis genel kurulunda kabul edilen bu yasa, kent yağmasının son perdesini sahneye koyuyor. Pratiği şöyle.

Diyelim ki, TCDD’nin elinde arsa var. Bu arsayı satışa çıkartıyor.

TCDD aynı anda o arsayla ilgili imar planı yapma yetkisine sahip. O arsa imara kapalı ise, TCDD açabiliyor. Böylece, TCDD’nin arsası değerleniyor, arsayı daha pahalıya satabiliyor.

Arsadan elde ettiği gelir de, TCDD bütçesine kaydediliyor. Zaten, bütün bunlar onun için.

Ama, imara açılan her arsa, hele de büyük kentlerde ise, kentlerdeki yapılaşmayı biraz daha denetimsiz, biraz daha içinden çıkılmaz hale getirmekte birebir.

Diyelim ki, Milli Eğitim Bakanlığının elinde bir arsa var. Bu arsayı satışa çıkartıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı imar planı bulunmayan arsayı, TOKİ üzerinden planlı hale getiriyor ve arsa daha yüksek fiyata satılabiliyor.

İşte, yeni mantık. Yağmanın son fotoğrafı.

SİT VE İSTANBUL

Ya koruma altındaki alanlar? SİT alanları?

Onlar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma yasasının getirdiği kısıtlamalar altında. Oralara imar planı yapmak zor. Hayır, artık değil.

Özelleştirme İdaresi SİT alanlarında imar planları yaparken, bundan böyle bu kısıtlamaların dışında.

Yeni kurallar Anayasanın çeşitli maddelerine aykırı. CHP Trabzon milletvekili Akif Hamzaçebi Meclis genel kurulunda boğazı kuruyuncaya kadar AKP’yi uyarıyor, ama nafile.

Hamzaçebi, özellikle İstanbul’a dikkat çekiyor. Çünkü, en değerli arsalar İstanbul’da. Trafiği, suyu ve her şeyi ile zaten felç olmuş İstanbul, imara açılacak yeni alanlarla şimdi iyice kilitlenecek.

Yeni yasanın özü şu.

AKP elde avuçta ne varsa, hangi kurumun, nesi varsa, satıyor. Satışı cazip kılmak için, yok imar planı, yok SİT alanı filan dinlemiyor.

Nah dinlemiyor! Bu kadar haraç, mezat satışın Anayasa Mahkemesinden dönmemesi mümkün değil.
Yazının Devamını Oku

Hayatımızı değiştiren iddia

30 Temmuz 2008
LİSTELERİN verileceği son gün. Artık adaylar kesinleşecek, seçim için yarış başlayacak. Ancak, bir gariplik kol geziyor. Ortada liste filan yok. 4 Haziran 2007. DYP Genel Merkezi.

22 Temmuz seçimleri öncesinde büyük umutlarla kurulan ANAP-DYP ortaklığı. Ortaklığa adım atıldığı anda, geniş bir kitle heyecanlanıyor. Bunu AKP’ye alternatif olarak gördüğü için. Ne var ki, ortaklık son anda bozuluyor.

ANAP ve DYP çalkalanıyor. ANAP seçime giremiyor. DYP girecek, ama ilk anda genel başkan Mehmet Ağar’a kendi partilileri bile ulaşamıyor.

Sonunda Ağar ortaya çıkıyor, aday listeleri veriliyor. DYP yüzde 5.2 oyla baraj altında kalıyor.

MÜTHİŞ DİYALOG

Her derde deva, Ergenekon İddianamesinin "İletişim Tespit Tutanakları" bölümünde bir diyalog var.

Susurluk’ta mahkum olmuş, uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayete katılma iddialarıyla yargılanmış, çeşitli defalar yargıç karşısına çıkmış Sami Hoştan ile Halil isimli biri arasındaki telefon görüşmesi. 4 Aralık 2007 tarihinde.

Hoştan: "Kendi hatamızı yaşıyoruz, biz büyük hatalar yaptık Halil."

