Yalçın Doğan

Einstein’ın beyninin serüveni

7 Eylül 2008
Einstein’ın beyni 40 yıldan fazla kavanozda saklandıktan sonra parçalara bölünüp nörologlara gönderildi. Sıcak bir soba üzerinde bir dakika oturmak insana bir saat gibi gelir, ama güzel bir kadınla bir saat oturmak, insana bir dakika gibi gelir.

Einstein’in ünlü İzafiyet Teorisi’nin en yalın anlatımı bu. İçinden çıkılmaz denklemlere gerek yok./images/100/0x0/55ea167bf018fbb8f86a8123

Buluşlarıyla atom bombasından TV ve radyo gibi uzaktan kumandalı araçlara, bavullardan marketlere uzanan tarayıcılara kadar, uzayın ve pratik hayatın kapısını, fizikteki buluşlarıyla Einstein açıyor. Onun nasıl bir beyni var?

Lenin ölüyor. Öldükten hemen sonra beyni çıkartılıyor ve Moskova Bilim Akademisi Lenin’in beynini incelemeye alıyor. O nasıl bir beyne sahip ki, dünyayı yerinden oynatan bir devrime imza atıyor, merakı.

Lenin’in beyniyle ilgili incelemeler tam on dört cilt tutuyor. Dünyanın ilgili bilim adamları sonuçları çok merak ediyor. İncelemeyi yapan sadece Sovyet bilim adamları. Moskova kimseye tek satır okutmuyor, Lenin’in beynini kimsenin incelemesine izin vermiyor.

Ne zaman ki, Sovyetler yıkılıyor, Moskova 90’larda açıklıyor: "Lenin’in beyninde herhangi bir özellik yoktur." Bilime siyasal çalım. Hoş değil.

Mussolini sokaklarda sürüklendikten sonra, cesedi enkaza dönüşüyor. Yine de, beyni çıkartılıyor. Mussolini nasıl bir beyne sahip, ondaki zorbalık nereden kaynaklanıyor, merakı. 1945-1966 arasında inceleniyor. Herhangi bir ipucu elde edilemiyor.

Tarihin kaydettiği en ünlü mafya babalarından, katiller katili, soyguncu John Dillinger kurşunlarla delik deşik edildikten sonra hemen otopsiye alınıyor, beyni çıkartılıyor. O nasıl bir beyne sahip ki, bu kadar soğukkanlı cinayetler işleyebiliyor, kafası hep kötülüklere çalışıyor, merakı.

Dünyanın pek çok ülkesinde benzer merak çok yaygın. Hepsi bilimsel nitelikte. Beyinleri incelenen, iyi-kötü, yetenekli-becerikli, farklı kesimlerden insanlar. Edebiyata, siyasete, bilime, unutulmaz cinayetlere imza atmış kriminal tiplere kadar, her çeşit insan tıbbın merceği altında. Bu insanların beyin yapıları nasıl? Zeka onlarda hangi mekanizmayı harekete geçiriyor ve onlar diğerlerinden daha farklı bir konuma geliyor? Ama iyi, ama kötü.

Zeka ile biyoloji arasındaki bağlantının araştırılması.

Einstein 1955’te ölüyor ve beyni derhal çıkartılıyor. Ancak, Einstein’ın beyni tam elli yıl boyunca müthiş bir serüven yaşıyor. Carolyn Abraham’ın kaleme aldığı "Einstein’ın Dehası" kitabı aktardığım bu bilgileri içeriyor.

Evliliği uygar kölelik olarak tanımlayan, Tagor, Freud ve Charlie Chaplin (Şarlo) ile dostluklar kuran, İngiliz kraliçesinin huzuruna çıplak ayakla çıkan, her koşulda piposundan vazgeçmeyen Einstein nasıl bir beyne sahip? Nasıl bir beyin ki, ilkokulda hocası ona, "senden bir halt olmaz, sen en iyisi git, kendine sade bir iş bul, okumaktan filan vazgeç" derken, o bunu sessizlikle karşılıyor, ama bir sonraki derste, verdiği yanıtlarla hocasını yaya bırakıyor. O zamana kadar kabul edilen buluşları altüst edecek kadar.

Einstein’ın beyni yıllarca Dr. Thomas Harvey’in elinde. Bir kavanozda define saklar gibi saklıyor. Ara sıra Einstein beyni üzerine makalaler yazıyor. Yazdığı her makale tıp dünyasında büyük yankılar yaratıyor. Pek çok ülkeden, pek çok bilim adamı aynı beyni farklı yönlerden incelemek istiyor. Harvey’in bilimsel kıskançlığı 90’ların sonuna kadar sürüyor. O tarihten sonra beyni belli parçalara bölerek, parçaları başka nörologlara gönderiyor, onların incelemesine ortam hazırlıyor. Einstein’ın beyin parçacıkları ülkeden ülkeye küçük kavanozlarda dolaşıyor.

Onun beynindeki sırrı, nörobilimci Witelson ortaya çıkartıyor."

"Beynin bir bölgesinde hücreler küp şeker gibi yoğun. Einstein’daki zeka bu hücrelerdeki yoğunluktan kaynaklanıyor".

Serüven müthiş. Genel anlamda beyin incelemelerindeki maksat daha da müthiş. İnsanı titretecek kadar kapsamlı. Önümüzdeki yüzyılların insanını yaratma projesi.

