Doğan Grubu gazetelerine boykot çağrısını her fırsatta tekrarlıyor.
Boykot çağrısı sürerken ikinci harekat başlıyor. Doğan Grubu’na vergi incelemesi. Boykot çağrısı ve inceleme birlikte yürüyor.
İnceleme sürerken, Erdoğan incelemeyi yapan gelirler kontrolörlerine desteğini eksik etmiyor. Açıkça ve tam savaş mantığı ile.
İstediğine kavuşuyor. Batılı basın kuruluşları ile Batılı siyasilerin şaşkınlıkla izlediği harekat sonucunda, yine Batılıların deyimiyle,”basın özgürlüğünü tehdit eden, orantısız ceza” kesiliyor.
1957 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 27 Mayıs İhtilali.
1970 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 12 Mart darbesi.
1978 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 1979 demokratik yoldan iktidar değişimi.
1980 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 12 Eylül darbesi.
1995 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 28 Şubat darbesi.
2001 devalüasyonu, IMF ile anlaşma, 2002 demokratik yoldan iktidar değişimi.
Kural değişmiyor. Demokratik ya da askeri darbe, IMF’den geçmek, iktidarlara yaramıyor.
İnsanlar boşuna sokaklara dökülmüyor. Yaptıkları her eylem biçimini, halk otobüslerini ve taksi duraklarını taşlamak, bankalara ve dükkanlara saldırmak onaylanacak işler değil. Bunları, IMF bahanesiyle, eylemcilerin arasına karışan başkaları yapıyor.
O sırada Dünya Bankası Başkanı, şu anda Almanya Cumhurbaşkanı Köhler kürsüde. Bir uluslararası toplantıda bir Dünya Bankası Başkanı, yanılmıyorsam ilk kez insan odaklı bir konuşma yapıyor.
“Bundan sonra sosyal harcamalara ağırlık verilecek, günde bir doların altında yaşayan insanlara yardım eli uzatılacak.”
IMF ile Dünya Bankasının tarihinde, 2000 Prag’a kadar böyle bir yaklaşım yok.
Söylemesi ayıp, Türkiye-IMF ilişkilerini anlatan ilk kitabı yazan biri olarak, Köhler’in dinlerken ben de yerimden fırlıyorum. IMF’nin hem diğer ülkelerle ilişkilerini, hem Türkiye ile elli yıllık macerasını az çok bilen biri olarak, ben de şaşırıyorum. Çünkü, bu çok temel bir politika değişikliği.
ASKERİ DARBELER
1946’dan 1990’ların sonuna kadar Türkiye’nin IMF ile yaptığı anlaşmaların tamamını okudum. Aynı şekilde, IMF’nin diğer ülkelerle anlaşmalarını da.
O anlaşmaları o ülkelerde askeri darbeler izliyor. Çünkü, o ekonomik programlar, toplumun kemer sıkması, acı ilaç içmesi, demokratik bir toplumda mümkün değil. O programı uygulamak için, asker zoru gerek.
Pek çok Güney Amerika ülkesiyle birlikte, Türkiye en çarpıcı örneklerden biri. Ne zaman IMF ile anlaşma imzalanıyor, bunu askeri darbe izliyor.
Kendisini parti başkanlığına seçen parti delegeleri değil. Parti başkanlığı seçimini halka yaptırıyor. Onu partinin başına halk seçiyor. Parti genel başkanlığına bir milyon oy alarak geliyor.
Ancak, Yunanistan’da seçimden zaferle çıkan Yorgo Papandreu’nun başarısı arkasında bir başka gerçek daha yatıyor. Son yılların ortak gerçeği.
Orta direk. Ya da orta sınıf.
ÖZAL TANIŞTIRDI
Bu kavramın belleklerimize kazınması Turgut Özal ile birlikte.
Onlar işsiz kalıyor, işten atılıyor. Seslerini duyurabilmek için, son çare, Ankara’ya yürüyorlar.
Seslerini duyurabilmek için 18 gündür yollarda oldukları halde, seslerini duyurabiliyorlar mı? Pek, sanmıyorum. Onlarla ilgilenen çok az.
70 işçi yürüyor, ama onlar toplam 276 işçi. 18 gündür yürüyorlar, ama yaşadıkları dram, 160 gündür sürüyor.
SEÇİMDE BÖLÜNME
İzmir’de Karşıyaka Belediyesi. Karşıyaka’yı AKP ikiye bölüyor. Karşıyaka ve Bayraklı Belediyesi olarak. Belki birinde seçim kazanırım, diye.
İki belediyeyi de, CHP kazanıyor.
Her iki belediyede nüfus azalıyor, hizmet alanı daralıyor. Bunun sonucunda, Karşıyaka Belediyesi 276 işçinin işine son veriyor.
Dün konuştuğum Belediye Başkanı Cevat Durak:
“Kürt konusunda sert çıkın, elinizden ne geliyorsa yapın, bu size puan kazandırır.”
Aklı veren Amerikan Başkanı’nın danışmanları. Yıl 1994. Akıl verdikleri kişi, dönemin Başbakanı Tansu Çiller.
Çiller’in başında bulunduğu DYP, anketlerde geriliyor. ABD Başkanı Clinton iletişim danışmanlarını yardım için Çiller’e gönderiyor.
Amerikalı danışmanlar o sırada dokunulmazlıklarının kaldırılması gündemde olan DEP milletvekillerini gözlerine kestiriyor.
Dört DEP milletvekili yaka paça içeri atılıyor, rezalet Meclis merdivenlerinde başlıyor.
Amerikalı danışmanlar çuvallıyor. O facia sahneleri DYP’ye çare olmadığı gibi, Türkiye o sahneleri hiç unutmuyor. Bugün bile.
ROLLER PAYLAŞILMIŞ
O sahnelerin unutulmayışı iyi. Bugün o sahnelerden ders almak ihtimali var. Ama, sadece ihtimal. Çünkü, göz gözü görmüyor.
Sadece o üç ünlü iş adamı değil, iş dünyasının önemli bölümü seçimlerde AKP’ye destek veriyor.
2007 seçimlerinden hemen önce tesadüfen tanık olduğum bu sahnenin üstünden iki yıldan fazla zaman geçiyor. Aradan geçen sürede yaşanan olaylar, suları şimdi tersine akıtıyor.
İş dünyasında moraller şimdi bozuk. İş dünyası ile AKP’nin arasındaki mesafe her geçen gün açılıyor.
CEZA SİYASİ
O mesafe iki gün önce gözle görülür hale geliyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal İstanbul’da bir gurup işadamı ile buluşuyor. Birlikte yenilen yemekte, belki en az ekonomi konuşuluyor. Ama, bolca siyaset.
“Kötü bir baskı var.”
İş adamlarının ortak söylemi bu yönde. Siyasal baskıdan söz ediyorlar. Baskıya gösterdikleri en çarpıcı örnek, Doğan Grubu’na kesilmek istenen vergi cezası. İş dünyası bu cezanın bütünüyle siyasi olduğu inancında.
Milletvekilleri Berlin’e döndüklerinde, Sol Parti genel merkezinde birilerinden mırın kırın, bir tatsızlık, bir hoşnutsuzluk.
Bazı Sol Parti milletvekilleri, örneğin Fransa’da Ermeni sorunu ile ilgili bir panele katılıyor, Türklerin de haklı yönlerini anlatıyor.
Milletvekilleri Berlin’e döndüklerinde, Sol Parti genel merkezinde birilerinden mırın kırın, bir tatsızlık, bir hoşnutsuzluk.