Halil: "Abi, sen hata yapmadın. Mehmet Ağar’ın yarısı kadar yapamıyorsun sen. Kimse götürmüyor parasını bir yere".

Hoştan: "Mehmet Ağar senin başkanındı. Mahvoldu zaten".

Halil: "En son 60 milyon dolar almış, hangi paraya ihtiyacı var."

Hoştan: "60 milyon dolar almış Tayyip’ten. Adam satar, dedim."

Adı geçen Halil kim, iddianamede belli değil.

AĞAR VE MUMCU

Bu bir iddia. Ağar iddiayı şöyle yanıtlıyor:

"Söz konusu dahi olamaz böyle bir şey. Savcıların bunu gördükleri anda, soruşturma yapmaları lazım. Bugün de, bunu yapmalarını bekliyorum."

ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu iddiaya dönük, şunu söylüyor:

"Mehmet Ağar birleşme projesini son dakikada çöpe attı. Bunun bir nedeni olmalıydı. Nedenini bilmiyorum. Delilim olmadan kimseyi suçlayamam. Bu şimdi bir fırsat, çıkıp nedenini açıklamalı. Bir şeyle korkutulmuş olabilir."

Hukuka göre, iddia eden makam, iddiasını kanıtlamakla yükümlü. İddia çok vahim. Vahim olmakla kalmıyor, hepimizi ilgilendiriyor.

FARKLI TÜRKİYE

Seçim öncesinde araştırmalar bir gerçeği gösteriyor. ANAP/DYP ortaklığı yüzde 14-16 dolayında oy alabiliyor. Bu 70-80 milletvekili demek.

İddianame üzerine pek çok şey yazılıyor. Daha çok cinayetler ve bombalar ve darbe hazırlıkları iddiaları. Bana göre:

İddianamenin en can alıcı noktalarından biri bu bölüm. ANAP/DYP seçime girse, Türkiye’nin siyasal kaderi değişecek. Tarih başka türlü akacak. AKP tek başına iktidar değil. Abdullah Gül belki Cumhurbaşkanı değil. Bugün yaşadığımız Türkiye çok farklı olacak.

Ne yaşanan gerilimler, ne kapatma davası ve kim bilir daha başka neler. Hatta ortada Ergenekon diye bir iddia da, dolaşmayacak. Hepimizin hayatı değişecek.

Ağar 60 milyon dolar alıyor mu? Parayı Erdoğan mı veriyor? Ağar 60 milyon karşılığında ANAP ile ortaklığı bozarak, AKP’nin ekmeğine yağ mı sürüyor?

Yoksa, bu iddia pek çok suçtan yargılanmış biri ile kimliği belli olmayan diğeri arasındaki saçma bir dedikodudan mı ibaret?

Ergenekon’daki en müthiş siyasal iddiayı, Ağar’ın dediği gibi, araştırmak savcıların işi. Ağar’ın, Tayyip Erdoğan’ın ve kim bilir başka kimlerin ve elbette Hoştan ile Halil isimli o kişilerin ifadelerine başvurarak.

Ne Ergenekonmuş ama, aradığın, aramadığın ne varsa, hepsi orada.
Yazının Devamını Oku

Güngören’de medya

29 Temmuz 2008
MADRİD, Londra ve asıl çok daha büyüğü New York’ta İkiz Kulelere saldırı sonrasında TV’lerde ve gazetelerde bizdeki gibi görüntü ve fotoğraflar yok. Vahşetin son örneği. İstanbul Güngören’de önceki akşam kurulan tuzak, yine onlarca masum insanın hayatına mal oluyor. Ölümler, yaralanmalar.

İstanbul’da bombalar patlarken, Şemdinli’de karakola ateş açılıyor, bölgenin değişik yerlerinde arka arkaya patlayan mayınlarda asker ve sivil yurttaşlarımız hayatlarını kaybediyor.

Ergenekon ve AKP kapatma davasına kendini vurmuş toplum, terörü sanki geri planda görüyormuş gibi davranıyor.

Güngören vahşeti, terörde yeni durak.