"Eldeki beyin örneklerinden hareketle, onların DNA’ları üzerinden iyi ve zeki insanlar yaratalım, bu tip insanları klonlayalım."

Önümüzdeki yüzyıllarda yeni Einstein’lar, Elvis Presley’ler, Sartre’lar günümüz tıbbını hayırla yad edecek. Al Capone’lara, Hitler’lere paydos.
Yazının Devamını Oku

Mehmet Altan’ın Marksist analizleri

6 Eylül 2008
"GERÇEK bir yazarın yaşamında birçok yaşam vardır. Tek bir yaşamla yetinenlerle kendi yaşamına bir sürü yaşamı sığdıranlar arasındaki farkı anlatmak." (S.105) "Yazı insanı zaten bireyselleştiren bir iş, bir anlamda tanıdığını çoğaltan, ama dostunu azaltan bir iş." (S.147)

Biyografileri, hayatları hep merak ediyorum. En çok da, yazarların, edebiyatçıların, gazetecilerin, siyasilerin.

Gazeteci ve yazarlara baktığımda, bir yalnızlık görüyorum. Büyük topluluklar içinde bir yalnızlık. Bunun nedenini kendi kendime çok sık soruyorum. Tanıdıklarım çoğalırken, dostlarım gerçekten azalıyor mu?

SU GİBİ

Sık sorduğum soruya Mehmet Altan yanıt veriyor. Yukarıda, son kitabından aktardığım cümlelerle.

Mehmet Altan’la uzun bir söyleşi. Defne Asal Er’in yaptığı söyleşi geçenlerde bir kitap olarak yayınlanıyor. Mehmet Altan, İkinci Cumhuriyetin Yol Hikayesi.

250 sayfalık kitap su gibi akıyor. Bana göre, kitabın adı yanlış. İkinci Cumhuriyet, Mehmet Altan’ın iddialı ve çok tartışılan bir tezi. Ama kitap İkinci Cumhuriyet’ten çok, tarihsel perspektifte bugünün Türkiye’sini anlatıyor, yarına uzanıyor.

Zaman zaman ders kitabı gibi, zaman zaman, özel yaşama ve Altan Ailesine ilişkin bölümlerde olduğu gibi, insanda hoş bir seda bırakan nağme gibi okunuyor.

HİZAYA GİREN TEZLER

Kitap iddialı tezler ve analizler getiriyor.

Mehmet Altan sık sık TV’lerde tartışma programına çıkıyor. Birlikte çıktığımız programlar da var. Bendeki izlenim, o programlarda daha sık genellemelere yöneliyor. Tekrarlar var.

Oysa kitap özgün, katılırsınız, katılmazsınız, ama söyledikleri üzerinde düşünmeye zorluyor. Hem Türkiye ile oturup kalkanları, hem Türkiye’yi yönetenleri, hem Türkiye’deki muhalefeti hizaya getiren tezler. Örneğin;

"AKP’yi destekleyen kitlelerin aslında Tanrı’ya sığınmak mecburiyetinde kalan yoksullar olduğunu, bunun bir yoksul hareketi olduğunu görürüz." (S.137)

Mehmet Altan, bu tezi Osmanlı’dan saraydan getiriyor. Cumhuriyet bürokrasisi ve otoriter devlet işleyişine bağlayarak, AKP’yi destekleyenleri geleneksel otoriteye başkaldırma olarak niteliyor. Çok kişiyi kızdıracak tespitler.

Aynı önemde olmak üzere, Batılılaşma bağlamında, "onlar gibi harcama yaparsak, onlar gibi yaşarsak, onlar gibi çağdaş oluruz, inancı var." (S.154) Aynı mantıkta, "üretim biçiminden değil, bunları tüketim üzerinden tartışıyoruz." (S.137)

Yüzeysel çağdaşlaşma edebiyatına iktisadi bir eleştiri. Aynı zamanda, Türkiye’deki sosyal demokrasinin kalbinden vurulduğu yer.

OSMANLI’DAN GEÇİŞ

AKP’yi belli açılardan desteklediği için, Mehmet Altan’a kızanlar, garip gelecek ama, kitap Marksist analizler içeriyor.

Dünya ve Amerika’ya bakış, Osmanlı’nın tarım ve sanayi politikaları, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken nelerin değişip, nelerin değişmiş gibi görünüp, aslında Osmanlı otokratik yönetiminin devamı olduğunu bölümler, seksen yıldır değişmeyen Kürt politikası, hep Marksist çözümleme çerçevesinde.

Hele de, tarımla ilgili tezler.

"Köylüleri devlet memuru gibi yaptılar, seçimden seçime oylarını satın aldılar. Destek alımları, taban fiyatları diyerek. (...) Burada piyasaya üretim yapmayan bir tarım var." (S.166) AKP bugün, bu anlatılandan farklı bir şey yapmıyor.

Piyasaya üretim yapmayınca, toprak verimsiz kullanılınca sonuç ortada.

"Bizim tarımda 6 milyon nüfusumuz var, 9 milyar dolarlık ihracat yapıyor, Hollanda 600 bin tarım çalışanı ile 60 milyar dolarlık ihracat yapıyor." (S.169)

ORADA VE BURADA MEDYA

Kitabın son bölümlerinde Mehmet Altan medya eleştirilerine yer veriyor. Dikkat çeken bir karşılaştırması var.

