Eğer olduysa, ikinci perdeye geçiyoruz:
Nefes nefese Anayasa Mahkemesine gidiyoruz.
İktidar partisi Anayasanın belli maddelerinde değişiklik istiyor. Her değişiklikte olduğu gibi, CHP daha baştan kendi gerekçelerini açıklıyor ve “olmaz” diyor.
Eğer olursa, CHP şimdiden Anayasa Mahkemesine gitmeye kararlı. Son yedi buçuk yılda gördüğümüz sahnelerin bıktırıcı tekrarı. CHP’ye tek bir oy bile getirmiyor.
Almanya’ya resmi gezi yapıyor. O tarihteki başkent Bonn’dayız. Özal, görüşmeleriyle ilgili açıklama yapmak üzere, biz gazetecilerle sohbet toplantısı düzenliyor.
Sohbetin ortasında önüne bir kağıt bırakılıyor. Özal eğiliyor, okuyor, yüzü bir anda simsiyah.
Sıkıyönetim Tercüman gazetesini kapatmış, ama Başbakan Özal’ın haberi yok.
Gömleği üzerinden kollarına siyah kolluk geçirmiş, tel çerçeve gözlüklü, okumak için önündeki kağıdı burnunun dibine getiren bıkkın bürokrat soruyor:
Arkasında öyle aman aman büyük sırlar filan yok. Dönemine göre, ya ülkeyi karıştırmak ve darbeye doğru yol almak ya bir yerde, kendi mantığına göre bir operasyon yapılacaksa, ağır bir karar alınacaksa, onun ortamını hazırlamak ya da “sen artık fazla oluyorsun” diyerek, o kişiyi öldürmek, topluma gözdağı vermek. Gelsin, faili meçhuller.
Bir süre önce, faili meçhul cinayetlere kurban giden aileler ayaklanıyor. Sadece demeç vermek ya da TV’lerde söz haklarını kullanmak değil. Onun ötesinde, oluşturdukları platformla, cinayetlerin aydınlatılmasını istiyor.
BDT ÖNERİSİ
Ailelerin çeşitli makamlarla görüşmeleri ciddi yankı uyandırıyor. Başbakan Erdoğan da, konuya ilgi gösteriyor:
“Bu cinayetlerin aydınlatılması için gereken adımları atmak gerek”.
Ne yapmak gerek? İktidar partisinin önde gelenleri, bu adımların atılması için Meclis desteğinin şart olduğunu söylüyor. Adım atarız, yeter ki, Meclisten destek gelsin, sözü. İlle de Meclisten.
O destek, 10 Şubat 2010’da, yirmi gün önce geliyor. Aman, ne güzel.
28 Şubat’ta muhafazakar bir koalisyon iktidarda. Darbe ilk anda ona karşı gibi.
Oysa, üç darbe de ülkenin bütününe, ama her üç darbe asıl solun üstüne çöküyor. Sol bir anda ana hedef haline geliyor.
12 Mart ve 12 Eylül’de tutuklamalara, işkencelere, idamlara, görevden uzaklaştırmalara bakın, o listelerde ağırlık sol isimler ve sol legal örgütlerde. 28 Şubat’ta andıçlanan isimlerin çoğunluğu yine soldan.
Bunu, ters açıdan hem de bir duruşmada en veciz biçimde dile getiren, 12 Eylül’de MHP duruşmasında Agah Oktay Güner. Savunmasında MHP’li Güner aynen:
Ekranda bir kaza sonrası haberi. O kazada yedi-sekiz kişi hayatını kaybediyor, ölenlerin cesetleri, ayaklarından kollarından tutularak, üstü açık bir kamyonete atılıyor. Çimento torbası atar gibi.
TV’de bu sahneyi izleyen Erdoğan çılgına dönüyor, hemen valiyi arıyor, ondan hesap soruyor, ölen insanlara gösterilmesi gereken saygı ne ise, onun yapılmasını istiyor.
Önceki gün çok başka bir kaza haberi. Maden ocağında grizu patlıyor.
Grizu patlamasından çıkartılan cesetler soğuk hava deposunda. Hayatını kaybeden maden mühendisi Özgür Seçkin’in cesedi bir arabanın bagajında.
Nereye gidiyoruz, soruları yanı sıra, bütün bu yaşadıklarımızın, kime, ne yararı var? Toplumda kutuplaşmayı mı artırıyor, yoksa çalkalanma sonunda sakin limana demir atmayı mı kolaylaştıracak?
Halk hemen her gün yaşanan “son dakika” gerilimlerini nasıl algılıyor? Bir gün başsavcının diğer başsavcıyı tutuklaması, ertesi gün dev dalgalar halinde gelen ürpertici göz altına almalar. Grevler, eylemler, sokaklara dökülmeler, siyasal kapışmalar, itişmeler, işsizlik ve ötesi.
Temel soru, baş döndüren bu gelişmeleri, ama asıl askerlerin tutuklanmasını halk nasıl değerlendiriyor?
Şubat başında, bu son dalgadan önce, Estima Araştırma Şirketi çeşitli illerde bir anket düzenliyor. Soru, darbe tartışmaları kime yarıyor, gibi çok spesifik, nokta atışlı bir soru.
İki yılı aşkın süredir devam eden Ergenekon soruşturması dün dramatik bir dönüşüme sahne oluyor. İki eski kuvvet komutanı, eski bir ordu komutanı, eski korgeneraller, eski amiraller ve farklı rütbedeki bazı subaylar darbe iddiası ile gözaltına alınıyor. Bugüne kadar sanıyorum on Ergenekon dalgası var. Değişik dönemlerde, askerlerin yanı sıra, farklı mesleklerden de insanlar gözaltına alınıyor. Ancak, bu sonuncusu en yüksek dalga.
Sonuncu dalga önce Taraf Gazetesi’nde yayınlanan Balyoz Darbe Planı iddiasıyla kıyıya vuruyor. İddiada adı geçen emekli komutanların ifadeleri alınıyor, sonra olay sanki unutuluyor.
Ardından, darbe iddiasının orijinal olduğu söylenen CD’leri haberi yazan gazeteci tarafından savcılığa veriliyor.
Yine sessizlik derken, o CD’lerin türevi olsa gerek, Türkiye dün müthiş bir dalgayla sarsılıyor.