MISIR BİLE


Terör yirmi yıldan bu yana can alıyor. Ama, terörle mücadelede Türkiye daha fazla yol alıyor.

Ne yazık ki, medya mücadelede alınan yol kadar, yol almıyor. O kanlı görüntüleri, parçalanmış vücutları göstermenin alemi ne?

O görüntü ve fotoğraflar terörü daha fazla lanetlemeye katkı yapmıyor. Saldırının kendisi ve can kayıpları terörü anlamaya çoktan yetiyor.

Bırakın Batı ülkelerini, Mısır’daki katliamın bile bu gibi görüntüleri medyaya yansımıyor. Hele de, New York İkiz Kuleler yıkıldığında, dört bin kişi yaşamını yitiriyor, tek bir kanlı görüntü yok.

Güngören gibi, yaşadığımız her büyük acı sonrasında, benzer yazı, çizi ve eleştiriler birbirini izliyor. Ama, sonuç aynı.

Güngören’den yapılan canlı yayınlarda, muhabir arkadaşlarımızın titreyen sesleri, hatta ağlamaları bile, o görüntü ve fotoğrafları bilerek sansür etmeyi çoktan gerektiriyor.

Bunları yayınlamak ne gazetecilik, ne televizyonculuk.

Ekonomik maliyet ve kayıp hayatlar

DAHA büyük maliyet yok. Terörün en büyük maliyeti can kaybı ve yaralılar. İnsan hayatına eş, başka hiç bir değer yok.

Bununla birlikte, terörün ekonomik maliyeti üzerine zaman zaman bazı rakamlar veriliyor.

Başkent Üniversitesi’den Prof. Dr. Servet Mutlu bir araştırma yapıyor. "Ayrılıkçı PKK Terörünün Ekonomik Maliyeti" başlıklı araştırması, bilimsel yöntemle terörün ekonomik maliyetini sergiliyor. Buna göre:

2005 sabit fiyatları ve o yılın ortalama dolar kuru üzerinden, terörün Türkiye’ye getirdiği maliyet, 2008’e kadar 75 milyar dolar.

Söylenen rakamlara göre, hayli düşük. Bu doğrudan maliyet. Güvenlik harcamalarındaki artış, karakol, köprü, iş makinaları gibi varlıklara verdiği zarar, göç ve köye dönüş buna dahil. 1989-2005 arasında güvenlik harcamaları artışı 39 milyar dolar. Örtülü Ödenek ile MİT harcamalarındaki artış buna dahil değil. Çünkü, bu iki kalem bilinmiyor.

Dolaylı maliyet artışı da var. Prof. Mutlu’ya göre, teröre harcanan para yatırıma dönüşmüş olsaydı, gibi bir hesap, toplam maliyeti 100 milyar dolar dolayına yükseltiyor.

Bu arada insani dram, göçler. 1984, terörden önce bölgeden göç hemen yok denecek kadar az. 1984-2005 boyunca, bölgeden terör nedeniyle göç 937 bin ile bir milyon 200 bin, kırsal alandan göç 728-946 bin kişi arasında.

Tek tek yaşanan dramlar, değişen hayatlar, iş kayıpları, eğitim, sağlık ve her türlü sosyal kayıplar, kısaca kayıp hayatlar ise, rakamlara sığacak gibi değil.
Yazının Devamını Oku

Obama efsanesi ne kadar gerçek

27 Temmuz 2008
Obama efsanesini görmezden gelmek yanlış. Tıpkı Kennedy gibi. Bir efsanenin yürüdüğü ortada. "Obama gelecek, dertler bitecek" aldatmacası. Şunu unutmak da yanlış. Obama, tüm demokrat görünümüne rağmen, sonuçta Amerikan sermayesinin yeni sesi. Siyahlar (ya da zenciler) fazla para harcıyor.

Siyahlar, aynı geliri elde eden beyazlara göre çok daha müsrif.

Siyahlar giyime, altın, gümüş dahil her türlü takıya ve gösterişli arabalara, beyazlara göre çok daha düşkün.