"Batı’da burjuvazi yükselirken, medya mevcut imparatorluğa, kiliseye, yerleşik düzene karşı halkın isyanı olarak çıkmış." (S.244)

Medya Batı’da topluma endeksli olarak çıkıyor. Toplumun malı olarak.

"Medya bizde, devleti dönüştürmek, devleti ve bürokrasiyi denetlemekten asla, kalka devletin propagandasının yapıldığı bir unsur." (S.245)

Çok uzun tartışılacak bir tez. Denetleyenlerin başına nelerin geldiğinden başlayarak.

Kitap haziranda yayınlanıyor. Daha henüz doğru düzgün bir tanıtımına ya da eleştirisine rastlamıyorum, garip.

Alın, okuyun, katılacaksınız ya da tam tersine kızacaksınız. Ama okurken üzerinde düşüneceksiniz.
Yazının Devamını Oku

Hava koridorunda boşluğa düşmesin

5 Eylül 2008
DIŞİŞLERİ Müsteşarı Özdem Sanberk, Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın’a öneriyor:<br><br>"Ermenistan’a, kapalı olan hava koridorunu açalım." Yıl 1994 Aralık. Hava koridorunun açılması, uzun yıllar devletin en üst organlarında tartışılıyor. 94’te yine tartışma çıkıyor, ama o tarihte hava koridoru artık açılıyor.

Türkiye’den Ermenistan’a önemli bir jest.

Uluslararası diplomaside karşılıklılık ilkesi geçerli. Sen bir adım atarsan, karşıdaki de bir adım atacak ki, uzlaşmak mümkün olabilsin.

GECE ZİYARETİ

O sırada Ermenistan’da seçim var. Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan. Rakibi Koçaryan onu fena sıkıştırıyor.

İki ay geçiyor. Ankara beklerken, Karayalçın’a bir haber ulaşıyor:

"Özel danışman Liberidyan (Tarsus doğumlu) sizinle görüşmek istiyor, Petrosyan’dan mesaj getirdi."

Basından ve gözlerden uzak görüşmede Liberidyan, Karayalçın’a:

"Sizden yeni bir jest bekliyoruz, seçimlerde Koçeryan kazanırsa, Türkiye ile ilişkiler yeniden sertleşir."

Karayalçın
şaşırıyor, Türkiye zaten bir adım atıyor, hálá ne jesti?

KATLİAM VE İŞGAL

Seçimleri Koçeryan kazanıyor.

Bırakın jest ve yumuşamayı, Türkiye-Ermenistan ilişkileri yeniden sertleşiyor. Ermeniler Kelbeçer ve Hocalı’da katliama girişiyor, Azerbaycan topraklarını işgal ediyor.

Oysa, arada Türkiye Ermenistan’a insani yardımda bulunuyor. Karşılık gelmeyince, koridorun açılması havada kalıyor.

PROJESİ OLMALI

Şimdi Abdullah Gül yine bir jest yaparak, bir adım atıyor ve milli maç bahanesiyle, Erivan’a gidiyor. Olumlu bir girişim.

Gerçi, bu kez karşı taraftan da, bir adım var. Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan bir Avrupa gazetesinde yazdığı yazıyla, Gül’ü maça davet ediyor. Maç üzerinden siyasal davetiye çıkartıyor.

Şu ana kadar Ermenistan, kendi tezlerinden geri adım atmış değil. Gül’ün Erivan’a gitmesiyle birlikte, şimdi Sarkisyan yükümlülükle karşı karşıya:

Karşılıklılık ilkesi. Ve bir proje. Ne demek?

Sarkisyan, Gül’ün gitmesine karşılık vermek zorunda. Somut bir adım, somut bir plan. Ziyaretin projesi olmak zorunda. Atılan adımın siyasal açıdan devamını getirecek bir paket, bir görüşmeler zinciri.

ÇANKAYA DAMGALI

Erivan’a gitmekte, Çankaya danışmanlarının etkisi büyük.

Karar öncesinde Dışişlerinden bir ekip Erivan’da gerekli temaslar sonucu geziyi olgunlaştırıyor. Karar yine de, Çankaya damgasını taşıyor. Her ne kadar, Dışişleri bu kez seyahat acentası konumundan biraz daha sıyrılıyorsa da, ağırlık Çankaya’da.

Gül’ün gitmesi, hava koridoru gibi havada kalacak ve Gül’ün övünmesiyle sınırlı kalacaksa, maç başlamadan ilk golü Türkiye yemiş olur.

Sezer-Gül, Şam-Erivan

GÜL’ün Erivan gezisinde Amerikan baskısı çok net. İki tarafa da.

Amerika uzun süredir diyalog için bastırıyor, taraflar nazlanıyor. Türk-Ermeni ilişkileri bildik bileli buzdolabında iken.

Gül’ün gezisi Ahmet Necdet Sezer’in Şam gezisini anımsatıyor. Tam ters yönden. Sezer, Şam’a gitmek için hazırlık yaparken, Amerika, "gitme" diyor, ama Sezer gidiyor. O sırada Suriye ile ilişkiler, bugünkü Ermenistan ilişkileri gibi. Sezer’in ziyaretiyle yumuşuyor. Buradaki ahlak dersi, Amerika’yı her zaman dinlemek, ülkelere kár getirmiyor.

Şimdi gezinin bahanesi futbol maçı. Başka örnekler var. Kuzey Kore-Güney Kore karate karşılaşması, ABD-Kuzey Kore pop müzik konserleri gibi.

Spor ve müzik inatçı kafaları hizaya getirmenin biçilmiş kaftanı.
Yazının Devamını Oku

Ah o tezkere yine dönem sonunda

4 Eylül 2008
UZUN bir liste. Yüzü aşkın milletvekilinin adı var, hemen her partiden. Dokunulmazlığı kaldırılması istenenlerin listesi. Listede milletvekilinin ismi var, partisi var, dosya numarası var. Ondan sonra çok matrak bir şey var.

İsmin hizasında suç isnadı yazılı bir sütun var. O milletvekilinin ne ile suçlandığı. Sanıyorsunuz ki, o sütunda ne ile suçlandığı yazıyor.

Yooo, sadece Başbakanlık Tezkeresi yazıyor. Suçlanma nedeni yazmıyor. Yüzü aşkın ismin karşısında hep Başbakanlık Tezkeresi. "Gel tezkere gel" diyecek durumun tam tersi.

Son sütun, sonuç sütunu. Orada da, bütün milletvekilleri için yine aynı cümle: "Görüşüldü, dönem sonuna erteleme."

Ne dokunulmazlığı, dokunulmazlık filan kalkmayacak, demenin Meclis sözlüğündeki karşılığı.

KART’IN GÖZLEMİ

Bu konularda iğneyle kuyu kazan CHP Konya milletvekili Atilla Kart’ın gözlemi:

"Suç isnadı sütununda özellikle Başbakanlık Tezkeresi yazıyor, suçun ne olduğu yazılmıyor, suçu bilinçli olarak gizlemek için böyle yapılıyor."

Değişik partilerden yüzü aşkın milletvekilinin dosyası. Kimi seçim sırasında karanlık bastıktan sonra propagandaya devam etmek, kimi hakaret, kimi yolsuzluk iddiası.

Örneğin, yirmi DTP milletvekilinin hemen hepsinin dokunulmazlığı kaldırılmak isteniyor. İddia edilen suçun türü yazmıyor olsa bile, onlara yönelik iddiayı tahmin etmek zor değil.

Atilla Kart, dokunulmazlığı kaldırılmak istenen AKP milletvekilleri arasından bazılarını özellikle vurguluyor.

KIRKI AŞKIN AKP’Lİ

Tayyip Erdoğan, Kemal Unakıtan, Mehdi Eker, Veysel Eroğlu, Abdülkadir Aksu, Ömer Dinçer, Akif Gülle, Asım Aykan, İdris Naim Şahin, Mehmet Sekmen, Mehmet Emin Tutan, Ali Temur, Özkan Öksüz, Selami Uzun, Mustafa Açıkalın, Mustafa Öztürk.

Aralarında Başbakan ile şimdiki ve geçmiş bazı bakanların yer aldığı liste.

İGDAŞ dosyasından kayıp trilyon dosyasına, ihaleye fesat karıştırmaktan görevi kötüye kullanmaya ve özel evrakta sahtecilik iddialarına kadar uzanan liste.

Yolsuzluk iddiaları. Hepsi, görüşüldü, dönem sonuna erteleme faslında.

CHP Gurup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’yi fena halde yakalıyor. Dişli’nin kaçacak yeri kalmıyor. Partideki görevlerinden istifa ediyor.

Ya diğerleri? O dosyalar tozlu raflara. Şimdilik öyle. Günün birinde...

Kanun kaçaklarına sığınma

ELDE Şaban Dişli var. Son olarak Almanya’dan Türkiye’ye uzanan zincir var. Son olarak Gaziantep var.

Üç Y ile mücadele diyerek yola çıkan AKP, üç Y’nin yoksulluk, yasaklar ve yolsuzlukla mücadelenin yolsuzluk safında bel veriyor. Her yerden pis kokular fışkırıyor. Onları örtbas etmek için AKP farklı çaba içinde.

Bunun örneğini on CHP milletvekili TBMM Karma Komisyon Başkanlığına yazdığı itirazda dile getiriyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması komisyonda AKP oylarıyla dönem sonuna ertelenince, on CHP milletvekili karara muhalefet şerhi yazıyor. Halil Ünlütepe, Atilla Emek, Turgut Dibek, Atilla Kart, Mehmet Ali Özpolat, Şahin Mengü, Ali Rıza Öztürk, İsa Gök, Rahmi Güner, Ali İhsan Köktürk imzalarını taşıyan muhalefet şerhindeki cümle AKP usulü korumayı açığa çıkartıyor:

"Dokunulmazlık kurumu ve soruşturma izni, siyasi iktidar tarafından hukuk tanımaz bir anlayışla yozlaştırıldığı ve kötüye kullanıldığı içindir ki, TBMM belli bir süreçten sonra bazı bürokratlar ve kanun kaçakları (58 ve 59. Hükümetler dönemindeki Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı gibi) için bir sığınma mercii haline getirilebilmiştir."

Hakkında dosya olan kişiyi, bürokratı milletvekili seçtirmek. Dokunulmazlık zırhı ile onu korumak.