Siyahlar, beyazlara göre Amerikan ekonomisine daha fazla yük.

Siyahların birlikte yaşadıkları semtlerde, kendi aralarındaki sosyal rekabet çok yüksek. Harcamaları onun için artıyor. Beyazların kendi aralarında rekabet var ama, siyahların çok daha yüksek. Bu topluma genel bir maliyet yüklüyor.

Amerika’da başkanlık seçimi ile birlikte, siyahlarla ilgili araştırma, anı, anket, gözlem bir anda artıyor. Demokratların başkan adayı Barack Obama siyah. O zaman, siyahlara yönelik ilginin artması doğal. Doğal olmayan, ortaya dökülen veriler, araştırmalar tek yönlü. Siyahların kirli çamaşırları gibi. Her türlü fenalığın anası siyahlar gibi.

Bu fenalıklar zincirinin son halkasına bir katkı da, garip bir biçimde, yine bir siyahtan geliyor. Trinity Üniversitesi Kilisesi eski rahibi Reverend Wright. Trinity Üniversitesi’nde okurken, Obama üzerinde çok hakkı olduğunu öne süren Wright, Obama’nın kampanyasını kırıp dökmekle meşgul.

Zencilerin Amerikan toplumunda başkanlık yarışına katılacak ve hatta belki de seçilme şansını elde edebilecek kadar sosyal pastadan pay alabileceklerine inanmayan rahip, yarış kızıştıkça, ses duvarını aşıyor:

"Siyahlara güvenin bulunmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ama, yine de siyah olduğunuz için, cesaretinizi kaybetmeyin. Obama’nın söylediği gibi, yes, we can, evet yapabiliriz, diyerek inancınızı tazeleyin. Bu ülkede siyahlar ve beyazlar ayrıdır, farklıdır."

Siyah-beyaz çelişkisini derinden yaşamış bir insan olan Wright, sonra makas değiştiriyor:

"Yine de, bir siyahın başkan seçilmesi, beyaz-siyah farkını ortadan kaldırabilecek yeni bir unsur olabilir."

Ancak, bugüne kadar söylediği her söz, Obama’nın başına dert açıyor. O dert, örnekteki gibi, her gün yeni anketlerle biraz daha katmerleniyor.

Düzenlediği basın toplantısında beyaz gazeteciler sorularıyla onu sıkıştırıyor. Örneğin, "siz AIDS virüsünü beyazlar tarafından siyahlara yönelik bir aşağılama olarak değerlendiren siyahlardan mısınız" gibi.

Bu açıklamalar, bu anketler etkisini gösteriyor. Bir ara Cumhuriyetçi aday McCain ile arasındaki farkı iyice açan Obama, son günlerde anketlerde başabaş geliyor. McCain’e umut kapıları açılıyor. Hatta, Obama’yı bir-iki puan da olsa, geride bırakan sonuçlar çıkmaya başlıyor.

Buna karşılık, ilk zamanlarda Amerika’da ve halen dünyada yaratılan Obama efsanesini görmezden gelmek yanlış. Tıpkı Kennedy gibi. Her ne kadar, Obama, Marx için, "o bir kaçıktır" dese de, dünyadaki son elli yılın sol akımlarını, "bunlar hiç bir işe yaramaz" diye kötülese de, bir efsanenin yürüdüğü ortada. "Obama gelecek, dertler bitecek" aldatmacası.

Şunu unutmak da yanlış. Obama, tüm demokrat görünümüne rağmen, sonuçta Amerikan sermayesinin yeni sesi. Sahneye öyle çıkıyor.

Bu anketler, bu rahip, yoksa o sahnenin sahteliğini mi ilan ediyor? O sahne, yoksa McCain’in zaferi için başından beri kurulmuş bir tezgah mı?

Sermayenin kendine en hizmet edeceğine inandığı birini seçtireceğine hiç kuşku yok. Obama yumuşak eldivenli, McCain bildiğiniz gibi.
Yazının Devamını Oku