Muhalefet şerhinde adı geçen Milli Eğitim Bakanlığı eski müsteşarı Necat Birinci. Şimdi İstanbul AKP milletvekili. Hakkında on altı dosya var. Çoğu yargı kararlarını uygulamamak. Ama, dokunulmazlığı var.

Unutulan bir şey var. Dokunulmazlık ömür boyu sürmüyor.
Yazının Devamını Oku

’Benimle ilgili iyileştirme yok’

3 Eylül 2008
"Sizi Yargıtay’dan (... Bey ) arayacak, telefonunuzu verir misiniz?" Veriyorum, on gün kadar önce. Bir süre sonra telefon. Ben Yargıtay’dan adı verilen yargıcın telefonunu beklerken, karşımda başka bir yargıç:

"Ben Anayasa Mahkemesi üyesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı Ahmet Akyalçın, sizi Moskova’dan arıyorum."

AKP kapatma davası kararından hemen önce, Akyalçın’ın girişimi üzerine, Meclis, Uyuşmazlık Mahkemesi ile ilgili yıllardır bekleyen bir yasayı kabul ediyor.

Yasa, mahkeme üye, savcı ve personeli ücretlerini arttırıyor. Bu yasa çıkıyor, ardından Anayasa Mahkemesi AKP kapatma kararını alıyor. 5’e karşı 6 oyla AKP kapatılmıyor. Kapatmaya karşı oy veren üyeler arasında Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı Ahmet Akyalçın da var.

Ben konuyla ilgili iki yazı yazıyorum. İlk yazıda olayı aktarıyorum, ikinci yazıda, Akyalçın’ın istifa etmesinin daha doğru olacağını dile getiriyorum.

Akyalçın, "Moskova dönüşü sizi arayacağım, açıklamak istediğim noktalar var" diyor.

DÜZELTME HAKKI

Ben on gün bekliyorum. Akyalçın aramıyor. Ancak, önceki gün gazeteye gittiğimde, masamda 27 Ağustos tarihli bir yazı:

"Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğüne, Düzeltme ve Cevap Hakkı".

Akyalçın
’dan açıklama. Şaşırıyorum. Akyalçın beni arayacağını söylüyor, ama resmi açıklama göndermeyi tercih ediyor.

O aramıyor, ben onu arıyorum. Önce o açıklamanın özeti, sonra da, aramızdaki konuşma.

Yazdığım iki yazıyı, "yasal dayanaktan yoksun, incitici nitelikte" bulduğunu belirten Akyalçın, Uyuşmazlık Mahkemesi ile ilgili değişiklik istemlerinin yaklaşık on yıl öncesine dayandığını aktarıyor.

Uyuşmazlık Mahkemesi uygulamasından doğan aksaklıkların kamu yararı göz önünde tutularak giderilmesi amacıyla yasada değişiklik yapıldığını söyledikten sonra:

"Şahsımın Başkanlığında da, konunun takipçisi olunmuştur. Ben 12.9.2005 gününde Uyuşmazlık Mahkemesi başkanlığına seçildim ve benden önceki başkanın kalan süresini doldurdum. 22.10.2007’de dört yıllık görev için yeniden seçildim, halen bu görevi yürütmekteyim."

İNSAFSIZLIK


Hem açıklamasında, hem de telefon görüşmemizde vurguladığı nokta şu:

"Yeni kabul edilen yasada benimle ilgili bir iyileştirme yoktur."

Akyalçın
devam ediyor:

"Yasal değişiklik, toplantıya katılan üye, savcı ve raportörlerin özlük haklarının iyileştirilmesini, üyelerin seçim usul ve süreleri ile mahkemenin çalışmasına yönelik düzenlemeleri kapsamakta olup, Başkanın özlük haklarında bir değişiklik getirmemiştir."

Açıklamasının sonunda Akyalçın:

"Bu durum gözetildiğinde, yasadaki değişikliği iktidar partisinin tavizi ve skandal olarak nitelendirip, istifaya davet etmeyi hakkaniyet ve hukukla bağdaştırmak insafsızlıktır."

Açıklamanın özü bu.

Neden kapatma davası öncesinde

ŞİMDİ Ahmet Akyalçın ile telefon görüşmemiz. Söze ben giriyorum:

- Beni arayacağınızı söylemiştiniz, ama resmi açıklama göndermişsiniz, yadırgadım. Konuşmuş olsaydık, söylediklerinizi zaten yazacaktım, öyle anlaşmıştık.

- Özür dilerim, haklısınız, bir yanlışlık olmuş.

- Bazı sorularım var. Yıllardır bekleyen bir yasa değişikliğini, neden tam kapatma davası öncesinde gündeme getirdiniz?

- Daha önceki başkanlar zamanında talep edilmiş. Konuyu şimdi de ben takip ettim ve değişiklik istedim.

- Siz aynı zamanda AKP kapatma davasında oy kullanmakla görevli Anayasa Mahkemesi üyesisiniz. Tam bu sırada, yasal değişiklik girişiminde bulunmanız doğru mu?

- Yalçın Bey, ben sizi yıllardır okurum ve takdir ederim...

- Teşekkür ederim, girişiminizin zamanlaması doğru mu?

- Bir art niyet yok, bu zamana rastlamış.

- Ama, sizin girişiminiz üzerine, AKP yıllardır bekleyen yasaya öncelik tanıdı ve sizin istediğiniz değişikliği yaptı. Tam kapatma kararı öncesinde.

- İktidarlar beni ilgilendirmez, daha önce takip edilen konuyu ben de takip ettim. Benimle ilgili hiç bir iyileştirme yok. Benim maaşım artmadı. Toplantıya katılan üye, savcı ve raportörlerin özlük haklarında iyileştirme oldu. Toplantı başına dokuz YTL gibi komik ücretler alıyorlardı.

- Yılladır bekleyen bir yasa için, birkaç ay daha bekleyip, kapatma davası sonrasına bıraksaydınız, ne kaybederdiniz?

- Ücretler çok düşük olduğu için, toplantı yapmakta güçlük çekiyordum.

- Siz de, AKP’nin kapatılmasına karşı oy kullandınız. Elbette, sizin vicdani ve hukuki kararınız o.

- Evet, ama Hazine yardımının kesilmesini istedim.

Telefondaki sohbet karşılıklı nezaket cümleleri ile sona eriyor.
Yazının Devamını Oku

Cemaatler bile ’olmaz böyle şey’ diyor

2 Eylül 2008
İKİSİ de, bütün ülkelerde defter açıyor.Rusya ve Gürcistan sefaret bulundurduğu bütün ülkelerde defter açarak, o ülkelerin bu defterleri imzalamasını istiyor. Savaş nedeniyle, geçmiş olsun, imzası. Bu uygulama diplomasi geleneğinde ilk. Rusya’nın defterini imzalasan, Gürcistan alınacak, Gürcülerin defterini imzalasan, Ruslar alınacak.

Ankara iki ara bir derede, kimin defterini imzalayacağını bilmiyor. Belki, ikisini de imzalamak gibi bir cinlik. Onu da, kimse yemez.

KAÇ BUĞDAY, KAÇ NOHUT

Tam bu sırada, başımıza taneyle saymak derdi patlıyor.

Rusya, güçlük çıkarmak için, Türkiye’den ithal ettiği ürünleri gümrüklerde saymaya kalkıyor. AKP buna misilleme, onlardan satın aldığımız malları sayma kararı alıyor. Karşılıklılık ilkesi. Madem onlar bana bunu yapıyor, ben de onlara yaparım, vaziyeti.

Petrol ve doğalgazı saymak mümkün değil, ama dünden itibaren Rusya’dan ithal ettiğimiz mercimek, nohut, arpayı gümrüklerde tek tek sayıyoruz. Kaç tane nohut, kaç tane buğday!

KENDİNE KURŞUN

Saymak, Rusya’dan gelen ürünlerin girişini yavaşlatmak demek. Ne demek bu? Onlardan aldığımız doğalgaz ve petrol girişini yavaşlatmak demek.

Türkiye elektriğin neredeyse yarısını doğalgazdan üretiyor. Türkçesi şu:

Doğalgazı yavaşlatmak, elektrik üretiminin yarısından vazgeçmek demek.

Kendi ayağına kurşun sıkmakla eşit. Petrolü yavaşlatmak aynı anlamda. Parlak fikir doğrusu.

ERDOĞAN GİDEBİLİR

Sorunun kaynağı, Rusya-Gürcistan krizinde Türkiye’nin aldığı tutum. NATO gemilerine Boğazlar’dan geçiş izin veren Türkiye’ye, Rusya fatura kesiyor.

Diplomasi ve ekonomi, tepki kaldırmıyor. Akıl gerektiriyor. Önünü, arkasını iyi hesaplamak gerektiriyor.

Türk kkonomisini çok güç durumlarda bırakabilecek misilleme kararı uygulamak yerine, Moskova ile diyalog aramak mantıklı değil mi?

Durumun vahametini farkeden ihracatçılara ek olarak, bazı cemaatler bile, Başbakan Erdoğan’a başvuruyor, "siz gidin Putin’le görüşün" telkininde bulunuyor.

Erdoğan’la bu sorunu görüşenlerin aldığı izlenim, Erdoğan her an Putin’e gidebilir, gitmese bile, mutlaka telefonla görüşür, yolunda.

Makulu bulmak için, çok akıllı olmaya gerek yok.

Cımbızla belediye başkanı seçmek

KENDİSİNE gönderilen "görevden alındınız" bildiriminde herhangi bir gerekçe yok.

Bodrum Yalıkavak Belediye Başkanı Mustafa Saruhan (CHP) hafta sonunda İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınıyor. Dün Saruhan’la konuşuyorum:

"Sanıyorum bazı imar kararları nedeniyle aldılar. Bazı dosyalar var, bazı doğru, bazı yanlış kararlar. İki ay kadar önce, burada birkaç AKP’li bana bu yolda işaret vermişti. Ben, yürütmenin durdurulması için Muğla İdare Mahkemesine dava açıyorum."

Eğer, görevden alma gerekçesi, imar kararları ise, bütün kıyılarda, bütün belediyeler aynı suçu işlemekle meşgul. Aralarında pek çok AKP’li belediye başkanı da var.

Neden aralarından sadece bir CHP’li başkan cımbızla seçiliyor? Diğerleri neden hala görevde?

İmar gerekçesi değilse, İçişleri Bakanlığı görevden alma nedenini açıklamak zorunda.
Yazının Devamını Oku

İşte savaşın insani kronolojisi

31 Ağustos 2008
Son Rusya-Gürcistan savaşında bu örnek dışında insanı vurgulayan, pek bir yazıya, izlenime rastlamadım. Gördüğüm tek izlenim, burada özetlediğim kadın gazetecinin duyguları. 8 Ağustos, 15.20: Tiflis’te (Gürcistan) sokaklarda tek bir genç adam kalmıyor. Hepsi askere alınıyor, cepheye gönderiliyor. Benim kardeşimi de askere çağırıyorlar.
/images/100/0x0/55eb1971f018fbb8f8aaff1e
8 Ağustos, 23.55: CNN’i izliyorum. Ruslar Meclis’i bombalıyor. Saakaşvili güvenlik içindeymiş. Haberler birbirini tutmuyor, ben tam Meclis’in yanında oturuyorum, bomba sesi filan duymadım.

9 Ağustos, 10.14: Ruslar Gori kentini bombalıyor. Telefon hatları öyle meşgul ki, kimse yakınlarına ulaşamıyor. Çok korkuyoruz. Dünya, özellikle AB akıllı bir açıklama yapsa. Bu savaş etnik gerilimden değil, nedeni ilan edilmeyen Rus-Gürcü çatışmasından çıktı. O zaman bombardıman durabilir.

9 Ağustos, 14.37: Gürcistan, Irak’taki askerlerini geri çekiyor.

9 Ağustos, 15.46: Ah, şimdi bir uçak daha geçti tepemizden. Yoksa, bunlar Rus uçakları mı, bunlar şimdi bizi bombalar mı?

9 Ağustos, 17.51: Dünyadan ve Avrupa’dan hala bizi rahatlatacak açıklama bekliyoruz. Neyse ki, AB’ye son giren ülkeler, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Baltık Ülkeleri bizim arkamızda.

10 Ağustos, 22.30: Burada (Tiflis) herkes sorumlu davranıyor. Diğer savaşlarda pek görülmeyen bir olay, gıda sıkıntısı yok, insanlar dükkanlara hücum etmiyor. Saakaşvili tek taraflı ateşkes ilan etti ama, Ruslar buna uyar mı? Keşke uysalar, çok korkuyoruz.

11 Ağustos, 00.10: Rusya’ya karşı büyük bir protesto mitingi düzenlendi. Hepimiz Amerikan-AB desteğini açık biçimde görmek istiyoruz.

11 Ağustos, 13.45: Fransız ve Fin Dışişleri Bakanları geldi, Moskova’ya geçiyorlar şimdi. Barışı sağlamaya çabalıyorlar, acaba Rusya buna uyar mı?

12 Ağustos, 08.30: Tiflis’te bugün hayat artık çok zor. Herkes panik halinde. Rusların Tiflis’e doğru yürümeye başladıkları haberleri üzerine, çok insan Tiflis’ten kaçmaya başladı. Ama, biz evde kalmalıyız, şartlar her an değişiyor.

12 Ağustos, 09.26: Ruslar şimdi de, Abhazya’ya yürüyormuş. Ruslar Gori’yi bombalarken, Hollandalı bir gazeteci hayatını kaybetmiş.

12 Ağustos, 15.45: Rusya Devlet Başkanı Medvedev, savaşın bittiğini ilan etti. Ama, buna hiçbirimiz inanmıyoruz. Kim bilir, belki doğrudur.

12 Ağustos, 19.50: Sonradan askere alınan Gürcü gençler Tiflis’e geri dönüyor. Benim erkek kardeşim de dönenler arasında.

Gürcü kadın gazeteci, Evelin Menteshasvili savaş sırasında günlük tutuyor. Anı anına, duygu ve düşünceleri yazıyor. Ben onun günlüğünden aktarıyorum. (Die Zeit, 14 Ağustos 2008, s.3-4).

BU İLK DEĞİL

Savaşın insani boyutu, insanların o anda neler yaşadığı. Gazeteler, TV’ler savaş haberleri arasında zaman zaman bu gibi insani incelikleri yayınlıyorlar. Ama, daha çok, ne olup bittiğini. Olayların ülkeleri nereye sürüklediğini. Son Rusya-Gürcistan savaşında insanı vurgulayan, bu örnek dışında, pek bir yazıya, izlenime rastlamıyorum. Gördüğüm tek izlenim, burada özetlediğim kadın gazetecinin duyguları.

Oysa, insan. Ve insan. Yine insan. Üstelik bomba sesleri arasında.

Bir başka gerçek daha var. 1956 Budapeşte, 1968 Prag, 1979 Kabil. Rus tanklarının ezip geçtiği kentler. Dünyayı yerinden oynatan işgaller. O kadar ki, dünya sosyalizmi yıllar ve yıllar boyu hem sosyalizmi, hem Rusya’yı sorgulayacak çatışmalara giriyor. Aynı tartışma Türkiye’ye de yansıyor. Rus tankları Türkiye’deki sosyalist hareketi parçalıyor. Mehmet Ali Aybar’ın "güler yüzlü sosyalizm" tavrına karşı, katı Rus yanlıları.

YİNE BİR AĞUSTOS

Şimdi Tiflis. Tatsız tesadüf. 1968 Prag, Rus tankları Prag’a 21 Ağustos 1968’de giriyor. Tam kırk yıl sonra, yine bir Ağustos, bu kez Tiflis.

1968’de ben, son sınıfa geçmeye hazırlanan üniversite üçüncü sınıf öğrencisiyim. Prag işgalinden on gün sonra, Prag’dayım. 22 yaşındaki Çek öğrenci Wenceslav Prag’ın en büyük meydanında kendisini yakıyor. Dünyayı sarsan protesto. O alan, bugün onun adını taşıyor.

Neyse ki, Tiflis’te kimsenin kendisini yakmasına gerek kalmıyor. Savaş çabuk bitiyor. Yani, fiili bombalar ve kurşunlar. Devamı şimdilik vahim.
Yazının Devamını Oku

Bensiz olmaz değil sensiz olmaz

30 Ağustos 2008
"Biz de sizin gibi düşünüyoruz". Van’daki toplantıda görüşlerini açıklayan bir grup. "Bir şeyler yapmak gerek, size hak veriyoruz". Lüleburgaz’daki toplantıda görüşlerini açıklayan bir grup.

"Oturup, ne olacak, diye düşünmek zamanı değil, artık bir şeyler yapmak gerek ve biz sizin gibi düşünüyoruz". Salihli, Trabzon, Samsun, Ayvalık, Antalya ve daha neresi ise.

Sorular ve tepkiler aynı. Birlikte düşünmek ve birlikte çalışmak arzusu.

İki, iki buçuk yıl önce Abant’taki toplantı ile ilk adımını atan 10 Aralık Hareketi partileşme kararı alıyor. Sosyal demokrat bir parti olarak. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde toplantılar yapıyor. Her toplantıda, her meslekten ve her sosyal sınıftan insanlar, yukarıdaki sözlerle harekete destek veriyor.

ELLİ YILDIR İLK

Türkiye’nin dört bir yanında insanlar, AKP’ye alternatif arıyor. Siyasal arayış ve siyasal katılma arzusu diz boyu.

Türkiye’de yaklaşık 45-46 milyon seçmen var. Arka arkaya yapılan anketlerden ortaya net bir sonuç çıkıyor.

Halkın yüzde 30’u kararsız. Yaklaşık 13-14 milyon insan, bugün seçim olsa, kime oy vereceğini bilmiyor. Bu rakamlar, bu oran aslında iktidar oranı. Hatta, tek başına iktidar oranı.

Kararsızlardan hareketle:

1- Bu ölçüde yüksek kararsızlık, galiba elli yıldır ilk kez görülüyor. Yeni siyasal arayış onun için bu kadar net.

2- Kararsızların büyük çoğunluğu sosyal demokrat, ama oy verecek sosyal demokrat parti bulamıyor.

10 Aralık Hareketi bundan dolayı tutuyor.

CHP ARTIK NAFİLE

Oysa, CHP var. Hayır, yok. Çünkü:

1- CHP artık sosyal demokrat bir parti değil.

2- Parti içi demokrasi yok. Lider sultasında, kıpırdamak mümkün değil.

3- CHP, zikzaklar eşliğinde AB’ye karşı.

4- Sıkıştı mı, askere yaslanıyor. Sivilleşmede çok geri. Ya da soluğu Anayasa Mahkemesi’nde alıyor. Çareyi halkta değil, bürokraside arıyor.

5- Halkın tercihlerini, hatta verdiği oyu bile aşağılıyor. Örnekleri var.

6- Bunlar toplandığında, CHP demokrat bir parti değil.

7- Kaldı ki, sözde solculuğu ve ilericiliği, tüketim kalıpları üzerinden yürütüyor, üretim biçimini değiştirmek üzerinden değil.

8- Kendisini lider ve parti programı, ideolojisi olarak yıllardır yenileyemiyor. Sağ kendisi Menderes-Demirel-Özal-Erdoğan’la yenilerken, CHP İsmet Paşa-Ecevit ikilisinde takılıp kalıyor. Tek bir seçim bile kazanamıyor.

TABANI BULUŞTURMAK

Halk bu tıkanıklıktan bıkmış durumda.

10 Aralık Hareketi bu bıkkınlığa son vermeyi hedefliyor. Sivil, demokrat, özgürlükçü, katılımcı, toplumcu, sosyal adaletten yana bir programla çıkıyor. Tabandan gelişen hareket, onun için ürün vermeye hazır.

Lider kim? Partiyi kimler kuruyor? Ne zaman kurulacak? Bir parti kurulacağı zaman, bunlar ilk sorular.

Hareketin sözcüsü var, Prof. Dr. Burhan Şenatalar. Mesele lider değil, toplumsal katılım. Tabanı buluşturmak. O nedenle 10 Aralık şunu söylüyor:

"Bensiz olmaz değil, sensiz olmaz".

MARTTAN SONRA

Önümüzdeki mart ayında yerel seçimler var.

O zamana kadar, 10 Aralık Hareketi kadro çalışmasına, yurt çapında örgütlenmeye ağırlık veriyor. Fiilen partileşme yerel seçim sonrasında.

Hareket başarıya ulaşırsa, artık ne yüzde otuz kararsız, ne arayış.

AKP’ye artık bir alternatif çıkıyor.
Yazının Devamını Oku